Şeytan ateist midir?

Oktay Gökkoca

Allah, ulûhiyetini rububiyyeti ile gösteriyor. Dolayısıyla rububiyyetine yapılan her itiraz, dolaylı olarak ulûhiyetine yapılmış oluyor. Rab’liğinin sınırsız olan kapsama alanından koparılmaya çalışılan her parçayla İlâhlığına yeni sınırlar çiziliyor.

Kısaca Şeytan, Allah’a, Sen benim İlâhımsın ancak Rab’liğine itirazım var diyor.



İLK PEYGAMBERİN kıssası, kendisi henüz varlık âleminde olmayıp yalnızca ilm-i İlahîde var olduğu bir zamanda başlar. Allah, yeryüzünde bir halife yaratacağını söylediğinde muhatabı meleklerdir. Bir de onların içinde bulunan İblis. Kıssanın kahramanı Âdem aleyhisselam ise henüz yoktur ortalarda. Sahneye çıkarılacağı zamanı beklemektedir. Allah’ın meleklere hitaben söylediği “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” sözü “onu yaratıp şekil verdiğimde derhal ona secde edin!” emriyle hükme bağlanır. Bildiğimiz ilk imtihan o emirle başlar.

Meleklerin, bu yaratmanın hikmetini öğrenmeye dair dillendirdikleri itiraz tez zamanda teslimiyetle sonuçlanır. Zaten meleklerin emre itaatsizlik etmeye kâbil bir iradeleri söz konusu değildir. İyi ve kötü arasında bir seçimle karşı karşıya kalmalarından da bahsedilemez. Öyleyse imtihan onlar için değildir.

Kimdir ilk imtihanın muhatabı?

İblis. İlk imtihan İblis’indir.

Çünkü Allah Âdem aleyhisselam’ı yarattığında ona secde etmekten kaçınan sadece bir şahıs vardır; İblis. İblis’in iradesi meleklerden farklı olarak iyiyi de kötüyü de seçmeye kâbildir. Aksi takdirde emre itaat etmemesi gibi bir seçenek düşünülemez.

İlk peygamberin kıssasında Âdem’e secde hadisesi şöyle cereyan eder:

Kuşkusuz sizi yarattık, sonra size şekil ve biçim verdik. Daha sonra da meleklere: “Âdem’e secde edin!” dediğimizde İblis’ten başka hepsi derhal secdeye kapandı. O secde edenlerden olmadı.

Allah ona “sana secde etmeni emrettiğim halde niçin secde etmedin?” diye sordu. İblis de “Ben ondan üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” dedi.

Bu ve benzeri ayetlerden İlahî emre itaat etmediği anlaşılan İblis, ilk kibirlenen, ilk lanetlenen olarak huzurdan kovulduğunda artık şeytandır ve Kelâm-ı Ezelî’de çok defa vurgulandığı üzere kıyamete kadar insanın apaçık düşmanıdır.

Aslında şeytan, Âdem’e secde etmemesini gerekçelendirirken, Allah’ın varlığını inkâr etmiyordu. Allah'ı biliyordu. Görüldüğü üzere bizzat O'nunla konuşmuştu. Bununla birlikte kendisini Allah'ın yarattığını da kabul ediyordu.

Demek şeytan bir ateist değildi.

Öyleyse; Allah’ın varlığını inkâr etmiyorsa neyi inkâr ediyordu, neye ayak diriyordu da “Ben ondan üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” sözü onu İblis'ken şeytan yapmış ve ilk kibirlenen olarak Ezelî Kelâm'da lanetle anılmasına yetmişti?

Cevabı yine aynı sözün içinde aramamız gerekiyor.

Allah’ın, Âdem aleyhisselamın şahsında insana secdeyi emretmesinin hikmet noktasındaki arka planında, iki sebep var. Birincisi, Âdem’in âlemlerin/eşyaların isimlerini sayabilme kabiliyeti. İkincisi ise gök, yer ve dağların yüklenmekten korktukları emaneti yüklenebilir bir donanımla yaratılmış olması.

İşte şeytan, sarfettiği bu cümleyle kendisini ve Âdem’i yarattığını kabul ettiği Allah’ın ulûhiyetine doğrudan bir itirazda bulunmamakta, ancak Âdem’in söz konusu iki hikmete binaen takdir edilen üstünlüğüne, kendi lehine itiraz ederek Allah’ın rububiyyetine ayak diremektedir. Yani ibâdet ve itaat edilmeye lâyık tek ilâh olarak Allah’a direk olarak isyan etmemekte, fakat O’nun yarattıkları üzerindeki tasarrufuna, tedbirine, terbiyesine, hükmüne (hikmetine) karşı meydan okumaktadır. Allah’ın hükmüne ve onu bina ettiği hikmete itibar etmeyip, kendi geliştirdiği üstünlük kriterine göre davranışını şekillendirmektedir.

Halbuki Allah, ulûhiyetini rububiyyeti ile gösteriyor. Dolayısıyla rububiyyetine yapılan her itiraz, dolaylı olarak ulûhiyetine yapılmış oluyor. Rab’liğinin sınırsız olan kapsama alanından koparılmaya çalışılan her parçayla İlâhlığına yeni sınırlar çiziliyor.

Kısaca Şeytan, Allah’a, Sen benim İlâhımsın ancak Rab’liğine itirazım var diyor.

Şimdi ben de şeytanı böyle tanıdıktan sonra “İblis dışında gerçek şahıslarla ve gerçek olaylarla ilgisi olmayan” kısa bir hayalî hikâye kurguluyorum kafamda.

****

“İblis, huzurdan kovulduktan ve Âdem ile Havva’yı da günaha bulaştırdıktan sonra bu ilk insanlarla beraber insan sûretinde bir varlık olarak yaşamak üzere yeryüzüne indiriliyor; Çoğunluğu müslüman olan bir ülkede, müslüman bir kültürün içerisinde doğuyor. Nüfus kâğıdında dini İslâm yazıyor. Çocukluktan çıkıp aklı iyi ile kötüyü ayırt edebilir olduğunda dünya imtihanı başlıyor. Ve dünya hayatı boyunca tıpkı huzurdan kovulduğundaki gibi, Allah’ın emrettiklerine, kendisinin ürettiği hikmetlerle! itiraz ettiği şu diyaloglar yaşanıyor:

Allah : Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.

İblis : Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Bize ne Arap’tan, Kürt’ten?

Allah : “O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez”. “Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: Allah dilerse (inşaallah) yapacağım de.”

İblis: Bu işlere Allah’ı karıştırmayın. İnşallahla maşallahla olmaz bu işler.

Allah : “Kurban kes!”. “Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. Güzel davrananları müjdele!”

İblis : Her yıl binlerce hayvan kurban diye vahşice boğazlanıp kanları akıtılarak katlediliyor. Kan akıtmaktan zevk mi alıyorsunuz? Bu merhametsizliktir. Hayvanları keseceğinize, bedelini fakir fukaraya dağıtın yine kabul olur.

Allah : “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zînetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.

İblis: Çağdaş, medeni olmak gerek. Hangi devirde yaşıyoruz? 1400 yıl öncesinde kalmış Arap kültürüne ait kadını köleleştiren çağdışı kılık kıyafetlerden kurtulmak lazım. Bu gericiliktir.

Allah: “Allah hükmü her yerde geçerli olandır.”

İblis: Laiklik var. Kamusal alan var. Herkes kendi vicdanında inancını yaşasın. Kamusal alanda dinin, Allah’ın ne işi var?

Allah: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım. (Namazı ikâme edin, zekat verin, oruç tutun.)”

İblis: Önemli olan kalb temizliğidir. Allah beni biliyor. Kalbin temiz olduktan sonra namaz, oruç çok önemli değil bence.

Allah: “Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir.” “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.”

İblis: Beden benim değil mi? Karnımdakini ister aldırırım, ister doğururum. Kim karışır?

…………

İşte hayatı boyunca, yukarıdaki her cümlesiyle birlikte Allah’a inandığını ve kendisinin de “elhamdülillah müslüman” olduğunu söyleyen İblis, gün gelir yaşlanır, bir sebepden ölür. Cenazesi bir müslüman gibi yıkanır, camide cenaze namazı kılınıp müslüman kabristanına defnedilir.”

****

Hikâye burada bitti. Ağır mı oldu bilmiyorum. İblis’ten başkası üzerine almasın. Hikâyenin bir kurgu olduğunda, İblis dışında gerçek kişiler ve olaylarla ilgisi olmadığı konusunda ısrarlıyım!

Bu yazıyı bir sonuç paragrafı yerine, yazıyı ve içindeki kısa kurgu hikâyeyi aklıma düşüren bir başka paragrafla sonlandırmak istiyorum. Söz konusu paragraf, Bediüzzaman’ın, 1943-1944 yıllarında tutuklu bulunduğu Denizli hapishanesinde telif ettiği Meyve Risalesi’nin dördüncü meselesinden.

“Herkesin, İmân mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer İmân vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”

Bu paragrafta bahsi geçen kırk ölümün, çoğunlukla gayr-i müslimlerin yaşadığı bir coğrafyada vukû bulmadığını bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

  14.09.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut