Olmasaydı Olmaz mıydık?

Oktay Gökkoca

Dinin hakikatlerini Batı’nın ve dersini oradan alan bâtılın metodlarıyla, kelimeleriyle ifade etmek bizi sloganlara dönüşmüş bir ideolojiden öteye götürmez.


BU TOPRAKLARDA yaşayanlar olarak hepimiz, hakiki mürşidini ilim ve fen olarak bellemiş bir milli eğitim sisteminin çarkları arasından çıktık. İster istemez o çarkların hepimizde bıraktığı etkiler oldu. Kimimizin elbisesi yırtıldı, kimimizin bedeninde çizikler oluştu ama çoğumuzun ruhu ezildi. Tahrip öyle büyüktü ki tedavisi için çok emekler sarf etmek gerekiyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsünde “Hayatta uğradığımız bütün güçlükler az çok kafamıza gelen ilk fikirden bir türlü silkinip çıkamayışımız yüzünden değil midir?” diye soruyor. Ben evet cevabını veriyorum bu soruya. Her ne kadar kendi irademizle kafamıza gelmemişlerse de, ilk olarak dünyevî bir ideolojinin çocuk zihinlerimize yerleştirdiği fikirlerden kurtulmamız zaman alıyor. Çünkü sorgulanmamış, sorgulatılmamış bu fikirler zamanla tabuya dönüşmüşler zihnimizde. Bu tabulardan kurtulma yolundaki her çabamız bilinçaltımıza ekilmiş bu ilk fikirlerin barikatına çarpıyor her defasında. Her yeni ve farklı düşünce önce kafamızdaki bu ilk fikirlerin terazisinde tartılıyor ister istemez. Fikirlerimiz yavaş yavaş arınsa bile, hissiyatımıza sinmiş bu tabular hükmünü bir süre daha devam ettiriyor hayatlarımızda.

Kemalist ideoloji hakiki mürşidini ilim ve fen olarak belirlerken elbette akıl hocası Batı’nın pozitivist bilim anlayışıydı. Ve taze dimağlarımıza “sulanmayan çiçeğin solup öldüğü, öyleyse çiçeğe hayat verenin su olduğu” önermesi yerleştirildi. Sonuçları sebepler yaratıyordu. Her sonucun var olmasında hakiki tesir, sebeplerindi. Her var edilene bu önermeyle bakmayı öğrendik, öğrettiler.

Bediüzzaman’ın 1922’nin Ankara’sında gördüğü “gayet müthiş bir zındıka fikri”, “imânın erkânına ilişecek ejderha” tam da bu değil miydi? “insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmâm eden dehşetli kelimleler var”dı ve “ehl-i îmân bilmeyerek istimâl ediyorlar”dı. Mühim olan üç tanesinden biri de “Evcedethu’l-esbâb”dı. Yani bir şeyi icad eden sebeplerdi.

Bediüzzaman’ın korktuğu oldu. Ejderha sûretindeki zındıka fikri imanımızın erkânına ilişti. Ehl-i imânın ekserisi bilerek veya bilmeyerek, yaratılmış her şeye, hadiselere, kısaca hayata bu kelimenin rehberliğinde bakmaya ve hayatı böyle yorumlamaya başladı. Zaten Bediüzzaman tehlikeyi doğru teşhis ettiğinden ve olacakları isabetle öngördüğünden tüm gayret ve tedbirini bu tehlikeden en az zararla kurtulmak üzerine teksif etmişti.

Bu kelime, yani “Evcedethu’l-esbâb”, aslında Batı’lı bir kelime olan determinizm kavramının bizdeki karşılığıydı. Ve Kemalist ideolojinin takipçileri son zamanlarda literatürlerine determinizmin Kemalist versiyonu olan yeni bir slogan kazandırdılar. “Olmasaydın olmazdık”. Kendilerince taarruz ve itibarsızlaştırma addettikleri tüm eleştirilere verecekleri kullanışlı bir silah elde etmişlerdi sonunda.

“Olmasaydın olmazdık” bilerek yapılan bir kutsamaydı ama bunun ötesinde bilmeyerek dillendirilen bir şirk halini işmâm ediyordu, çağrıştırıyordu.

Bu kutsamanın ispatı için “ilmî ve fennî” yani “bilimsel” izahları da vardı. Olmasaydı vatansız olurduk, olmasaydı adımız şu soyadımız bu olurdu, olmasaydı babası bellisiz olurduk, olmasaydı esir, olmasaydı rezil olurduk. Velhâsıl onlara göre, olmasaydı olmazdık. İspat argümanları, çiçeğin hayatını sudan bilenler için yeteri kadar ikna ediciydi.

Ancak sebepleri, aklın nazarında Kudret elinin perdesi olarak gören ve her şeyin varlığındaki hakiki tesirin/illetin Allah olduğunu söyleyen ehl-i sünnet itikadıyla meseleye baktığımızda olmasaydı ne olacağı meçhuldü. Hem olmuş olması dahi, sonuçların var olması üzerindeki hakiki tesiri ona vermeyi asla kabul edilebilir yapmazdı. Sonuçta “olmasaydın olmazdık” biraz mu’tezile ama çoğunlukla determinizm ve gizli bir şirk kokuyordu.

“Determinizmin Kemalist versiyonu: Olmasaydın olmazdık” dediğimde kardeşim, bu söz peygamberimiz için de kullanılıyor, meseleye ne yönden bakmak gerekiyor? diye sormuştu. Kemalistler, olmasaydı olmazdık diyerek kendileri gibi düşünmeyenleri kendilerince köşeye sıkıştırdıklarını düşünürken dindarlar boş durmamıştı tabii. Onlar da olmasaydın olmazdık diye karşı hamle yaptılar, yapıyorlar. Âtıfları peygamber aleyhissalatü vesselam’aydı elbette. Bilinçaltının aynı cümlenin iki tarafına konumlandırdığı isimler, aslında gerilimin ciddiyetinin hangi boyutlarda olduğuna ve isimlere yüklenen anlamlara/karşı anlamlara dair de bir ipucu veriyor aslında. Ama bu husus konumuzun dışında.

Dindarlar bu sözü elbette bir hakikate dayanarak kullanıyorlar. Zannımca bu hakikat Bediüzzaman’ın hadis-i kudsî olarak zikrettiği Levlake hadisi. Yani “Sen olmasaydın, sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” mealindeki hadis. Dindarlar esasında bu hadis-i kudsî’nin özündeki hakikati Kemalist ideolojinin takipçilerine karşı, onların cümlesine dönüştürerek söylüyorlar.

Ancak hakikatler, sloganlara dönüştürülürse, ya da karşı tarafın argümanlarıyla dile getirilmeye çalışılırsa bazı riskleri de beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Öncelikle sloganvâri söylemler her zaman içlerinde bir tehlike barındırırlar. Bu tehlike hakikatin özünden koparılıp taassuba dönüştürülmesidir. Diğer taraftan ehl-i dünyanın argümanlarıyla kendi hakikatlerimizi savunmak, hem hakikatlerin içine sığamayacakları bir elbiseye sıkıştırılarak ruhlarını yitirmelerine sebep olabilir, hem de ehl-i dünyanın gözünde, felsefesi kendileriyle aynı olan, sadece öznesi değişen fikirlere sahip olduğumuz algısını meydana getirebilir.

Peygamber aleyhissalatü vesselam için bile kullanılsa “olmasaydın olmazdık” ile “sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” arasında büyük fark var. Bu büyük farkı derinlemesine ele almak belki başka bir yazının konusu. Ama ikisi arasında “ne güzel” ile “ne güzel yaratılmış” arasındaki kadar derin bir uçurum var bence.

Dinin hakikatlerini Batı’nın ve dersini oradan alan bâtılın metodlarıyla, kelimeleriyle ifade etmek bizi sloganlara dönüşmüş bir ideolojiden öteye götürmez. İslâm’ı cahilce bir kompleksle Batı’nın ideolojileriyle barıştırmaya çalışan bir akımın yüz küsür yıllık hikâyesinin adı İslamcılık adında başka bir ideoloji oldu. Bunu görmek ve küçümsememek gerekir diye düşünüyorum.

Zihinlerimizi ve kalblerimizi Batı taklidi bir ideoloji olan Kemalist fikriyatın cüruflarından tümüyle temizlemek için “kendi” kelimelerimizi kullanmaktan başka çare yok. Sözlerimize, söylemlerimize dikkat. Lütfen.


oktaygokkoca@hotmail.com

  28.10.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut