Şam'ın kuşları

Nuriye Çakmak

İnsan, Müslüman kardeşlerimize yapılan zulümlere ses veriyor olmamız bizi diğer haksızlıklara karşı sessiz yapmıyor. Aksine. Peki siz, hayvanlar kadar değerli değil mi Müslümanlar kardeşleriniz? Bu sorunun cevabını verebilir misiniz?


GECE, İNSANIN sığındığı bir örtüdür. Uyku ise en korkunç canlının dahi masum olduğu an. Acizlik ve savunmasızlıktır bir anlamda. Bu sebeple uykusunda dahi katil olanlar için elverişli bir imkan olmasından korkulur. Ve ne yazık ki korkulan olur.. Şam’ın Guta bölgesi, o fakir banliyöler yeni bir utancın resmi oldu. Kara gecelere bir yenisi daha eklendi ve kainatın uyuduğu, suyun, masumun, kuşların uyuduğu ama zalimin, düşmanın uyumadığı tescillenmiş oldu..

Birkaç gün önce Sancaktar için yazdığım yazının başlığını şöyle atmıştım, ‘Nil ağlarken gülemez İstanbul, Şam’ın kuşları vurulurken kırılır kanadımız’. Bunları yazarken bilmiyordum Şam’ın kuşlarının çırpınarak can vereceğini. Minik serçeler gibi cennete uçuşacaklarını bilmiyordum.. Sadece Nil için yazarken Şam’ı unutamazdım. Unutturmadılar da.

Mısır’ın Esma’larını namazda, Şam’ın yavrularını uykuda buldular. Yüzer yüzer öldürmeye ne gerek varmış dediler birbirilerine bakıp. Biner biner de oluyormuş. Dünya aynı sessizliği koruyormuş. Sisi yapar da Esed yapamaz mı, dediler. Ne basit oyunlar değil mi. Suçu bir de muhaliflere atmak istediler. Sanki BM’nin yıllardır tek hayra yaramamış oyuncularının Suriye’de bulunması muhalifler için önemli bir gelişmeymiş gibi. Onlar ilk günden beri ‘Allahım senden başka kimsemiz yok’ diyor, anlamıyor musunuz? Bu sadece ipi diğer katillerin elinde olan, onlarsız bir hiç olan sizlerin hesabı olabilir. Ancak size yakışır minicik yavruları uykularında avlamak. Bu sizin tarihinizin özeti, bu sizin geçmişte yaptıklarının güncellenmiş halidir ancak.

Haber ilk geldiğinde, yine yeni bir güne korkunç bir acıyla uyandığımızda, hissettiğim ilk şey sanki vücudumdaki tüm kemiklerin aynı anda kırıldığı hissiydi. Hala kendime gelebildiğimi sanmıyorum. O kardeşlerimin yaşadığı acının boyutlarını tahayyül bile edemiyorum. Dünya üst üste bunca acıyı o yorgun omuzlarında daha ne kadar taşıyabilecek bilmiyorum. Çocuklar mutlu olduklarında sanki birazdan havalanacak bir kuşmuşçasına çırpınırlar, ölürken değil.. Bunu nasıl sindireceğiz. Birkaç saat önce yatırdığı yavrularının cansız bedenleri elinde olan o babanın kızına ait son hatırasıyla yaşamaya nasıl devam edeceğiz..

Daha katliam henüz gerçekleşmiş. Vakit gecenin bir yarısı. Amatör kameraman eve giriyor. Işık yok. Sadece kameranın cılız ışığı. Nasıl olup da aklına mukayyet olduğunu düşündüğüm o baba kızını kucaklamış. Diğer kızının yanına yatırıyor. Sadece çocuklardı diyor. Sadece çocuk. Yüzlerine bakın diyor. O soğumuş, o güzel, o masum, o ölü.. Babalarının ellerine cevap vermiyor çocukların yüzleri. Hemen eski hallerini alıyorlar. Hiçbirini izlemeye asla cesaret edemediğim halde takılıp kaldığım bu kısacık kayıt şöyle bitiyor ve beni milyonuncu kez vuruyor. Kucağındaki kızını kast ederek diyor ki, ‘Gece yatmadan önce yanıma geldi. Ben de ona biraz yemek verdim. Ve ne dedi biliyor musunuz. Şu küçücük çocuk ölmeden önce son olarak ne dedi biliyor musunuz?! Baba bu gece yemek sırası bende değildi ki?...’

Baba, sonrasını tam olarak dinleyemediğim sözlerine açlık, ambargo gibi kelimelerle devam edip, kameraman sürekli ‘Hasbunallahi ve niğmel vekil’ derken bitiyor kayıt. Bitiyor sahne. Kapanıyor perde. Haydi yaşamaya devam edin. Haydi susmaya. Haydi hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam edin. Ya da bir adım ileri gidin, o üst düzey yorumlarınızı eksik etmeyin. Tahlil edin olayı. Hükümlere varın sonra. Nerede olduğunu bilmediğiniz vicdanınıza sürün ahkamlarınızı. Sıcak yatağınıza yatın ve uyuyun sonra. Nasıl olsa gelmez gözünüzün önüne bu yavrular. Nasıl olsa sizi bulmaz kurşunlar, gazlar. Nasıl olsa ölen sizin yavrunuz değildi. Nasıl olsa siz hala Suriye’de Müslümanların Müslümanları öldürdüğünü düşünüyorsunuz. Nasıl olsa herkes suçlu. Bir siz masumsunuz.

Mısır bir yandan, Suriye bir yandan. Filistin her daim. Çok can sıkıcı oldu değil mi şu güzelim yaz günü. Onların dertleriyle dertlenen şu ‘aşırı dinciler’ amma tantana yaptı. Gazeteler, televizyonlar, haberler.. Ancak keyfinizi kaçırıyor. Elin Arabından, dünya siyasetinden size ne oysa. Sizin gündeminizde nerede tatil yapacağınız, yeni sezonda hangi dizinin hangi kanalda olacağı gibi hoş ayrıntılar olmalı. Haklı olabilirsiniz. Dünyanın geri kalanı da tam olarak sizin gibi düşünüyor aslında. Ne yaşanırsa yaşansın Esed birkaç ağaç kesene dek Suriye’ye ilgi duymayacak olan, darbeye darbe, katliama katliam diyemeyen, silahsız insanların öldürülmesine çatışma, toplu katliama operasyon diyen dünya medyası tam da size hitap ediyor galiba.

Bu acılarla yüzleşmek, onlar için karınca kararınca birkaç adım atmak, emek vermek, dertleriyle dertlenmek, dua dua birikmek, beddua olup inmek yerine inkar etmeyi, ilgisizliği ve kaçmayı, olabildiğince uzak durmayı seçmek de bir tercih elbette. Bu tercihi İslam ile bağdaştırmayı başarabiliyorsanız sizi tebrik etmek düşer bize. Biz, bir avuç insan konsolosluk önlerinde protesto yapmayı biliriz ancak. Parklarda toplu namaz kılar, toplu dua ederiz. Sayfalarımız zulüm gören insanlarla doludur. Her daim bir yanımız buruktur. Size göre oldukça gereksiz, etkisiz ve saçma hareketler içindeyizdir yani. Kendi adıma sizin gibi olmayı başaramadığımı itiraf ediyorum. Şu soğukkanlılığınıza, siyasetler üstü o yüce duruşunuza imrenmem mi gerek bilmiyorum.

‘Muhafazakar’ bir arkadaşın sosyal medya sayfasına tevafuk ettim geçen gün. İçi yaralanmış ya da bakıma muhtaç sokak hayvanlarının resimleriyle doluydu. Büyük incelik. İnsan bakmaya bile dayanamıyor, elbette ki tebrik edilecek bir hassasiyet bu. İlginç olan şu, aynı sayfada ne Suriye için, ne Mısır, ne Arakan için tek bir satır yoktu. Bazen düşünüyorum, İslamın bize sağladığı her canlıya karşı merhamet, korumacılık ve sorumluluk hissi böyle mi olmalıydı. Zannederim sokaklara, camilere, bahçelere sıra sıra dizilen şu kadar masum insan cenazesi yerine kedi, köpek ölüsü dizilmiş olsaydı bazı insanlar şimdi verdikleri tepkinin onlarca katı bir tepki verecekti. Kim isteyebilir bir hayvanın öldürülmesini, ona eziyet edilmesini. Kim sessiz kalabilir böyle bir vahşete. Bizler değil. İnsan, Müslüman kardeşlerimize yapılan zulümlere ses veriyor olmamız bizi diğer haksızlıklara karşı sessiz yapmıyor. Aksine. Peki siz, hayvanlar kadar değerli değil mi Müslümanlar kardeşleriniz? Bu sorunun cevabını verebilir misiniz?

Cevapsız sorular, duvağı açılmamış acılar, zulüm, kan ve göz yaşı dolu günler.. Yaşamanın, insan olarak, Müslüman olarak yaşamanın bedeli her geçen gün artıyor sanırım. Ya bunca geceden sonra pırıl pırıl bir sabah doğacak. Ya da bu ağıtlar kıyametimiz olacak. Bilemiyorum. Bir zaman önce aşağıdaki şiiri süslemek için uygun bulduğum Emevi Camii avlusunda binlerce kuşun kanatlanmış halde resmedildiği o kareye bakıyorum şimdi uzun uzun..

“Yeniden doğuş, diriliş suru çalınca / Benim geri döneceğim şehir Şam'dır

Bir Başşehre döner gibi dönecek askerler / Belki yorgun, fakat neşelerin en neşesiyle”

Ben Şam’ı Bin Yıl Öncesinden Bilirim - Sezai Karakoç / Alınyazısı Saati


* Bu yazı ilk kez Sancaktar dergisinde yayınlanmıştır.

  02.09.2013

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut