Arşiv

Kaostan Kozmoza... Anlam Ararken…

tercüme:

HÜDA HATTAB

Bütüncül, incelikli, zihnin, bedenin ve kalbin Cenab-ı Hakka kulluk ettiği bir küllî ibadet olarak namaz; Ramazan orucundaki disiplin; tesettür emrinde tecessüm eden saygınlık ve vakar; İslâm’ın en sade ve buna mukabil en esaslı öğretisi olarak Tevhid... Hepsi de beni İslâm’a çeken unsurlardı.



PEK DE dindar olmayan Protestan bir ailede yetiştim. Babam dinle hiç ilgilenmezdi, ama annem hepimizin Pazar Okuluna gitmemizi ve temel bir Hıristiyan kültürü edinmemizi sağladı. Çocukluğumdan beri hep Allah’a inanıyordum, her fırsatta kiliseye giden biri olarak ergenlik çağına girdiğimde dindar biri idim. Kilisede öğrendiklerimi kalbime yerleştirdikçe, birçok akranımın müptela olduğu sigara, içki, uyuşturucu ve erkek arkadaşlar edinme gibi soytarılıklara bulaşmadım.

Devam ettiğim kilisenin dinî öğretilerine açıktan hiç itiraz etmemiş olsam da, zaman içinde bu kilisenin akidelerini sorgulamaya başladım ve kafam karıştı. Çok önceleri Ahmed Deedat’ın ismini duymuştum, ‘Jonah işareti’ meselesi benim canımı sıkmıştı. İsa Mesih kabirde üç gece kalmışsa ve İncil’in anlatımları Hz. İsa’nın vefatının Cuma günü ikindi vakti, haşrinin ise Pazar gününün ilk saatlerinde vuku bulduğunu tasvir ediyorsa, ortada karışık bir durum var demekti. Aradaki süre üç gün üç gece değil, iki gece ve bir gündü çünkü. Öyleyse neden bütün Hıristiyan dünyası üç gün üç gece ara bırakmayarak yanlışlığı apaçık sırıtan bir hata yapıyor ve Paskalya’yı bu şekilde kutluyordu?

Paskalya Pazarının hadiseleri, benim devam ettiğim kilisenin itikadları arasında merkezî bir özelliğe sahipti. Paskalya Pazarına dair anlatılanlar bir anlam ifade etmiyorsa, gerisi nasıl doğru olabilirdi ki? Bu, benim zihnimdeki şüphelerden yalnızca biriydi. Kilisenin gün görmüşleri bu şüphelere cevap veremiyor, sadece inanmam gerektiğini söylüyorlardı. Bunu kabul edemezdim; en önemli akide dikkatli bir inceleme sonucu çöküvermişti. Bu hayalî temel üzerine daha ne bina edilebilirdi ki?

O dönemde, Londra’da Arapça öğrenmek için evden ayrıldım. Dilleri seviyordum, ne var ki ‘farklı birşey yapmak’ istiyordum. Orta Doğuya biraz ilgi duyuyor, Arapça’yı da ticaret, petrol ve politikadan dolayı önemli bir dünya dili addediyordum. Aynı zamanda, devam ettiğim kilisede birçok Siyonist yanlısı görüş duymuştum; ve Arapça’ya çalışmakla, duyageldiğim hikâyenin diğer yüzünü de öğrenebileceğimi düşünüyordum.

Öğrenmesi epey zor olmasına rağmen, bu dil beni büyüledi. Katıldığımız kurs, birinci gün bütün alfabeyi öğrendiğimiz, çok ev ödevi yapmak zorunda olduğumuz, okuma için yeni kelimeler öğrenmeye hazırlıklı olduğumuz, ikinci gün ise kelime dağarcığı edindiğimiz ve gramer öğrendiğimiz yoğun bir kurstu. Oryantalist bakış açısıyla verildiğinden dolayı bize öğretilen bu tarihi daha sonra yeniden öğrenmek zorunda kalsak da, dil çalışmalarının bir temeli olarak, İslâm’a dair de birşeyler öğrendik. Öğretmenlerimizden biri, bize dininden söz etmekten zevk alan dindar bir Müslümandı. Esasında, sınıftakiler, zor olan kelime dağarcığı sınavını mümkün mertebe geciktirmek için İslâm’a dair saptırıcı sorular yöneltmeyi planlarlardı.

İslâm’la önce sadece akademik açıdan ilgilendim. Ne var ki, çok geçmeden bu ilgi kişisel bir nitelik kazandı. Görüşleri bana kilisede öğretilmiş olan fikirlerden hep daha çok anlamlı gelen saygıdeğer Mısırlı bir hanımefendiyle dinî müzakereler yaptığımızı hatırlıyorum. Noel için evime gittiğimde, kilisedeki gençlerin davranışlarının üniversitede tanıştığım dindar olmayan insanlarınkinden pek farklı olmadığını gördüm. Öyle görünüyordu ki, dinleri hayatlarında bir fark husule getiren tek insan grubu, tanıştığım, dinlerini yaşayan Müslümanlardı.

Buna mukabil, o sıralar İslâm’ın sadece Arap dünyasının, Asya ve Afrika ülkelerinin dini olduğu fikrini taşıyordum hâlâ. Avrupalı ve Amerikalı Müslümanların da var olduğundan haberim yoktu. Bildiğim tek İngiliz Müslüman yarı yarıya Japon’du ve evliliği nedeniyle Müslüman olmuştu. Daha sonraları İngiliz Müslümanların da var olduğunu, hatta hicap giyen İngiliz kadınların bile var olduğunu öğrendim.

Merakımdan dolayı, Regent’s Park Mescidini özel bir vesileyle ziyaret ettim. Üst kata, kadınlar salonuna girdim. Hintli bir hanımefendi beni çok samimi karşıladı, sorularıma cevap verdi; ne var ki, bana hiçbir şekilde baskı yapmadı. Artık İslâm’a girmiş olan Batılılar ile tanışmak, onların yaşadıkları tecrübeyi öğrenmek istiyordum. Oradaki hanımlar beni Müslüman olmuş Amerikalı bir hanımla tanıştırdılar. Bu hanım bana zaman ayırdı ve birçok sorularıma cevap verdi.

Daha sonra, Paskalya tatilinde evime gitmem gerekti. Bu sayede ailemin ve arkadaşlarımın ağızlarını yoklamaya çalıştım. Arkadaşlarımdan biri durumdan işkillendi ve bende Müslüman alametleri gördüğünü söyledi. Diğerleri destekleyici bir tavır sergilediler ve “Bu senin için doğruysa yap, Allah sana nezaret edecektir” dediler. Annem ilkin memnun değildi, fakat onunla uzun uzadıya konuştuk. Kendisinin birçok soruları vardı ve iç dünyamda neler olup bittiğini anlayabilmek için benden kitaplar istedi.

Paskalya tatilinde Cuma günü ve Pazar sabahı kiliseye gitmedim. O sayede annem sormak istediği bütün sorularını sordu, beni de Pazar akşamındaki ayine gitmeye nazikçe zorladı. Gittim, ama ilahilere eşlik etmedim; olup bitenden ilgimi keserek orada sessizce oturdum.

Ertesi gün Londra’ya döndüm ve onu izleyen Cuma günü İslâm’ı kabul etmek için camiye gittim. Bir yabancının bilebileceği herşeyi bilen biri konumuna zaten daha önce gelmiştim. Hatta, arkasından neyin geleceğini görebilmiş olan bir tanıdığın tavsiyesi üzerine Fatiha sûresini bile ezberlemiş haldeydim. O gün, ya ileri gidip İslâm’ı kabul etme ya da geri dönüp onu sonsuza dek unutma noktasında olduğumun farkına vardım. Beni İslâm’a bir tek şeyin çektiğini söylemek güç... Bütüncül, incelikli, zihnin, bedenin ve kalbin Cenab-ı Hakka kulluk ettiği bir küllî ibadet olarak namaz; Ramazan orucundaki disiplin; tesettür emrinde tecessüm eden saygınlık ve vakar; her ulustan insana açık olan bu dinin evrenselliği; İslâm’ın üzerine kurulu olduğu beş esas, İslâm’ın en sade ve buna mukabil en esaslı öğretisi olarak Tevhid... Hepsi de beni İslâm’a çeken unsurlardı.

Yeni inancımın bütün bu veçhelerini keşfetmeye çalışırken, hayatımın taşları yerine oturmaya başladı. Manen kendime geliyor gibiydim. Yine de, İslâm gemisi de fırtınalara maruz kalıyordu. Nitekim, İslâm’ı kabul ettikten sonra, bir tükenme halet-i ruhiyesi yaşadım. Zira bu, bazı bakımlardan, hayatımın en zor kararıydı. Benim için doğru bir karardı, ama kolay bir karar da değildi. Birçok Müslüman—maalesef hepsi değil—beni güzel bir karşılayışla karşıladılar, ama bazılarının bu dine yeni girenlere mesafeli davrandıklarını görüyordum. Allah’tan ki, doğru yolda sebat etmemi sağlayan ve bu güçlükleri aşmamda bana yardımcı olan başka kimselerle de tanışmıştım.

İhtida öykümü okuyanlar arasında İslâm’ı kabul etmeyi düşünenler varsa, onlara bunun büyük bir adım olduğunu, ne var ki bundan emin olunduktan sonra bu yolda ilerlenmesi lazım geldiğini anlamalarını tavsiye ederim. Etrafınızdaki insanlar size tepki gösterecekler, maalesef Müslümanlardan bile menfi reaksiyonlar olacak, ama aldığınız olumlu tepkilerden dolayı da umulmadık derecede mutlu olacaksınız. Müslümanların hemen hepsi sizi samimi bir şekilde karşılayacaklar; gayrimüslim arkadaşlarınız bile ulaştığınız karardaki cesaretinizden dolayı size hayranlık duyacaklar.

Şahsen, kendi İslâm’a giriş tecrübem sonucu, gerçek arkadaşlarımın kimler olduğunu öğrenmiş oldum. Kimi beni birdenbire bıraktı; başka bazıları ise şaşırdı, büyülendi ve bana yığınla sorular sordu. Bazıları yeni adımın ne olduğunu sordu. Israrlı olmasam da, onu kullanmak istiyordum. Bir Hıristiyan bana hâlâ Allah’a inanıp inanmadığımı sordu. Ben de “Elbette!” diye cevap verdiğimde, “Pekalâ, zararı yok öyleyse!” dedi.

Artık, Allah’a şükür on yıllık Müslümanım, başka bir hayat tarzı içerisinde yaşamayı tasavvur bile edemiyorum. Hâlâ sokakta dik bakışlara maruz kalıyorum ve hakkımda çeşitli yorumlar yapılıyor. İnsanlar bana hâlâ bir yabancı gibi bakıyor, ve hâlâ daha “Senin gibi zeki bir kadın nasıl böyle korkunç derecede baskıcı bir dine girebildi?” türünden sorulara muhatap oluyorum. Onlara elimden geldiği kadar izahlar getirmeye çalışıyorum. Ki, Müslüman kadınların kıyafetlerinin faydaları ya da kadınlarla erkeklerin birbirleriyle yüz-göz olmadığı hayat tarzımızın hikmeti gibi hususları dile getirdiğimde, çoğu insan bunun makul olduğunu söylüyor. Bazen, tatillerini İslâm ülkelerinde geçirmiş ve İslâm’dan çok etkilenmiş kimselerle karşılaşıyorum. Bana sorular sormaktan memnun kalıyor, bu dine olan saygılarını dile getiriyor ve dar kafalı, ırkçı komşularından ne kadar bizar olduklarını bilmemi istiyorlar.

Bir İngiliz Müslüman olmak, gözünüzün açılması demektir: Bu toplumdaki önyargılardan ve ırkçılık gerçeğinden hemencecik haberdar oluyorsunuz. Bir kere tesettüre uygun giyindiniz mi, artık bir yabancı sayılıyor ve çoğu insan tarafından buna göre muamele görüyorsunuz. Buna karşılık, tesettür beni aktif bir hayat sürmekten, çalışmaktan, yazmaktan, araba kullanmayı öğrenmekten, çocuklarımı gezdirmekten ve haftalık alışverişimi yapmaktan alıkoymadı.

İslâm’ı kabul etmeden önceki ve sonraki hayatlarımı karşılaştırdığımda, doğru bir karar almış olduğumun farkına varıyorum. Bu, büsbütün kolay da değil: Hayatın her veçhesinde inişiler ve çıkışlar vardır; ancak, imanım hayatıma bütünlük veriyor. Büyük bir geleneğe ait olduğuma kaniyim. İslâm’a inanmak için gerekçelerim var. O, benim şu âleme bir anlam vermeme yardım ediyor. Yoksa, imansız bakıldığında, şu kozmos dayanılmaz bir kaos olup çıkar.

  28.12.2003

© 2021 karakalem.net, Muhammed Şeviker



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut