Macera dolu Amerika

Nuriye Çakmak

ÜLKEMİZDE YAŞANAN irili ufaklı her türlü hadiseye Amerika’dan gelen bir açıklama eşlik ediyor genellikle. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü aracılığıyla veya büyükelçi marifetiyle mütemadiyen bir ‘burnunu sokma’ hadisesiyle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Bazen daha da ileri gidip akıl verdikleri de olmuyor değil. Bu durumda büyükelçilik vasıtasıyla veya direk dışişleri bakanlığından yapılan açıklamayla bir ‘had bildirme’ refleksi veriliyor şükür ki. Fakat tüm ülke toprakları birinci dereceden ilgi alanlarına giren bu adamlar ne olursa olsun geri adım atmıyor ve ‘dünyanın zabıtası’ psikolojisini aşamıyorlar.

Bu psikolojinin altında ‘süper güç’ olma refleksinin yattığını sanmıyorum. Devasa boyutlardaki kamu borçları, aşılamayan borç tavanı krizi, berbat durumdaki sağlık sistemi ve sayısı sürekli artan evsizler gibi ‘ayrıntılar’ içinde yaşayanlara bir Amerikan rüyası hediye edemiyordur sanırım. Bunun asıl nedeni ‘seçilmişlik' inancı olmalı. Dünyanın kendilerine en uzak köşesindeki bir iç mesele bile onları bu denli ilgilendiriyorsa tüm dünyayı kendilerinden ibaret sanmakla kalmıyorlar bence. Tüm dünya kendilerinin menfaati neyi gerektiriyorsa tam da orada durmalı onlara göre. Bu durumu en iyi anlatan örneklerden biri Irak’ın işgali olsa gerek. Vikipedi, Irak işgaline ayırdığı sayfasında bir alıntı yapıyor. “Bir söylentiye göre dönemin ABD başkanı George W. Bush Filistinli bir görevliye Tanrı'nın kendisine Saddam'ı devirerek Irak'ı baskıdan kurtaracağına yönelik ilham verdiğini söylemiştir.” Bir söylenti olmasına rağmen ansiklopedik bilgiler sıralamasında işgalin bahaneleri arasına girebilmiş bu cümle, aslında Amerika’nin tarihi bir özeti hükmünde. Kimse bu cümleyi yadırgamamış olsa gerek, gülüp geçmemiş ciddiye almış, not almış, yaymışlar… Çünkü bunda ilginç olan hiçbir şey yok. Çünkü Bush atalarının resmi kayıtlara geçmiş açıklamalarından birini dillendiriyor sadece.

Zira kısa süre önce UHİM (Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi)’in "ÜLKE İHLAL KARNELERİ” isimli çalışmasını okumuş, Amerikan Başkanlarının açıklamalarını not almıştım. Hepsi birbirini tamamlayan bu açıklamalardan birkaç bölümü alıntılıyorum;

“George Washington’dan sonra ABD Başkanı olan John Adams seçilmişlik iddiasını şöyle dile getiriyordu: “Amerika, insanın kendi kimlik ve kişiliğine kavuşacağı mekân olması için Yüce Allah tarafından yaratılmıştır.” ABD’nin 3. Başkanı Thomas Jefferson kendi halkının “Tanrı’ın seçilmiş halkı olduğunu” ilan etmişti. 1969-1974 yılları arasında ABD Başkanı olan Richard Nixon da benzer bir şekilde “Allah Amerika’yla birliktedir, Tanrı Amerika’nın dünyayı yönetmesini istiyor” diyordu. 1912’de Meksika’yı işgal eden ABD’nin o dönemki başkanı William Taft şöyle bir beyanat vermişti: “Meksika’nın hükümeti İsrail’de bir Tanrı bulunduğunu ve O’na itaat etmenin bir vazife olduğunu anlayıncaya kadar, halkımızı ve onun Meksika’daki mülklerini korumaya mecburum.”

Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atom bombası atılmasına resmî onayı veren dönemin ABD Başkanı Harry Truman da, dünya tarihinin en büyük pişkinliklerinden birini sergileyerek şu açıklamayı yapmıştı: “Tanrıya şükran borçluyuz ki, bu bomba düşmanlarımızın yerine bize verildi; bu yüzden O’nun yöntemiyle ve O’nun amaçları doğrultusunda kullanabildiğimiz için dua ediyoruz.”

Vietnam Savaşı sırasında New York Başpiskoposu olan Kardinal Spellman da, Vietnam’da türlü katliamlar gerçekleştiren ABD askerlerine; “Siz İsa’nın askerlerisiniz” diye hitap ediyordu.”

Bu açıklamaların günümüze yansımalarından biridir Bush’un açıklaması. Bir diğeri de ABD ordu komutanının Irak’ın işgaline hazırlanırken harekâtın adını “Özgürleştirme Operasyonu” koymasıdır sanırım. Onlar Irak’ta 9 yıl boyunca bu ‘büyük ülkü’ için çalıştılar. Ama geride ne daha özgür bir Irak bıraktılar, ne de daha huzurlu. Ne daha zengindi Irak, ne de daha düzenli. Bilanço kabataslak şuydu; işgal, 1 milyon Iraklının hayatını kaybetmesine neden oldu. 2 milyon Iraklı mülteci haline geldi. 7 bin Iraklı hapiste ve hepsi sivil 16 bin kişi ise kayıp. 50 bin eğitimli insan yani ülkenin beyin gücü dış ülkelere sığınmış durumda. İşsizlik oranı %70 ve 4 milyon Iraklı açlık sınırında. İçme suyu sıkıntısı had safhada ve şehirlerin alt yapıları tamamen kullanılamaz halde. Petrol kuyularının akıbeti ise henüz meçhul.

Ancak onlar geride bu tabloyu bırakan askerlerine ‘dünyayı kurtaran kahraman’ yaftası biçmeye devam ediyor. Bu nasıl bir özgürlük diye sormak kimsenin aklına gelmiyor. Kendilerini dünyanın kalanının ıslah edilmesi için birinci dereceden ilgili ve sorumlu olarak görebilmeleri ve bunu bir türlü sorgulamayı başaramamaları seçilmişlik zokasını fena halde yuttuklarını ve bu ucube açıklamaları içselleştirdikleri gösteriyor. Onları belki anlayabilirim, fakat dünyanın geri kalanının onlara ‘dönüp de kendilerine bakmaları’nı söyleyememesini bir türlü anlamıyorum. Yoksa onlar da seçilmişlik rüyasına inanmış durumda mı?

Aslına bakılırsa nükleer silahlar konusunda ülkelere yaptığı baskıyla tanınan ve sürekli bu gündemi korumaya başaran Amerika dünya üzerinde nükleer silah kullanmış tek ülkedir. Ve böylece aynı anda 200 bin kişiyi öldürmeyi başarmıştır. Irak’ta kitle imla silahı olduğunu iddia ederek işgal başlatmış, İran’a nükleer silah üretiyor olmasından ötürü sürekli baskı uygulamış aynı Amerika dünyanın en büyük biyolojik ve kimyasal silah üreticisidir. ABD’nin sahip olduğu kimyasal silah miktarının 30 bin ton olduğu tahmin ediliyor. Dünya adına ‘tehlikeli örgüt’ avına çıkmayı kendi kendine bir görev addeden Amerika’nın Vietnam savaşı sırasında kullandığı halı bombardımanının (carpet-bomb) 10 yıl içinde 3 milyondan fazla insanın ölümüne yol açtığı biliniyor. Vietnam Savaşı’ndan önce Kuzey Kore’deki bombalamada da neredeyse ülkenin tamamı yok ediliyordu.

Yılda en az 24 milyar dolar silah ihraç eden bir ülkenin özgürlük dağıtması kaçınılmazdır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde 500’den fazla askeri üssü bulunan bir ülkenin sürekli tehdit altında olduğunu düşünmesi de gayet doğal. Ülke gelirinin en büyük pastasını askeri harcamalara ayıran bir ülkenin sürekli düşman üretmesi de.. Tarihine bulunduğu yerin yerlilerini vahşi bulduğu için katlederek, rengini beğenmediği insanları kendine köle eyleyerek başlayan bir ülkenin bugün sadece adını beğenmediği için birini terörist ilan edip dünyanın istediği köşesindeki gizli işkencehanelerine göndermesi de öyle elbette.

İlginç olan tüm bunların bizde uyandırdığı karşılık. Tarihin bunca tanıklığına, bunca kayıtlı veriye rağmen bugün hala dünyada kendinden daha tehlikeli oluşumlar olduğundan bahsedebiliyorsa Özgürlükler Ülkesi Amerika bunu seçilmişlik inancına borçlu olduğu kesin. Peki diğerleri bu manzara karşısındaki sessizliklerini neye borçlu?


* Bu yazı ilk kez Sancaktar dergisinde yayınlanmıştır.

  26.09.2013

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut