Kelebekler, kelebekler, kelebekler..

Nuriye Çakmak

Geçmişin acılarına ağlayacağız elbet, ama sadece geçmişte kalmayacağız. Ferasetli, dirayetli, dengeli ve şuurlu Müslümanlar gerekiyor. Birilerinin acılarımız üzerinden algılarımızla, tepkilerimizle oynamalarına izin vermememiz de hayati önem taşıyor.


SREBRENİTSA’DA YAŞANANLARIN yıl dönümünde İhh İnsani Yardım Vakfı’nın sosyal paylaşım sitesinde bir video yayınlandı. Soykırıma dair orijinal görüntülerdi bunlar. Bosna savaşı yıllarında bir çocuktum. Güzel insanların, güzel Müslümanların, masum ve iyi kardeşlerimin haksızca öldürüldüğünü biliyordum sadece. Bir de babamın çok üzüldüğünü. Kitaplarla dolu salon büfemizde yıllarca iki tane küçük bayrak asılı kaldı. Biri Bosna’nın, biri Çeçenistan’ın. Bu görüntüleri hatırlamıyordum. Sadece 1998 yılında Timaş Yayınlarından çıkan Direnen Saraybosna kitabını okumam bana yetmişti. (Aliya’nın yakın dava arkadaşı olarak bilinen Münir Gavrankapetanoviç’in bu kitabı benim için en unutulmaz okumalarımdan biriydi. Onu Literatür Yayınlarından çıkan Hasan Bayev’in Yemin isimli kitabının yanında tutuyorum. Savaşın tüm tanıklığını yaşamış bir Çeçen doktorun hatıratı. Sanki yıllarca salonumuzda yan yana duran bayraklar gibi birlikte duruyorlar kütüphanemde.) Bu ve benzeri hatıratlar tüm sahneleri beynimde canlandırıyordu. İzlemeye dayanamadığım ama bilmem gereken ayrıntılara birinci elden ulaşmamı sağlayan bir yoldu onlar. O yoldan geçtikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Kalbim ve beynim yara içindeydi. Bundan sonra Bosna savaşıyla ilgili olarak ne izlesem beni şaşırtamamıştı. Taa ki bu videoya kadar.

İlk izleme denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Nefes alamadığımı hissedip sayfayı kapattım. Baştan sona tek seferde izleyemeyeceğime de kanaat getirdim. Bu kadar güçlü bir kalbim yok. Buna rağmen bir sahne mıhlanıp kaldı benliğime. Günlerdir içimde o çocukla yaşıyorum.. Henüz on altısında olmalı. Elleri ve ayakları bağlı. Bir kamyonetin içinde görüyoruz onu. Ne zamandan beri orada olduğunu bilmemiz imkansız. O aşamaya kadar neler yaşadığını da. Biz sadece son anlarına şahit olabiliyoruz. Kamyonetten kendi imkanlarıyla sürünerek inmesi istenen herkesin birkaç saniye içinde öldürüldüğüne şahit olan bir çocuk. Sırasını bekliyor. Öyle mütevekkil bir hali var ki, hiçbir duygu ve düşüncenin bunu kavrayabileceğini sanmıyorum. Sanki diplomasını almak için çağırılan uslu bir öğrenci gibi iniyor kamyonetten. Gel diyorlar, geliyor, dur diyorlar duruyor. Sırtını dönüyor kurşuna dizilmek için. Bundan sonrası benim için siyah bir şerit.. Oradan ötesine geçemiyorum.

Acaba aklından neler geçiyordu. Mart 92’den bu yana yaşanan tonla katliamdan sonra hiçbir şey değişmeden sıranın kendilerine gelmesine şaşırıyor muydu. Mladiç’in ‘silahlarını teslim eden herkesin can güvenliği garanti altındadır’ sözü kulaklarına gitmiştir belki. Ya da bina önüne yığılan insancıklara elindeki megafondan ‘Canlarınız BM’nin güvenliğindedir’ duyurusunu yapan Hollandalı komutanı duymuşluğu vardır. Sonra aynı adamın bir hediye paketi ve bir şişe şampanyayı kucağına alıp kendilerine sığınan tüm halkı ‘Büyük Sırp Günü’ öncesi Türklerden intikam almaya yemin eden ve bu özel günde Sırp Srebrenitsa’sını gerçek sahibi olan Sırplara hediye etmeyi hayal eden insan kasaplarına bırakıp hızla ayrıldığını da biliyordur belki. ‘Barış Gücü’ şimdi tabutların numaralandığı o eski fabrika binasını jet hızıyla terk ederken Mladiç’in nasıl mutlu olduğunu da görmüş olabilir. Ya da hiçbirini görmemiştir. Duymamıştır. Bilmiyordur. Bir önemi var mı. Zira bunların hiçbiri bir insanın ölüme böyle muhteşem bir gidiş sergilemesiyle ilgili olamaz. Bunun ilgili olduğu tek şey, dağ gibi bir iman ve şehadet kadar güzel bir davettir.

Günlerdir içimde o çocukla yaşıyorum. Şehit olduğuna tüm kalbimle inanıyorum. Yine de duyduğum acıyı birileriyle paylaşma ihtiyacı hissediyorum. En güzel tepki annemden geliyor. ‘Ne yaşandığını anlatma, bu sadece üzüntümüzü arttırır. Yalnızca şunu düşün, onlara bu hayattan geçmek için bir pasaport gerekliydi. Varsın o zalimlerin elinden olsun. Muhteşem bir gidişle gittiler, ki zaten gideceklerdi. Sen onların sonunu değil, kafirlerinkini düşün.’ Silkelendim. Çünkü eğer Müslümansam bu videoyu herhangi biri gibi izlememeliydim. Film, o güzel yüzlü masum meleğe kurşunlar isabet ettiğinde bitmiyor bizim için, aksine tam orada başlıyor. Zira gerçek hayat ahiret hayatıdır. Bediüzzaman’ın bu sözüyle beni kendime getiriyor annem. Cennet pasaportu almakla, cennet diploması almak aynı şey. Neden uslu bir öğrenci gibi süzüldüğünü açıklayabiliyorum kendime. O anda meleklerin onu nasıl sardığını düşlemeye çalışıyorum.

Bu düşü sıkı tutmalıyım çünkü bu yaşananlar ne ilk ne de son. Şimdi Suriye’den uçuşuyor masum melekler gökyüzüne birer birer. Yarın kim bilir hangi Müslüman ülkenin başını yemek isteyecekler, kimin üzerinde oyunlar çevirip, kimin masumlarına gözlerini dikecekler. Bilge başkan Aliya’nın dediğini yapmak gerek; “Affedebilmek belki, ama unutmak asla. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”

Diğer yandan unutmamak kadar önemli ‘anlamak’. Daha önce yaşananların soykırım olmadığı açıklamaları yapan Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikolic konjonktür gereği geçtiğimiz aylarda bir özür diledi. Devlet televizyonuna verdiği mülakat sırasında.. Önceki Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadiç de 11 Temmuz 2010'da Srebrenitsa'da düzenlenen soykırımı anma törenlerine katılıp benzer bir özür iletmişti. Bu kişisel sayılabilecek özürlerin resmiyette ne anlamı olduğu ayrı bir konu ama benim dikkatimi başka bir husus çekiyor. Güya Srebrenitsa hassasiyeti göstererek Bosna savaşını unutturmak istiyorlar. Yani 8 bin küsür kişi için özür dileme erdemi gösterildiğinde iş bitecek. 300 bin kişi ne olacak peki? Saraybosna sokaklarında ekmek bulabilmek için evinden çıkan ve iki sokağın arasında keskin nişancıların hedefi olan insanlara yapılan soykırım ya da katliam değil miydi? Pazar yerine atılan bomba unutuldu mu? Uluslararası Kızıl Haç Örgütü verilerine göre Bosna savaşı sırasında ölen sivil sayısı 312 bindir. Tamamına yakını Müslüman Boşnak sivillerdir. 8372 sayısını ezbere bilen ama 312 bin dediğimde boş bakan gözler görüyorum. İşte tehlikeli olan bu. Srebrenitsa’yı hatırlamak, soykırımı unutmamak anlamına gelmez. Soykırımın bir bölümünü unutmamak anlamına gelir. Eskiden bu hassasiyete bile hasrettik. Şimdi ise bu hassasiyet başka bir tehlikenin kapısını araladı. Aynen Gazze için olduğu gibi.

Gazze’nin açık hava hapishanesine dönüştürülmesi, üst üste düzenlenen kanlı operasyonlar, Mısır’ın karışık siyasi durumları nedeniyle düzenli açılamayan kapılar gibi sebeplerle, bir de Mavi Marmara olayının etkisiyle gündemde çokça yer alan Gazze’yi Filistin meselesinin tamamı olarak görme ve gösterme hatasını da seziyoruz ne zamandır. Sözgelimi, özür dilensin, ambargo kalksın bu işi tatlıya bağlayalım! İşgal edilen tüm Filistin toprakları özgürlüğüne kavuşana dek tatlıya bağlanacak bir iş olmayacak. Gayet doğal ve insani bir refleks olan Gazze hassasiyeti üzerinden bile oyunlar dönerken, yaşananları unutmamak, doğru okumak ve doğru yerde durmak çok daha büyük bir önem kazanıyor.

Geçmişin acılarına ağlayacağız elbet, ama sadece geçmişte kalmayacağız. Bosna konusunda, Srebrenitsa konusunda hassasiyet gösteren herkesi tebrik etmekle birlikte halihazırda süren soykırımlar için de aynı duruşu göstermelerini bekliyoruz. Onların cennete uçuyor olması acılarımızı dindirebilir ancak başka acılar yaşanmaması için daha fazlası gerekiyor. Ferasetli, dirayetli, dengeli ve şuurlu Müslümanlar gerekiyor. Birilerinin acılarımız üzerinden algılarımızla, tepkilerimizle oynamalarına izin vermememiz de hayati önem taşıyor.


* Bu yazı ilk kez Sancaktar dergisinde yayınlanmıştır.

  16.09.2013

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut