Büyük Adam

Oktay Gökkoca

“BÜYÜK ADAM”LARIN tarihin akışında oynadıkları rolün ne olduğuna kafa yoran Batı’nın düşünen adamları üç teori öne sürmüşler. Bu üç teori özetle şöyle:

  1. Ferd, yani “Büyük Adam” tarihin akışına yön veren gerçek âmildir. Şuuru, kabiliyeti ve aksiyonu ile tarihî hareketi başlatan odur. Onu büyük yapan şey, içinde bulunduğu sosyal şartlardan bağımsız olarak bizzat kendisidir. Tarihin başka bir mecrada akmasına doğrudan ve belirleyici etkisi vardır.

  2. Ferd, tarihin yapıcısı değil, eseridir. Değişimin esas faktörü, tekâmül sırına tâbi olan sosyal ve iktisadî şartlardır. Büyük adamların hakikatte hiçbir tarihî değeri yoktur. Tarihî hareketleri, değişimleri tahlil ederken kişilere değil, müesseselere, sosyal çevreye ve geçmişten gelen tarihî sürecin bütününe odaklanmak lazım. Büyük adam, bu tarihî tekâmül sürecinin içinde bir noktada ortaya çıkan, görünürde var olan, kim olduğu önemsiz bir aktördür.

  3. Üçüncü teori ilk ikisinin bir bakıma sentezi. Çevresel şartlar tek başına bir şey ifade etmez. Tarihin akışına yön veremez. Değişimin esas aktörü, şuuruyla sosyal/çevresel şartları tahlil edip onları harekete geçiren ferddir. Evet, sosyal zeminin tarihî değişimde olmazsa olmaz bir yeri vardır. Ama sosyal şartlar, yeter değil gerek şarttır. Onu hareket geçirecek olan âmil, şuuruyla ve kabiliyetiyle Büyük Adam’dır.

Üçüncü teori ikincisinden farklı gibi görünmekte ise de, Büyük Adam’a, tarihin akışına etki etmede kısmî bir pay vermektedir. Büyük Adam’ın faaliyetinin etkisi, içinde bulunduğu zamanla, kültürle ve sosyal şartlar ile sınırlıdır. Hem ikinci hem de üçüncü teoride Büyük Adam’ın şahsiyetini oluşturan, içinde yaşadığı sosyal çevre ve terbiyedir. Onu bu çerçeveden bağımsız değerlendiremeyiz. Doğduğu toplum; yani zaman, kültür ve sosyal şartlar onu inşa etmiş, o da toplumu mevcut zemini kullanarak tarihin içinde (ikinci teoride sadece vitrinde görünen aktör olarak) ileri bir noktaya taşımıştır.

Bu üç teoriden herhangi biri tek başına tarihteki tüm Büyük Adamlar için geçerli bir kanun olabilir mi? Tarihî süreci, süregelen akışından çevirip ona başka bir yön vermiş siyasî bir aktörü, kudretli bir askeri veya deha derecesinde bir mütefekkiri ve onların yaptıklarını içinde bulundukları zamanın, kültürün, sosyal şartların ve ihtiyaçların dışında değerlendirmek ne kadar mümkündür? Büyük Adam’a mutlak bir rol veren birinci teori bu soruya ikna edici bir cevap verebilir mi?

Büyük Adam’ın diğer adı Kahraman. Sidney Hook, “Kahramana bazen kurtarıcı denir, bazen şövalye, bazen peygamber veya sosyal mühendis” demiş. İkinci teorinin savunucularından Herbert Spencer ise şöyle demiş:

“Diyelim ki toplumların ilerlemesi büyük adamların eseridir, iyi ama büyük adam nereden geliyor? Büyük adamın menşei ya tabiat üstüdür, ya tabiîdir. Büyük adamı Tanrı gönderiyorsa konu ilmin sınırlarını aşar. Büyük adamların ortaya çıkması akılla izah edilebiliyorsa, büyük adam toplumdaki bir gelişmenin sonucudur.”

Peygamberlerin gönderilişini ilmin ve aklın dışına atan “aydınlanma”da boy vermiş karanlık ve yobaz bir düşünce değil mi bu?

Tam bu noktada aklıma Bediüzzaman’ın İşârât-ül İ’caz’daki bir yorumu geliyor. Tek bir peygamber ve tek bir terbiyenin bütün insanlığa ve bütün zamanlara yetebilir olmasının şartı olarak haberleşme ve ulaşım imkânlarına âtıf yapan Bediüzzaman şöyle diyor:

“Zaman-ı Saadet’ten evvel insan aleminin ihtiva ettiği ümmetler, milletler arasında maddeten ve manen, istidaden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniş mesafeler vardı. Bunun içindi ki, terbiye-i vâhide ve davet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki âlem-i insaniyet “Zaman-ı Saadet”in şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i efkâr ile, an’anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlariyle ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hatta küre-i arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü.”

Düz mantığın konu hakkında söylediği şu; Tüm insanlığa yetecek tek peygamberin ve tek şeriatın gönderilmesi, tekâmül sırrı gereği tarihî süreç içinde haberleşme ve ulaşımın kabiliyetlerinin belli bir seviyeye gelmiş olmasına bağlı. Yani önce bu sosyal şartlar hazır olmalı, sonra peygamber ve şeriatı bu hazır şartlar üzerine gönderilmeli. Böylece bir peygamber ve tek davet tüm insanlığa yetebilir. Bu, aynı zamanda üçüncü teorinin savunması.

Peki peygamber aleyhissalatü vesselam peygamber olarak vazifelendirildiğinde dünya üzerinde bu sosyal şartlar/ortam hazır mıydı?

Bediüzzaman’ın yukarıdaki yorumu bana tam tersini söylüyormuş gibi geliyor. Buna göre peygamber aleyhissalatü vesselam geliyor. Beraberinde bir şeriat getiriyor. Kendisiyle ve getirdiği şeriatın ışığıyla, mü’minlerde i’lâ-yı kelimetullah ve hak dinin tebliği gibi yüksek bir motivasyon fitilini ateşliyor. Bu ateş, ihtiyaç duyduğu sosyal şartların oluşması için gerekli hareketi başlatıyor ve bu şartları tekâmül ettiriyor. Ve icraatını da yine kendisinin hazırladığı bu zemin üzerinde yapıyor.

Cahiliye devrinin Mekke ve Yesrib’lilerini sahabi irtifasına çıkarıp onların, o günün şartlarında yüz –yüz elli yıl gibi bir zamanda büyük bir hızla Kuzey Afrika’dan İspanya’ya, İspanya’dan Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyaya dağılmış kavimlere ulaşmaları ve onlarla, cisimleriyle kalmayıp kalblerine kadar ulaşan bir iletişim kurmaları bu iddiayı ispatlamaz mı? Bu hız, sosyal tekâmül sırrı ile açıklanabilir mi? Bu durum, peygamber aleyhissalatü vesselam’dan önceki sosyal zemin ve maddî terakki seviyesi göz önüne alındığında önceden tahmin edilemez bir sıçramadır. Öncesi ve sonrasıyla lineer bir doğru değil, belli bir noktadan sonra formüle edilemez bir yukarı kırılmadır.

Konuyla ilgili alıntılamak istediğim başka bir yorum Bediüzzaman’ın Risâlet-i Ahmediyeye dâirdir dediği 19. Söz’den. Şöyle diyor peygamber aleyhissalatü vesselam’ın icraatının harikuladeliğini anlatırken :

“İşte, bak: Şu cezîre-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def'aten kal' ve ref' ederek bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbî-i nüfûs, sultan-ı ervâh oldu.”

“Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Halbuki, bak, bu zât büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıb büyük kavimlerden zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref' edip, yerlerine öyle secâyâ-i âliyeyi-ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak-vaz' ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek hârika icraatı yapıyor.

İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere Cezîretü'l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zâtın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini, acaba yapabilirler mi?”

Tarihin, güneşin bedâheti derecesinde tasdik ettiği bu peygamberî icraatlar Büyük Adam’ı içinde bulunduğu zaman, kültür ve sosyal şartlar ile sınırlayan ikinci ve üçüncü teorilerle izah edilebilir mi? Bu harikulade icraatlar o zamanın mevcut sosyal zemininden faydalanılarak mı yapılmıştır yoksa onların rağmına mı? Cezîretü’l-Arab’da yapılan mucizevî inkılabın içinden Muhammed-i Arabî aleyhisssalatü vesselam’ı çıkarırsak hangi sosyal tekâmül kanunu O’ndan kalan boşluğu doldurabilir? Bu olsa olsa tarihsel materyalizmin veya sosyal determinizmin bir safsatasıdır.

Bu yazıyı, bütün Büyük Adam’ların tarihin akışı içindeki rollerinin sınırlarını keskin olarak çizip meseleyi vuzuha kavuşturma iddiasıyla yazmadım. Niyetim yapabildiğim kadarıyla biraz kafa karıştırıp, okuyanları düşünmeye sevk etmek ve meseleye katkısı olacakların fikirlerinden faydalanmak. Bir sonraki yazımda “Büyük Adam” meselesine başka bir açıdan bakıp “olmasaydı olmaz mıydık?” sorusuna cevap aramaya çalışacağım inşaallah.


oktaygokkoca@hotmail.com

Not: Büyük Adam’ın tarihteki rolü üzerine detaylı bir okuma için Cemil Meriç’in Kültürden İrfana adlı kitabına müracaat edilebilir.

  24.10.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut