Arşiv

 Milliyetçilik

"ASABİYET-İ CAHİLİYE, birbirine tesanüd edip yardım eden gaflet, dalâlet, riya ve zulmetten mürekkep bir macundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mabud ittihaz ederler."

óMesnevî-i Nuriye, s. 103

Bencil olmayı kimse sevmez. Ama sonsuz bencildir insan. Eğer, güneşi kabul etmezsek, güneşten bahseden ayna kendinden bahsetmiş olur. Ne ki, insan yalnız yaşamaz; topluluklar oluşturur, öylece yaşar. Herkes tek başına bütün ihtiyaçlarını karşılayamadığı için, herkes herkese muhtaç olur. İşbölümü diye birşey doğar. Birliktelikler değil midir, insanın aczini haykıran? Bu yüzden, sırf aczini inkâr için, Robinson Crusoe imgesi bir iddiaya vücut vermek üzere aşılanıyor değil midir?

İnsanlar yine de birarada yaşarlar. Dünyaya gözlerini açan her bir bebek, bölünmüş, bölüşülmüş bir dünyaya doğar. Hem insan, ‘benim olanlar’ ile ‘benim olmayanlar’ı öğrenir, sınırlar çizer. Lâkin, sınırlar çakıştığı için karışır. Kavgalara tutuşulur. Devletler kurulur. Nehirlerin ve dağların üzerinden mevhum sınırlar çizilir. Bir anda aynı nehrin bir yakası ‘benim,’ öteki yakası ‘başkasının’ oluverir. mülke sahip çıkılır. Bu arada devletler bekâlarını temin için ‘vatandaş’ üretmeye başlarlar.

Millî birlik ve beraberlikler, millî olmayan ayrılıklar ve karışıklıklara zemin olurlar. Millî devlet inşaatları sürerken, eğitimler ‘millî’leşir ve her yere yaydırılarak zorunlu hale getirilir. Esasen, eğitimin millîliği, bireylerin millîliği ve homojenleştirilmesi anlamına gelir. Günlere millî marşlar okunarak, millî andlar içilerek başlanır. Flamalar, semboller, anıtlar tezahür eder. Bayrağa selâm vermedi diye nice kuşun yuvası bozulur.

Millîlik bir hastalık gibi herşeye sirayet etmeye, önüne gelen şeye bulaşmaya başlar. Bütün bencillikler ortak olan (toplumsal) bencillik içinde eritilir. Nice hamiyetler satılır. Sonu gelmez mitolojiler alır başını, her yeri dolaşır. Hasılı herkes geriye döner. Tarih millîleşir. Bütün milletler amansız bir yarışa girişirler. Her vatandaş, tarihini alabildiğine geriye götürür. Zaman şeridi üzerinde başkasıyla paylaşacak hiçbir şeyi kalmayacak şekilde kendisini tecride (‘emsalsiz’ kılmaya) çalışır. Geçmişini Orta asya steplerine, Ergenekonlarla nice dağın arkasına götürür. Öteki tarihini kovalamaz, elinden tutup belki de hiç görmediği yerlere götürür. Mezopotamya’nın en eski uygarlığı olur. Başkası Medlere uzanır.

Yine de, garip bir tesadüftür ki, hepsi de ‘din’den şikayetçidir. Zira din yüzünden pasifleşmiş, savaşçı ruhlarını kaybetmişlerdir. Hem zaten kendilerinin katkıları olmasa din bu kadar ilerleme sağlayamaz. Kimisi de, başkasıyla aynı dini paylaşıyor olmamak için, daha da geriye giderek, bugün mensubu olmasa da ona ‘özgü’ olacağı için Zerdüştîliğe sarılır.

Milliyetçilikler böyledir; mutlaka millete bir ‘ezeliyet’ ve istiğna izafe edilir. Hem devlet, ebed-müddet olur; ‘ebediyet’ten de yoksun kalmaz. Velhasıl, cümle milliyetçilikler, milletlerine kamet-i kıymetinin çok üstünde bir tarih izafe ederler. Zira milletlerini ancak ‘ezelî’ olursa böyle ‘tapar’casına sevebilirler. Kaldı ki, cümle millî tarihler fetihler ve zaferlerle doludur. Kısacası, bizim millet tek büyük ve en ezelî millet olup, bugünkü devleti ebed-müddettir.

Dahası, bizim dilimiz en zengin dildir. Dilimiz, Güneş Dil Teorisi gibi teorilere konu olacak kadar güneşvaridir. Başka dillerde ‘iş’ yoktur; çoğu bin kelimeyi bile geçmez. Her milliyetçi için, o milletin dili güneş gibidir; diğer diller ondan doğmuşlardır.

Dilimiz bir tarafa, ‘millî değerler’imiz de manevî değerlerden önce gelir. Zira millî değerler kutsaldır. Kutsallık millî simgelerimize akmıştır. Dini kaldırmak isteyenin milliyetçiliği ikame edişi boşuna değildir. Hem Carlton Hayes, "Milliyetçilik: bir din"dir diye, dine yönelecek duyguların milliyet sokağında yitip gidebileceğine boşuna işaret etmemektedir.

Doğrusu, hiçbir milliyetçi yalan söylemezótıpkı aşıklar gibi. Bütün tazim, takdis ve tesbihatı doğrudur. Yani, sevgi ancak böyle olur, başka türlü olmaz. Bilinsin ki, mektuplar böyle yazılır.

Madem öyleydi de, niye bu kadar kelâm ettin diye soracak olsanız, yine de "Mektup böyle yazılır" derim. Zira problem mektupta değil, postalandığı adrestedir. Mektupta sevmenin ve ibadetin öznesi için dile getirilen bütün özellikler doğrudur da, postalandığı adreste yanlış vardır.

Ben sadece Ezelî, Ebedî, Kadîr, Cemîl bir adrese ulaşmamış bir mektuptan söz ettim; hepsi o kadar.

  28.12.2003

© 2021 karakalem.net, Mücahid Bilici

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut