Farktaki 'fakr'

Oktay Gökkoca

İster birey olalım, ister kavim ya da millet olalım, diğerlerinden başka mizaçlarda, diğerlerinden farklı kabiliyetlerde yaratılışımız, bizi ne çamurumuzun ne de hamurumuzun diğerlerinden üstün olduğu sonucuna götürüyor. Bilakis âciz, fakir ve yardıma muhtaç olduğumuzu kanıtlıyor. Muhtaç olduğumuz yardımın, damarlarımızdaki “asil” kandan değil, Rabbimizin rahmetinden ve kudretinden “ötekiler” vesilesiyle geleceğini söylüyor.


VARLIĞA, VARLIĞIN mâhiyetine, birbirleriyle etkileşimlerine dair bilinmeyenleri ortaya çıkaran, çözülmeyenleri çözen, görülmeyenleri görünür hale getiren her insan bir bakıma fıtrat kâşifidir bence. Fiziğin, kimyanın, matematiğin, biyolojinin, astronominin ortaya koyduğu her formül, her bağıntı da varlığa ait bir fıtrat keşfidir aynı zamanda.

Bediüzzaman da bir fıtrat kâşifi. Belki matematiğe, fiziğe, kimyaya, biyolojiye, tıbba dair “uzmanlık” derecesinde bir ihtisası yok. Mesela bir incir çekirdeğinin DNA’sını çözümlememiş belki. Ama o dna programının koca bir ağacı içinde sakladığını biliyor. Belki fiziğin hareket kanunlarına ait matematiksel formülleri bilmiyor. Ama zerrenin de yıldızların da aynı kanunla hareket ettiğini ve kendileri için takdir edilen bir kemâle doğru ilerlediğini biliyor.

Bununla birlikte onun da ihtisas sahibi olduğu, fıtratını bütün ayrıntılarıyla çözdüğü bir alan var elbette. İnsan ve insanın mâhiyeti. Emelleri, hayalleri, ihtirasları, zaafları, noksanları ve kusurlarıyla insan. Ve cüzleri insanlar olan toplumların, kavimlerin, milletlerin içtimâi düsturları, aralarındaki münasebetlerin, etkileşimlerin kuralları Bediüzzaman’ın ihtisas alanı.

Esasında Risâle-i Nur baştan sona, genelde kâinata özelde insana dair fıtrat keşifleri yapıyor. İşte bu keşiflerin birinde insanın sosyal hayatını istikametli bir çizgide yaşayabilmesi için doğru şifreleri çözen iki kısa cümleyi bir formül kolaylığında bize sunuyor Bediüzzaman.

Şöyle diyor ilk cümlede. “Temasül tezadın sebebidir”. Yani birbirine benzemek zıtlığı netice verir. Düz mantığa ne kadar da ters. Birbirine benzemek ve zıtlık. Ama biraz düşününce ne kadar da mâkul. Tektipleştirilmeye çalışılan toplumların kutuplaşmaları bu tespiti yeterince doğrulamıyor mu?

Mesela bir toplumdaki tüm bireyler, aynı giyim ve yemek zevkine sahip olsalardı, gelenek-görenek ve âdetleri tıpa tıp aynı olsaydı, her meseleye aynı zâviyeden bakıyor olup her soruna aynı çözümü öneriyor olsalardı, böyle bir toplumda “bir”lik değil, ayrılık baş gösterecekti. İnsanlar birbiriyle iletişim kurma, birbirini tanıma ihtiyacı duymayacaktı. İnsan, kendisiyle aynı olanın nesini tanısınki? Tek tip olanların birbirine katacağı yeni bir şey yoktur. Dolayısıyla birbirinin aynısı olanların bir araya gelmesinden kaynaşma değil ayrışma çıkar. Halbuki insanın fıtraten farklı olana ihtiyacı ve meyli vardır. Bu nedenle farklı olanı merak eder, onunla iletişim kurup tanışmak ister.

Mıknatısın aynı kutuplarının birbirini itmesi, farklı kutuplarının birbirini çekmesi gibi.

Mesele buraya kadar hâlâ muğlak ve anlaşılmaz görünüyor olabilir. Bu nedenle ikinci cümleye geçelim. Birinci cümleyi tamamlamak için devam ediyor zamanın bedii. “Tenasüp tesanüdün esasıdır”. Yani yardımlaşmak için uyumluluk gereklidir. Uyumluluk, ahenk ise tek tip olanların, birbirinin aynısı olanların değil farklı olanların bir araya gelmesiyle meydana gelir. Hepsi kırmızı, hepsi yeşil ya da hepsi mavi olan çiçeklerin ahenginden, uyumundan bahsedilebilir mi?

Aslında işin ucu, insanın çok şeye ihtiyaç duyar halde yaratılmasına ve kendi bilgisi ve kabiliyetleri ile bu sınırsız ihtiyaçların en fazla bir kaçını karşılayabilir olmasına dayanıyor. Yani insanın tüm ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için başkalarının yardımına ihtiyacı var. Kendisinde olmayana sahip olanların, kendisinden farklı kabiliyette olanların yardımına.

Biraz daha açalım.

Bir insan doktor olmakla birlikte aynı zamanda araba tamircisi, aynı zamanda ayakkabı imalatçısı, aynı zamanda fırında ekmek pişirme ustası, aynı zamanda berber, aynı zamanda marangoz ya da mobilya ustası, aynı zamanda terzi olamıyor mesela. Ama otomobilini tamir ettirmeye de, günde üç öğün ekmeğe de, traş olmaya da, oturup yatacağı mobilyaya da, üzerini örtecek elbiseye de ihtiyacı var.

Öyleyse yardımlaşmanın esası olan uyum, farklı olanların birlikteliğiyle meydana geliyor. Herkesin, kendinde olmayan için kendinden farklı olana muhtaç olduğu bir birliktelik. Farklılıkların ahengiyle “bir”liğe ulaşılan bir beraberlik.

Bireyler arasındaki ilişki için durum böyleyken kavimler, milletler arasındaki ilişkiler için de aynı kanun geçerli. Ve bu kanunun hikmetini Rabbimiz sözlerin en güzelinde, Hucurât sûresinde şöyle beyan ediyor bizlere:

“Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Hem sizi, birbirinizle tanışasınız diye topluluklar ve kavimler haline getirdik. Haberiniz olsun ki Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Kesinlikle Allah bilendir, haberdar olandır.”

Demek Rabbimiz, âdemoğlunu farklı iklimlerde, farklı coğrafyalarda, farklı renklerde, farklı dilleri konuşan, farklı kültürler ve medeniyetler üreten ayrı ayrı kavimler halinde yaratıyor ki birbirlerini merak etsinler, merak ederek birbirleriyle iletişim kursunlar, tanışsınlar ve bu tanışma sayesinde her biri kendi mizacıyla kültüre, medeniyete, maddi ve manevi terakkiye dair ürettikleri metâları diğerleriyle paylaşsınlar, onlardan da kendi üretemediklerini alsınlar. Böylece kesrette vahdeti göstersinler.

Sözün özü, ister birey olalım, ister kavim ya da millet olalım, diğerlerinden başka mizaçlarda, diğerlerinden farklı kabiliyetlerde yaratılışımız, bizi ne çamurumuzun ne de hamurumuzun diğerlerinden üstün olduğu sonucuna götürüyor. Bilakis âciz, fakir ve yardıma muhtaç olduğumuzu kanıtlıyor. Muhtaç olduğumuz yardımın, damarlarımızdaki “asil” kandan değil, Rabbimizin rahmetinden ve kudretinden “ötekiler” vesilesiyle geleceğini söylüyor.

Farklılıklarımız kibirlenelim diye değil, aczimizi ve fakrımızı görüp yardımlaşalım diye var. Üstünlükse ancak takvâda.

  27.08.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut