Taksim olayları ve hakların gaspı

Aytekin Akar

SON GÜNLERDE o kadar çok yazıldı, çizildi ki. Gezi parkından, masumca ve artniyetsiz olduğu düşünülen, birkaç ağacın sökülmesine karşı başlatılan sivil eylemden ve sonrasında emniyet güçlerinin müdahalesinin oluşturduğu sosyal “patlama”dan… Hadiseleri izleyenlerin birçoğu, çok geçmeden iktidardaki siyasi görüşe sempati veya karşıt duruşun zıt kutuplarında kümeleşip saf tutarak gruplara ayrıldılar. Fırsat kollayan yasadışı oluşumlar ise kolları sıvayarak milleti kamplaşmaya sürüklediler. Memleketin üzerindeki kasvet hala sürüyor ve anlaşılan o ki uzunca bir zaman sürecektir.

Sabit fikirleri kırmanın atomu parçalamaktan daha zor olduğunu biliyorum. Uzunca bir süre sonra ilk kez yazma ihtiyacı hissettiğim bir zamanda, Karakalem için birikmiş ve ağaçtan, yeşilden, tabiatın güzelliklerinden başka türlü bahseden yazılarımdan önce böylesine bir yazıyla girizgâh yaparken, sivil darbe girişimine yıldırım hızıyla dönüştürülmüş böylesine bir kitlesel hareket için ne karşı fikirleri körükleme ne de benimle aynı fikirdekilere haklılık libası biçme kaygısı taşıyorum. Yani bu yazı siz nasıl anlamak isterseniz, o şekilde anlayınız diye yazıldı. Ama tek şartla! Gözünüzün önünde olan bitenler için düşünüp daha fazla kafa yormanız şartıyla. Niyetim okuyuculara “ben yaşananlara kafa yormaya çabalıyorum, siz de az söyleyip çok düşünün” mesajı vermektir. Zirâ, hayatın siyah ve beyazdan ibaret olmadığı, haklıyken bir anda haksız duruma çok rahatlıkla düşülebileceği, bazen bilinçsiz basit bir manevranın telâfisi imkânsız neticeler doğuracağı, öfkeyle kalkanın her zaman zararla oturacağı gerçeklerini insan genellikle çok acı tecrübelerle öğrenir.

Ömrüm kendiminki de dâhil insan psikolojisini anlama çabalarıyla geçti. Eğer herhangi bir zaman diliminde bu konuda ne derecede muvaffak olabilmişsem, en ağır, bunaltıcı dünyevi sıkıntılar içerisinde iken bile nasıl huzur duyulabileceğini öğrenme yolundayım diye ümitlenmişimdir. Yaşım kırkı geçtiğinde, bir insanın dili ne söylerse söylesin, aklında ve yüreğinde hayatın anlamının, o anda ve sonrasındaki yaşayacaklarının, tüm yaşamış olduklarının gölgesindeki kendi değerlendirmelerinden ibaret olduğunu fark ettim. Zaten bu sebepledir ki, insan kırklı yaşlardan itibaren –bilinçaltına itekledikleri hariç- hep geçmişinden bahsetmek için fırsat kollar. Yaşadıklarındaki doğrulukları, haklılıkları kendince çıkarımları ve delilleri ile birlikte benzer hadiselerde gündeme taşımak, insanda derin bir tatminlik hissine vesile olur. Bu belki de, insanın nesiller boyu tekâmülüne dair tecrübe aktarımı imkanı sağlanması için verilmiştir.

Televizyonlarda sokak hareketlerini izledikçe çocukluk yıllarım birer birer gözümün önünden geçiveriyor. Okullarda bize demokrasinin halkın çoğunluğunun temsilcileri vasıtasıyla, azınlık da dahil tüm vatandaşları yönetmek demek olduğunu öğretmişlerdi. Elbette ilk bakışta bu basit formül, aracılar, seçim yöntemi, basının kitleleri yönlendirmesi, askeri tahakküm gibi onlarca enstrümanın halkın çoğunluğunun iradesinin idari mevzularda nasıl tecelli edebileceğine dair çok fazla fikir vermiyor. Şimdi sokaklarda güvenlik güçleriyle çatışan gençlerin yaşamadığı veya hatırlamayacak kadar küçük olduğu o dönemlerde, iktidarın gücünün yeniden sandığa gidilemeyecek kadar zayıflamış, halkın ayaklanmış ve rejimin tehlike altında olduğu vb. iddialarıyla yürütülen propagandalar eşliğinde ordu “göreve” çağırılarak, seçilmişler alaşağı edilmiş ve sistem neredeyse her on yılda bir askıya alınmıştı. Bunun acısını, sonraki nesiller ile birlikte tüm millet çekti. Bol sancılı süreçlerden geçilerek, defalarca demokrasiyi yerleştirme sınavları verildi ve nihayet hala aksaklıkları olsa bile sistem işliyor.

Bu sivil darbe girişimi de belki askerin eskisi gibi müdahale imkânı bulamaması nedeniyle öncekiler gibi bir askeri ihtilale dönüşmedi ama Gezi Parkında ilk gece yaşananlar bahane edilerek seçilmişlerin sandık kullanmadan düşürülmesi için masum niyetli insanların da sokağa dökülmesi sağlanmış oldu. Evet yöneticilerden gelen tahrik ve tazyik algılarının da hadiselerin büyümesinde katkısı vardır. Ancak uzlaşılamamasının ve yakıp yıkmaların durulmamasının arkasında, en başta seçimle gelenlerin seçimsiz devrilmesi arzusunun yattığını gözlemleyebiliyoruz.

Diğer taraftan taşkın göstericilere alet olan ve eylemlerini sonlandırmayanlar için kul ve devlet hakkına girilmemesi konusunda ikazda bulunmamız boynumuzun borcudur. Müslüman halkın büyük çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İnancımız sebebiyle diyoruz ki: El-hak ahiret var, hesap var, mizan var ve zerre kadar bile olsa öldükten sonra tüm yaptıklarımız için bir bir sorgulanacağız. Kırdığımız kalpler, yıktığımız gönüller, zarar verdiğimiz tüm canlılar yakamıza yapışacak. Başta;

  • Dükkânı öfkeyle hareket edenlerce zarar gören veya bu yüzden günlerce müşterisinden olan, evine rızık götürmekte zorlanan esnafımız,

  • Kırılıp dökülen bunca kamu malının tedariki için kazancından vergi ödeyen tüm çalışanlarımız,

  • Görevi hükümetin emrini uygulamak olmasına rağmen ikazlara kulak tıkayıp üzerine gelinerek zor durumda bırakılan emniyet mensuplarımız,

  • İktidarın kararlarına karşı durmak için tartışma ve hak arama zemininin sokaklarda taşkınlık çıkarmak demek olduğu fikrine kapılan, provokasyona maruz olan, yaşının verdiği enerjik, tenkitçi, kendisini ifade açlığı çeken ve hatta isyana meyyal halleriyle yarının teminatı sayılan gençler,

  • Tencere, tava, araba kornaları ile sukûneti bozulan, rahatsız edilen komşularımız,

  • Bozulan istikrâr yüzünden emekleri heder olan işletmeler, topyekün tüm insanlarımız…

Elbette zamanı geldiğinde bu olanların müsebbiplerinden, kışkırtıcılarından ve destekçilerinden hakkını illâki talep edecektir. Zarar gören devlet malları bize emanettir, bozgunculuk ve isyan çıkararak onlara zarar vermek, emanete hıyanet etmektir. Fütursuzca gasbedilen kul hakları, kişinin sevap hanesinin eriyip günah hanesinin büyümesi anlamına gelmektedir.

Başkalarının hakkını sırtlanarak ilâhi huzura çıkmayı kim ister ki? Zirâ, helâlleşilmemiş bir hak, Cehennem ateşinden başka bir netice vermez.

  18.06.2013

© 2021 karakalem.net, Aytekin Akar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut