Nil ağlarken gülemez İstanbul. Şam’ın kuşları vurulurken kırılır kanadımız..

Nuriye Çakmak

NE KADAR kolay, ne kadar çok ve kadar sessiz ölüyor Müslümanlar. Anlaşılan ölüm, İslama gayet uygun bir şey. En çok da Müslümanlara yakışıyor o yüzden. Bosna, Çeçenistan, Afganistan, Irak, Filistin, Suriye, Mısır.. denilince, fotoğraflardan gördüğüm şehit yüzleri geliyor gözümün önünde. Yaşayan bir anım yokmuş gibi onlarla ilgili. Beynimin odalarında kaç tane kefeni içinde gülümseyen yüz saklı kim bilir. Mesaj açık, ölüm güzeldir..

Şehadet güzel, zulüm kötü. Esma’nın gülümseyen yüzü kadar güzel hem de. Eli kolu bağlı oturmak, canlı yayından katliam izlemek, şehitler göğe doğru bembeyaz kuş tüyleri gibi uçuşurken kıpkırmızı kanlardan önünü görememek. Bu zor. Sabrın sonu selamet, sabretmek zor. Büyük büyük sözler sarf etmek kolay, arkasında durmak zor. Dava sahibi olduğunu söylemek kolay, bedel ödemek zor..

İhvan’a bakıyorum zor olan ne varsa yaşamış yıllar yılı. Yılmamış. Ne kadar bedel varsa ödemiş, hesabı bitirememiş. Tek bir kurşun atmadan bunca düşmanı yıllarca nasıl bu kadar korkuyla titretebildiğini düşünmek lazım. Ki insan yetiştirmenin önemi anlaşılsın. Öyle bir hakikate bağlanmış olun ki, hiçbir zorluk sizi yıldıramasın. Her gün bir İhvan yöneticisinin evlat acısı haberi geliyor şimdilerde. En son Hasan el Benna’nın torununun fotoğrafıydı gördüğüm. Söylememe gerek var mı, o da gülümsüyordu. Eğer bir hareketin liderlerinin çocukları, torunları aynı yoldan yürümüyorsa, aynı dava için bedel ödemiyorsa o hareket asla başarıya ulaşamaz. Daha kendi ailesine tesir edemeyen bir duruş ümmete ne vadedebilir ki?

Sabah namazında kurşuna dizilenleri gördük, camide kuşatmaya alınanları. Şehit edilenlerin masum ve temiz naaşlarının yakıldığını, çalındığını. Hastaları taşıyan ambülansların vurulduğunu, sahra hastanesinin ateşe verildiğini, beyninden dört kurşunla vurulmuş insanlar için ‘intihar etmiştir’ belgesini imzalamadan naaşların teslim edilmediğini. Camilerde şehit cenazesinden namaz kılacak Müslümanlara yer kalmadığını. Suç aleti olarak meydandan kasa kasa Kuran’ı Kerim mushafları toplandığını da..

Elinde zikirmatikle şehit edilmiş bir masumun bıraktığı yerden devam ediyorum; 673, 674, 675. Tesbih çekerken, Kuran okurken, namazda.. ölmek için muhteşem fırsatlar bunlar. Ve zalimler bu fırsatları hiç kaçırmadı. Sırpların yaptıklarından bir farkı yok bunların veya İsrail’in. Esed’in şebbihalarından alışmıştık gerçi kayıtta adı Müslüman olarak geçen birinin bir diğer Müslümana neler yapabildiğini, bir ordunun kendi halkına karşı en alçak düşmandan çok daha fazla alçalabildiğini görmüştük. Mısır’da temize çekmiş olduk. Demek diktatörlüğün birinci şartı halkına düşman bir ordu kurmak, ülkenin gelir pastasını onlara hibe etmek, medyanın ipini ellerini verip, canı istediğinde katliam emri vermekmiş.

Elden gelen bir şey yok, işleyiş her daim böyle, içimizden en güzellerimiz, en iyilerimiz, en saflarımız seçiliyor. Şehadetle diriltiliyorlar. Ve onların hatırına ölü ümmetler de yeniden haşrediliyorlar. Her şehit haberinden sonra daha bir doluyor meydanlar. Gazilerin vücudundan akan her damla kan yeniden diriltiyor toprağı. Keşke böyle olmasaydı. Keşke bedelsiz, keşke kansız olsaydı. Keşke ölerek değil yaşayarak layık olsaydık zaferlere. Ama üzerimizdeki gaflet örtüsü ancak böyle acılarla aralanıyor artık. Ölüm geliyor ve üzerimizdeki ölü gaflet perdesini aralıyor usulca. Aşinalık kazanıyoruz acılara, daha bir bileniyoruz zulümlere. Ve ümmet kadar büyüyor kalbimiz.

Oysa onlar yaşarken korktuklarından öldürerek kurtulacaklarını sanıyorlar. Farkında olmadan onları tüm Müslümanlara mal etmiş oluyorlar aslında. Furkan sadece çevresindekileri aydınlatan bir kandildi Mavi Marmara’ya binmeden önce. Esma sadece Mısır’daki tanıdıklarına parlayan bir mücevherdi. Furkan’ı eşsiz zekasını taşıyan beyninden, Esma’yı Rasullulaha şiirler biriktiren göğsünden vurdular. Onlar düşünen ve hisseden gençlerden, temiz simalardan, fedakar ve korkusuz yiğitlerden korkuyorlar. Korktukları zaman silahlarına sarılıyorlar. Ve olan oluyor! Bütün genç kızlar Esma, bütün delikanlılar Furkan oluyor. Birken bin oluyorlar. O dünyalar güzeli gözlerinden yeni dünyalar kuruluyor. O tertemiz alınlarından yeni gençler doğuyor.

Ve tüm bunlar olurken biz izlemek, durup beklemek durumunda kalıyoruz. Ne yazık ki mazlumlara uzanamayan çaresiz ellerimiz, zalimlere de uzanamıyor. Dergah-ı ilahiye kaldırıp ellerimizi diyoruz ki, “Ya rab, eğer bir mahkeme-i kübra olduğuna inanmasak dayanamazdık bunca haksızlığa. Eğer sonsuz bir cehennem olduğuna inanmasak, dayanamazdık bunca zalimlere, canilere. Eğer senin rahmetine inanmasak, yüz bulamazdık dua etmeye.. Bizi bedelsiz, bizi lütfunla affeyle, tertemiz şehitlerin hürmetine...”

(Son söz niyetine: Mısır Direnişi’ni tüm kalbimle tebrik ediyorum. Ülkemin verdiği tepkiyle iftihar ediyorum. Kardeşliğin, ümmetin hakkı budur. Ancak Mısır’a gereken tepkiyi verip Suriye konusunda sessizliğini koruyan kardeşlere bir hatırlatmada bulunmak gerekiyor; Suriye sizin üvey kardeşiniz değil.)


* Bu yazı ilk kez Sancaktar dergisinde yayınlanmıştır.

  26.08.2013

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut