Yeni bir dünya

Nuriye Çakmak

Onlar her vesile ile bu sahte kabusları güzel rüyalarla değiştirme azminde olacaklar ve başaracaklar biiznillah.


BELLİ BİR kesimin açık hedefi olmaktan bir türlü kurtulamayan İmam Hatip Liselerine, özellikle 28 Şubat ve sonrası dönemde ‘inceden inceye’ saldırılar vardı. Hiç unutamayacağım bu saldırılara İnce dememin bir sebebi var, yoksa pek ince sayılmazlardı. O zaman bu topyekûn imha çabalarına tebessüm eder ve susardık biz. Herkes üzerimizde beslerdi oyununu, biz izlerdik. Oyuna girmezdik. Bundan olsa gerek, hiç kaybetmedik. Zamanın bize acılar getirdiği çok olmuştur. Ama zamanın bizi yendiği, bizi sildiği hiç olmamıştır.

İmam Hatipler devletin okullarıydı. Ve birileri bunu sürekli başımıza kakıyordu. Bu tenezzülden ötürü şükran dolu olmamız, bu yükün altında ezildikçe ezilmemiz isteniyordu. Devlet laikti ama din adamı yetiştiriyor, imamlar memur olarak maaşlarını alıyordu. Ve bizler laik devletten dinimizi öğrenmek durumunda kalıyorduk. Müfredatı devlet belirliyor, binayı devlet yapıyor, vergimizi alıyor, bizi eğitiyor, sonra da itiyordu. Yani devlet, üvey evlat olarak da olsa elinin altında bulunmamızı istiyordu ama bize babalık yapmayı reddediyordu. Beni yetiştiren devlet benden kaçıyordu..

Neredeyse her Allahın günü İmam Hatip Liselerine ve mezunlarına laf etmekle ömür geçiren ve bunun bol bol reytingini yiyen meşhur bir yazar şöyle diyordu bir seferinde, “İmam-Hatip liselerinin diğer lise müfredatlarına benzer müfredatları olduğu öne sürülür.” Kimsenin bir şey öne sürdüğü yoktu aslında. Müfredat gibi kanunla kayıtla ortada olan, merak edenin çabucak bulabileceği bir şeyi iddia olarak görüyordu. Aslında bu kadar uzaktı bizden. Bir vebalı gibi kaçıyordu. Belki de yaklaşmaya korkuyordu. Nasıl bir şeydik biz? Olduğumuz yerde duruyorduk ama sanki bir şehir efsanesiydik.

Bu ülkede yıllardır –en azından- orta öğretim öğrencilerin istisnasız tümü İngilizce eğitim almıştı, ama söz gelimi hiçbiri İngiliz olmamıştı. Almanca, Fransızca eğitim alanlar da çoktu. Bunlar beyaz türkleri korkutmuyor, hatta bununla övünüyorlardı. Bizse diğer dillerin yanında Arapça eğitimi de alıyorduk ve bu birilerine çok fazla geliyordu. Düz liselerde verilen derslerin tümünü eksiksiz görüyorduk. Bazıları ise inatla bizim sadece imamlık eğitimi aldığımıza inanmak istiyordu. İmamlık eğitimi nasıl olur diye sorsak, verecek tek bir cevapları da yoktu üstelik. Yıllar boyunca hutbe vermenin inceliklerini öğrendiğimizi düşünüyor olabilirlerdi veya – en az İmam Hatipler kadar karşısında oldukları- Ruhban Okulu sahneleri geçiyor olabilirdi beyinlerinden.. Edebiyatımız kırık olsa sınıf geçemezdik biz, bunu bilmezlerdi. İmamın edebi yanı güçlü olanını istiyor demek ki devletimiz! Hayatımın ilk kırık notunu bu okulda, fen dersinden almıştım mesela. Bunu da bilmezlerdi.

Ve hala bilmezler. Bir kez olsun gerçekten merak etmediler ki bizi. Bir kez olsun çalmadıkları hatta yakınından bile geçmedikleri kapılarımız hiçbir zaman kimseye kapalı değildi. Ortamımızı görmek istemediler. Hayali düşmanlarıydık onların.

Bir seferinde, “Okula başörtüyle girersen devlete din sokmuş olursun. Ama burası laik bir ülke, sokamazsın tamam mı?” diyen akıl küpü bir kız vardı. Üniversite amfisinde yapılan bir tartışma programında söz aldığında söylemişti bu çarpıcı cümleyi. Ona başörtülü bir kız şu soruyu sormuştu; “Sen bir dine inanıyor musun?” “Evet” “Peki okula girerken laikliğine zarar vermesin diye onu kapıda mı bırakıyorsun?”

İşte bizden bunu bekliyorlardı. O kapılardan girmeyecektik. Eğer illa gireceksek de onlar nasıl istiyorsa öyle girecektik. Bedelini de ödeyecektik. Bana verilen eğitimin düzeyini, içeriğini belirleyen sistem, sisteme uymadığım iddiasıyla benim sistem puanlarımı kırabilir, benim dinimi bana öğreten devlet, dinimin emrettiğini uyguladığımda bana “hıı” diyebilir ve beni bana sağlamakla yükümlü olduğu haklarımdan mahrum bırakabilirdi. Okuluma girerken benim vergimle maaş alan ve beni korumakla görevli devlet görevlisi polisin gölgesinden geçebilirdim. Sadece okuluma girmek istediğim için dayak da yiyebilirdim, olmaz değildi. Benim için bir gelecek hazırlamak gibi bir derdi olmazdı devletimin. Ben, biz bu devletin neresindeydik? Bizi büyütüp besleyip sonra “Artık oldun, senden iyi bir ‘öteki’ olur” demek miydi bize yaptıkları?

Fazlası var, eksiği yok. Küçücük yüreklerimize yükledikleri acımasız ve cevapsız sorulardı bunlar. Cevabını öğrenemeden bedelini ödediğimiz. Ama bilmem kaçıncı nesil olarak bu hesabı ödedik biz. Üstü kalsın dedik. Yine sustuk, yine bekledik, yine sabrettik. Umudumuzu yitirmedik, direndik. Şimdi bundan on yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz haberler alıyoruz. Bizden sonraki kardeşlerimizin imkanlarıyla gurur duyuyoruz. Her şey daha iyiye gidiyor. Ve güneşten kaçan yarasalar kabuslar büyütüyorlar içlerinde. Hala tanımıyorlar bizi. Hak ettiğimiz imkanlara kavuşmamız çok korkutuyor onları. Dillerine pelesenk ettikleri korkunç bir şehir efsanesiyiz onlar için. Devlet babayı kıskanıyorlar bizden. Yine bizim üvey babamız olsun, bize zulmetsin, ama elinden de bırakmasın istiyorlar.

Onları neden bu kadar korkuttuğumuzu anlayabiliyorum. Ellerindeki laiklikten yontma cetvelle kimin nerede durması gerektiğini ilan etmeye öyle çok alışmışlar ki. Her defasında ölü yıkayıcısı olarak görmek istedikleri İmam Hatip neslinin hiçbir kalıba sığmadığını, el attığı her işin üstesinden geldiğini görmek onları perişan ediyor. Ama bu işi çözmeliyiz artık. Henüz kronikleşmemiş fakat beyni konuyla ilgili olarak sürekli kirletilmiş insanlara İmam Hatipleri bir şekilde tanıtmak gibi bir gündeme sahip olmalıyız. Kendimizden sadece başarılı sonuçlarımız, kariyerlerimiz, okul sıralamalarımızla değil – tüm bunları yanında- hayatın içinden etkinliklerle de bahsettirmeliyiz. Birilerinin büyüttükçe büyüttüğü, korkunç hale getirmek için elinden geleni yaptığı bir şehir efsanesi olmaktan kurtarılmalı sevgili okullarımız.

Bunun imkansız olduğunu düşünmüyorum. Gereksiz olduğunu da. Bunca imkanın içinden gelecek olan yeni nesil yoldaşlarımızdan umutluyum. Onlar her vesile ile bu sahte kabusları güzel rüyalarla değiştirme azminde olacaklar ve başaracaklar biiznillah.


* Bu yazı ilk kez Sancaktar dergisinde yayınlanmıştır.

  11.11.2013

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut