Zeyl / Gezi’den eve dönerken

Oktay Gökkoca

ÖNCEKİ YAZIM eski tarihli olup gündem üzerine yazılmadı. Anlatmaya çalıştığım devlet-millet ilişkisine dair yakın zamana kadarki yerleşik algının Gezi parkı olayları sonrasında, eskiye nazaran daha hızlı bir değişime uğrayacağını öngördüğümden devam edecek satırlardaki düşüncelerimi bu yazıya eklemlemek istedim.

Yaşanan son olayların, ortaya çıkış dinamikleri ve hedefleri ne olursa olsun önceki yazımda bahsettiğim devlet-millet ilişkisine dair önemli paradigma değişikliklerine yol açacağını düşünüyorum. Bunun siyasi düzlemdeki yansımalarına ve yapacağını düşündüğüm etkilerine değinmek istiyorum.

Devlet üzerine kadim söylem olan “devlet ebed müddet” ülküsü, “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” gibi suistimale açık sloganlar, devletin bekasına kastettiği vehmedilen her türlü girişimi her türlü yolla bertaraf etme şeklindeki pratiklerle bugüne kadar yaşamıştır. Devletin baba, milletin evlat rolünü oynadığı bu süreç birçok tüzel veya bireysel kişiliklerin mağdur edildiği, haklarının gasp edildiği bir dönem olarak hafızalardadır. Belki, devleti yaşat ki millet yaşasın gibi iyi niyetli bir felsefeyle başlayan bu dönem, yozlaşmaya ve suistimale açık olması nedeniyle zamanla kudretlilerin, devleti millet üzerinde bir iktidar ve baskı aracı olarak kullanmalarıyla şirazesinden çıkmıştır.

On küsür yıldır siyasi iktidarı elinde bulunduran AK Parti, bu şirazesinden çıkmış devlet-millet ilişkisini değiştirmeye yönelik cesur söylemlere ve köklü değişimlere imza atmış ve atmaktadır. Milleti yaşat ki devlet yaşasın, üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğü gibi söylemler ve bu söylemlerle paralellik gösteren pratik uygulamalar milletin ve dolayısıyla bireyin devlet karşısında öncelendiği bir dönemin başladığını işaret etmektedir.

Ancak AK Parti kadrolarının tamamının ve AK Parti iktidarının yönetmekle sorumlu olduğu devletin bürokratik kadrolarının tamamının AK Parti’nin çekirdek kadrosundaki değişim iradesiyle aynı hassasiyeti taşıdığını söylemek güç. Ne AK Parti, ne de hükümet ettiği bürokratik yapının bileşenleri, gökten zembille inmemiş olup, çoğunluğu hala eski devletin ve eski reflekslerin devamı olan kadrolardır. Bürokratik yapı, on yıl boyunca değişimin dinamiği olmamış, yukarıdan gelen bir değişim iradesine zorunlu olarak ayak uydurmak zorunda kalan bir yapı olmuştur. Hatta eski reflekslerin devamı olarak değişimin önünde yavaşlatıcı bir bariyer olarak durduğunu söylemek abartılı olmaz. Bunu, hükümetin icraatlarına yerindelik denetimi yapmaya kalkan yargı mekanizmalarının tutumlarında gördüğümüz gibi, kamu tasarrufunu elinde bulunduran diğer tüm üst ve alt yönetim kadrolarının zihinlerinde bu değişimin yeterince içselleştirilmediğini içinde bulunduğum kurumsal yapı içinde de şahsen gözlemleme imkânı buluyorum.

Gezi parkı olaylarının ilk günlerinde meydana gelen “orantısız” polis tepkisinin bu eski reflekslerin bir devamı olduğu bence aşikâr. Bunu basit bir tekil olay refleksi olarak algılamak eksik teşhis ve tedavilere sebebiyet verebilir.

İktidarın değişim hızına ayak uydurmakta zorlanan/direnen bürokratik zihnin, şimdiye kadar kendisine itaat etmeye mecbur gördüğü millete/bireylere yaklaşımında bundan sonra ciddi sarsıntılar olacaktır. Daha öncesinde siyasi iktidarı bir nevi rakip olarak gören ve ondan gelen değişim rüzgârına bu rekabet damarıyla ayak direyen bürokrasi, milletin/bireylerin yeni hak arama yöntemlerini ve sandık haricindeki demokratik denetleme/katılım kanallarını eskiye göre daha etkin kullanması karşısında aynı tavrı sergileyemeyecektir.

Bundan sonraki süreçte, siyasi iktidarın, gezi parkı olayları ile ortaya çıkan ve henüz entelektüeller tarafından ”tam” olarak analiz edilemediğini düşündüğüm sosyolojiyi, bireysel ve toplumsal özgürlük alanlarının genişletilmesi yönünde bir fırsat ve katalizör olarak kullanacağını düşünüyorum. Burada bahsettiğim sosyoloji sadece gezi parkındakiler ve onlara destek veren kesimlere ait değil, toplumun genelinde oluşan bir gerilimi ve kırılma noktasını tanımlamaktadır. Bu gerilim ve kırılma noktası, aynı zamanda şimdiye kadar bir şekilde ertelenen tüm demokratik açılımların artık ertelenemez olması nedeniyle, olumlu yönde itici bir dinamik oluşturma potansiyeline sahiptir.

AK Parti’nin on yıl boyunca derin dengeleri muhafaza etme adına “sırası geldiğinde” veya AB muktesabatı gereği veya kendi siyasal stratejisine uygun zamanları kollayarak uygulamaya koyduğu milleti devlet karşısında öncelemeye, bireysel ve örgütsel hak alanlarını genişletmeye yönelik değişim arzusu, yeni durumda daha çok ivme kazanacaktır. Gezi parkı olayları süreci ve öncesindeki birçok hadise, kronik hale gelmiş alevi-sünni geriliminin ortadan kaldırılması, Kürt meselesinin çözümü, tüm inançlara ait yaşam biçimlerinin kamusal alana yansıması ve siyasi temsil probleminin ortadan kaldırılması gibi konuların artık ertelenemez bir noktaya geldiğini aşikâr olarak ortaya koymuştur. İktidarın, kürt meselesinin ve terör sorununun çözümü noktasında ortaya koyduğu cesur iradeyi, alevi vatandaşlarımızın inanç alanlarına ait ihtiyaçlarının karşılanması ve başörtüsü de dahil olmak üzere diğer dini yaşam biçimlerinin kamusal alanda yer bulması noktasında da göstermesi için uygun zemin oluşmuştur. Ki sayın Başbakan’ın son söylemleri, masada kalan alevi açılımının artık somut bir hale dönüştürüleceği noktasında açık işaretler vermiştir. Ayrıca seçim barajının ve lider odaklı siyasetten kaynaklanan milletvekili seçme mekanizmalarının, toplumun her kesiminin parlamentoda yeterince temsil edilememesi sorununu ortaya çıkardığı ve bu durumun marjinal odaklara hizmet ettiği, biriken gerilimin sokaklarda anarşiye tahvil olduğu görülmektedir. Bu problemlerin acilen halli için gerekli dersler bu süreçte çıkarılmış olmalıdır. Zemin ve zaman uygundur. Çünkü bu olaylarla birlikte her kesim artık kalbinden olmasa da ağzından demokrasi ve özgürlük naraları atmaktadır. Bu zeminde hükümetin “işte bütün toplum katmanlarına özgürlük ve temel haklar sağlayacak yeni bir irade beyanı fırsatı, samimi olanlar gelsin” demesi için eline yeniden büyük bir fırsat geçmiştir. Bu fırsat yeni anayasa için kullanılmalıdır. Habis ruhu devletin tüm müesseselerine sinmiş ve toplumun farklılıklarını bitmeyen bir gerilim durumuna malzeme yapacak şekilde dizayn edilmiş olan 82 anayasasının tümden çöpe atılıp yeni Türkiye’nin önünü açacak, insanı önceleyen bir anayasanın yapılmasının da artık ertelenemez bir aciliyet kesbettiği ortadadır. Ben AK Parti iktidarının bu süreçle ortaya çıkan gerilimi ve kırılma riskini, yeni ve hızlı bir demokratikleşme hamlesinin enerjisine tahvil edeceği düşüncesindeyim, öyle ümit ediyorum.

Gelelim muhalefet partilerine. Gezi olayları boyunca CHP’nin, çok iyi bildiğimiz otoriter/devletçi geçmiş kendisine ait değilmiş gibi demokrasi, bireysel hak ve özgürlükler havarisi olarak ortada arz-ı endam etmesi ilginç bir durumdur. Anarşiye varan yıkıcı sokak hareketlerini dahi neredeyse özgürlükler adına meşrulaştırma gayretine girmesi, farkında olmadan varlık sebeplerinden biri olan devletçilik ilkesinin altını kendi elleriyle oyması anlamına gelmektedir. İlerleyen zamanda CHP ya eski bildik geri dönüş manevralarını tekrarlayacak ya da çözüm sürecinin selametle sonlandırılması konusunda elini taşın altına koymaya mecbur olacaktır. Devlet karşısında bireysel özgürlükleri bu kadar ateşli halde savunur hale gelen CHP’nin aynı empati ile “karşılığında ne verdiniz?” ucuzculuğuna kaçmadan bu süreci desteklemesi samimiyetini test etme imkânı verecektir. Testi geçememesi, tabanının en az yarısının süreci desteklediğinin ortaya çıktığı bir zeminde, kendi içinde ciddi sorgulamalara neden olacaktır. Bekleyip göreceğiz.

MHP’nin olayların başlangıcından itibaren, neler olduğunu tespit adına değişken beyanlarda bulunması başka bir ilginç durum. Bir seferinde, olayların iktidarın baskıcı politikalarının neticesinde ortaya çıkan sosyal bir patlama olduğunu öne sürerken başka bir defasında olayları PKK ile ilişkilendirmesi bilinçli veya bilinçsiz bir kafa karışıklığını ortaya koymuştur. MHP tabanının iktidarı hırpalamak adına olaylara dahil olmaya istekli göründüğü bir vasatta Sayın Bahçeli’nin partisini ve tabanını olayların dışında tutma yönünde ciddi bir irade göstermiş olması bence ayrıca değerlendirilmesi gereken takdire şayan bir husustur. Netice olarak baskıcı hükümet politikalarının bu hadiselere sebep olduğu fikrinde olan devletçi MHP’nin de aynı empatiyi çözüm sürecinde göstermesini, tüm baskıcı devlet politikalarına ilkesel olarak karşı durmasını, samimiyetini ortaya koymak anlamında beklemek hakkımızdır. Bunu da zaman içinde göreceğiz.

Son söz olarak; gezi olayları bu milletin doksan yıllık birikiminin, tecrübesinin sınandığı bir imtihan sayfası oldu. Bu sayfada basiret, sabır ve merhamet sınandı. Basiret ve sabır testini geçtiğimize inanıyorum. Merhamet testi zor olanı. Ama imkânsız değil. Öfkemizi yutmak, her şeye rağmen merhameti esas almak bize yabancı olan hasletler değil.

Şunun şurasında Ramazan’a ne kaldı. İki hafta sonra tencere ve tavalarla kardeşlerimize iftar yemeği ikram edeceğiz.

  28.06.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut