Arşiv

 Futbol

"Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik!"

-Taraftar



ÇOCUKLUĞUMDA FENERBAHÇELİ idim. Çünkü, o zamanlar takım tutmamak mümkün olmadığı gibi, takımsız kalmak da bir çocuk için büyük bir eksiklikti. Sizi bilmem ama, ben Fenerbahçe’yi takımsız kalmamak için tutmuştum. Yıllar yılları kovalayıp ben tuttuğum şeyleri yeniden sorgulamaya başladığımda, takım tutmamın ‘taraftarlık’ yoluyla ‘tarafgirlik’ illetini aşıladığını farkettim. Ve futbolla jübilemi yaptım. Artık takım tutmayacaktım. Arada bir hafiften nüksetse bile, çok şükür artık taraftar olmama taraftarıydım. Futbolla maceram böyle bir seyir izlemişti ve aşağı yukarı son birkaç yıldır futbole hepten defterden sildim.

Sevmenin kaçınılmaz birşey olduğunu, ama bu sevginin yöneltileceği muhatap(lar)ın değişebileceğini keşfettiğim bugünlerde futbolla bir kez daha hemhal oluyorum. Futbol ve marka tutkunlarının fıtrî kökenlerine dair birşeyler yazmak arzusundaydım. Ancak, futboldan bu denli uzaklaşmış olmanın fotboldan örnekler getirmeme engel olacağını ve bu yüzden de adresini yitirmiş bir sevgi kategorisi olarak futbolu yazamayacağımı düşünüyordum. Yine de, tevfik dileyip anlatamasam da, böyle birşeyin haberini vermek isterim. Meselâ, "Sen en büyüksün Cimbom"un ‘tekbir’e benzediğini; bunu söyleyen taraftarla camide namaz kılan adamın benzer rahatlamalar yaşadığını düşündüm. (Burada taraftara herhangi bir kasdım bulunmayıp, sadece meselâ ‘tekbir’in fıtrî birşey olduğunu anlatmak istiyorum.)

Nasıl oluyordu da, ilgi oluşturan bu kadar takımın her biri, üstelik aynı anda, ‘en büyük’ olabiliyordu. Eğer birden fazla takım varsa ve biri ‘en büyük’seóki daha fazlası olamazódiğerleri en büyük değildi. Taraftarlar da, tıpkı âşıklar ve milliyetçiler gibi, başkasını görmüyorlardı. Ama görmemeleri olmadıklarına delil olmazdı; başkaları vardı. O halde, dediklerinin doğru olması için o kulvarda sadece bir muhatabın olması lâzım geliyordu. Sevgilisi olmadan yaşayamayan âşık ve vatanı için canını veren milliyetçi gibi, ‘ölmeye gelen,’ (öl de öleyim’ diyen taraftar da çok güzel ve temiz bir duyguyu kullanıyordu. Ama adres yanlıştı.

Dahası, sevgilisinin emirlerine amade aşık, milletinin buyruklarına feda olmaya hazır milliyetperver gibi, taraftar da takımı karşısında tam bir teslimiyet ve mahviyet içindeydi. Abartıyor muyum bilmiyorum, ama aklıma ‘tevekkül’ ve ‘kader’ meseleleri geliyor.

Meselâ, taraftar her yere Fenerbahçe’nin mührünü vurmak istiyordu. Her yer sarı ve laciverde boyansa, taraftar, yine de tatmin olmazdı. Kendi ifadesiyle, "Herşey senin için FB" diyerek onun adıyla hareket ediyordu. Okulda dinin pek de rasyonel olmayışından yakınan öğrenci, maç esnasında taraftar iken irrasyonelleşiyor ve bunu ‘doğal’ buluyordu. Galatasaray, Avrupa’yı ‘feth’ediyordu. Ve sıkı durun, eğer diğer gezegenlerde takımlar olsaydı, kâinatı fethedecekti. Taraftar da, milliyetçi gibi, zırnık koklatmayacaktı. Artık her yer Galatasaray’ın olacaktır. Rüyalar, sarı ve kırmızı geçecekti.

Hayır hayır, bunları size hakka iltizamı, kâinatın bölünme ve parçalanma kabul etmez bir bütün olduğunu ya da Fettah ismini anlatmak için söylemiyorum. Sadece sevginin kaçınılmaz olduğuna, mektubun gene doğru cümleler içerdiğine, ama adresin bir kez daha yanlış olduğuna işaret etmek istiyorum.

  28.12.2003

© 2021 karakalem.net, Mücahid Bilici

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut