SURİYE DİLEKLERİ

Nuriye Çakmak

MÜKEMMEL BİR yaz havasının yaşandığı bir Pazar günü boyunca Suriye’li çocukların dilek mektuplarını okudum. Birçok insan için eğlenceli bir gün olduğu kesin, benim içinse gözyaşıyla doluydu. Çocuklar beni hem acılara gark ettiler, hem şaşırttılar, bazen gülümsettiler ama en önemlisi umut verdiler bana, boylarından çok daha büyük umutlar..

Aslında bunu her yıl bu zamanlar yaşıyorum. Deniz Feneri Derneği’nin her yıl düzenlediği 1001 Çocuk 1001 Dilek projesi kapsamında belirlenen okulların, belirlenen öğrencilerinden gelen mektupları okuyup bilgisayara aktararak bir çeşit gönüllü destek vermiş oluyorum. Benim için en zorlarından biri 1001 Yetim 1001 Dilek projesiydi. Şimdiki ise daha da başka. Çünkü bu yıl ismi şöyle; 1001 Suriye’li Çocuk 1001 Dilek..

Çocuklar bir form doldurup önce kendilerini tanıtıyor, daha kapsamlı bir yardım tespiti için ailelerinden bahsediyor ve son olarak da kendilerine sunulan seçeneklerin içinden bir dilek seçiyorlar. Daha sonra bu mektuplar orijinal halleriyle projenin internet sitesinde yayınlanıyor. Bağışçılar da istedikleri çocuğu seçip, dileğine katkı sağlayabiliyor.

Konu Suriye olunca bize normal ya da basit gelen soruların çok şaşırtıcı cevapları olduğunu fark ediyorsunuz. Genel olarak sorular şöyle, “Bize kendini anlatır mısın?, Bize aileni anlatır mısın?, Büyüyünce ne olacaksın?, Annen Hayatta mı?, Baban Hayatta mı?, Dileğin nedir?” Ve tabi forma bu yıla özel olarak eklenen sorular, “Türkiye'ye ne zaman ve neden geldiniz?, Türkiye'de en çok neyi beğendin?, Suriye'de en çok neyi özledin?”

Bize kendini, aileni anlatır mısın sorusuna çok değişik cevaplar gelmiş çocuklardan. Kimisi bir masal diyarını anlatırcasına uzun uzun Suriye’deki günlerinden, ailesinin özelliklerinden bahsetmiş. En çok da şehit olanlardan. Kimisi ise kısa geçmiş bu kısmı, ‘ailemin yarısı artık yok’. Bir tanesi daha da kısaydı mesela, ‘kendimden bahsetmeyi sevmiyorum özür dilerim’. ‘Büyüyünce ne olacaksın’ sorusu bir başka gösterge. Çocukların büyük kısmı doktor, mühendis ve mimar olmak istiyor. Ve bunun açıklamasını da yapıyorlar; ülkemi yeniden kurmak için, yaralıları iyileştirmek için, ülkeme hizmet etmek için.. Diğer büyük çoğunluk mücahit olmak istiyor. Özgür orduya katılmak gibi bir hayalleri var. Özgür orduda yer alan akrabalarından özellikle ve övünerek bahsediyorlar.

Yaşları ne kadar küçük olursa olsun her şeyin farkındalar. Neden geldiklerini, ülkelerinde nelerin yaşandığını gayet net biliyorlar. Şimdi neden bu durumda olduklarının da farkındalar ancak neredeyse tümü elbet bir gün döneceklerinin hayalini kuruyor bütün kalbiyle. Bu yüzden ‘Türkiye’de en çok neyi beğendiniz’ sorusuna ‘hiçbir şey’ diye cevap veren bile var. ‘Doğrusunu söyleyeyim hiç bir şeyi beğenemedim çünkü benim için vatanım daha güzel. Sadece akşamları rahat rahat, bomba sesini duymadan uyumayı beğendim.’ Bu cümlelerin üzerine söylenecek bir şey yok sanırım.

Kedisini, kuşunu, oyuncaklarını özleyen de var, şehit olan akrabalarını, evlerini, bayram günlerini, arkadaşlarını özlediğini belirten de. En çok da babalarını özlüyorlar, kaybettikleri onca şeyin arasında ilki babaları olmuş çoğunun.. Türkiye’de en çok beğendiklerini belirttikleri şeylerin başında camiler geliyor nedense. Ve karın yağışını çok sevmişler.

Şimdi bu bahsettiğim mektuplardan birkaç alıntı yapmak istiyorum. Onları, onların cümlelerinden okumak lazım çünkü.

Dileği bebek olan Tesnim’in (7), ‘Türkiye’de en çok neyi beğendin’ sorusuna verdiği cevap şöyle; “Ağaçları, çarşıyı, denizi bi de beyaz kedileri”. Suriye’de en çok özlediği ise büyükannesi.

Dileği beden eğitimi seti olan Adnan (8), büyüyünce ne olacaksın sorusuna ‘uzay gemisi kaptanı’ yazmış. Çünkü uzayda ne var onu görmek istiyorum.

14 yaşındaki Sabah, ‘aileni anlatır mısın’ sorusuna, “Biz büyük bir aileyiz. Suriye'de güneşli yüksek bir evde yaşıyorduk. Evimiz büyük dedemin evine yakındı orada toplanıyorduk. Oyun oynuyorduk ve büyükannemin yaptığı yemekleri yiyorduk. Bayram günlerini unutamam. Bayram tatlısı, salıncaklar, şekerler, çikolata ve en önemlisi bayram harçlığı.. Ne güzel günlerdi keşke geri dönse..” “Büyükannemi, dedemi, küçük yeğenimi ve evimizin damını özledim, top oynadığımız yeri.. Güzel Şam’ımızı çok özledim..”

Özgür ordu askeri olmak istediğini söyleyen ve dileği futbol seti olan 8 yaşındaki Muhammed, Türkiye’ye gelme nedeni için gayet net bir açıklamada bulunuyor; ‘Üç ay önce savaş nedeniyle geldik. Suriye'de Esad bütün insanları öldürüyordu çünkü..’

Nuralhuda 11 yaşında. Uzay bilim adamı olmak istediğini yazmış. “Çünkü uzayı çok seviyorum daha fazla şeyler öğrenmek istiyorum. Allah izin verirse ülkemin ismini çok yükseklere ulaştırıcam ve İslam dinini çok iyi temsil edicem.” Burada en çok Türk halkını ve camileri sevmiş. “Bütün camileri ziyaret etmek istiyorum, her taraftaki temizlik ve disiplini çok sevdim. İnşallah Suriye’yi de böyle yapacağız!”

12 yaşındaki Dyana, ailesini şöyle anlatıyor, “Bizim ailemizde sadece sevgi ve mutluluk var, birbirimizi severiz. Allah bütün aileleri bizim ailemiz gibi çok mutlu etsin başka ne diyebilirim ki. Sadece şunu söyleyeceğim, bizde sevgi var kırgınlık yok.” Kendinden bahsetmesi istenilen kısma ise şöyle yazmış, “Adım Dyana 12 yaşındayım. Kalbim benim hiç dayanamaz yalana ve eğer bir ağlıyorsa ben ondan daha çok ağlarım. Terbiyesizliği hiç sevmem, öğretmenimi annem gibi severim. Hiç kimseyi kıskanmam, birisi benden bir şey istediğinde mutlaka yapmam gerekiyor yoksa bütün hayatımca onu unutamam.” Türkiye için ise şunları söylüyor, “Her şey çok güzel, en güzeliyse bütün kapıların Suriye halkına açık olması.”

En çok Lazkiye’nin denizini özleyen ve göz doktoru olmak isteyen Housamaldeen, diğer koca yürekleri çocuklardan biri. Diyor ki, “11 yaşındayım hobilerim top oynamak şiir yazmak dövüş sporlarıdır. Üstelik güçlüyümdür. En büyük hayalim Suriye’nin çok güçlü ve İslami bir ülke olmasını sağlamak ve Filistin’i kurtarmak.”

Huthaifa’nın mektubu başka bir destan. Aynen alıntılıyorum; “Biz altı kişilik bir aileyiz annem babam ve dört kardeş. Babam diş hekimi, annem öğretmenlik yapardı Suriye’de. Mücahit ve İslam dinini yayan biri olmak istiyorum. 10 yaşındayım, en sevdiğim renk kırmızı, din dersini ve matematik dersini severim. Bu dünyadaki hedefim Filistin’i kurtarmak ve Amerika’yı dünyanın en büyük İslam devleti yapmak ve İsrail’i yok etmektir.”

Sözün bittiği yere gelip dayandık işte. Korkunç bir zulümden kaçmış, gurbette mülteci konumunda henüz 10 yaşındaki bir çocuk. Geçmişi baskılarla ve kötü anılarla dolu, saklanmış, korkutulmuş duygularla. Günü acı içinde ve aslında yarına umut beslemek için çok da elverişli bir konumda değil. Oysa onun hedef diye önüne koyduğu şey bulunduğu durumdan kurtulmak değil. İntikam almak değil. Birilerini suçlamak, bahane üretmek, kıskanmak, kıyaslamak, ötekileştirmek, sadece kendi acısını kutsamak değil. Bunları tümünü birden yapsa onu yadırgamazdım oysa. Mücahit olmak isteyen çok çocuk gördüm satırlarda, hiçbiri sadece kendi vatanını kurtarmak gibi bir amaç yazmamıştı. Bu nasıl bir bilinçtir? Bu nasıl bir yürektir.. İslamı yaymak gibi bir dertleri var şu küçücük çocukların, bin tane de dertleri var başlarında diğer yandan. Ama Filistin’i kurtarmakla kalmıyor onlar (mektuplarda Filistin kelimesini kaçıncı kez gördüğümü bile bilmiyorum), İsrail’i yok ediyorlar. Huthaifa daha da ileri götürüyor işi, Amerika’yı yok etmiyor, etkisiz hale getirmiyor, intikam da almıyor, Amerika’yı en büyük İslam devleti yapıyor! Subhanalllah.

Babaları, abileri, amcaları el yapımı silahlarla asrın gördüğü en zalim rejimlerden birine karşı tek başlarına savaşırken güçlerini aldıkları yer aynı olsa gerek. Ondan ‘Şam’dan sonra Kudüs’ diye slogan atıyorlar. Ondan kim var diye dönüp bakmıyorlar da, ‘senden başka kimsemiz yok’ diyorlar. Ve mücadeleye devam ediyorlar.

İşte bu yüzden kaybedeceksin Esed. Sen ve yandaşlarının on yıllardır uyguladığınız her türlü yasak, her türlü baskı, her türlü tehdit bu ‘iman dolu göğse’ çarpıp düşmüş belli ki. Senin misket bombaların, scud füzelerin bu koca yürekli çocukları korkutamamış. Sindirememiş. Hayallerini çalamamışsın onların. Yüreklerinde tek bir iz bile bırakamamışsın. Sabırlı ve imanlı Suriye halkı kendi derdinden ümmeti unutan bir gençlik yetiştirmemiş hamd olsun. Bu çocukların her biri bu ümmetin göz bebeğidir. Allah onları korusun.

Küçük Ayeh’in sözleri de son söz olsun; “Allahu taalayı, Suriye’yi ve özgürlüğü seviyorum. Beşşardan nefret ediyorum çünkü o babamın katilidir.”


Not: Mektupların devamı ve dilekler için projenin internet sayfası; http://www.1001dilek.com

*Bu yazı ilk olarak Sancaktar Dergisinde yayınlanmıştır.

  17.05.2013

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut