Çünkü Allah var

Oktay Gökkoca

“Ben doğrusu yüce iradeye teslim olduklarını beyan eden insanların gündelik siyaseti bu kadar önemsemelerini, onu hayatın en kuvvetli amili olarak telaffuz etmelerini yadırgıyorum. Hayatın günlük formülasyonunda gaybi kuvvetlerin tesirini ihmal eden ve hayatı kaba determinizmin sınırlarına hapseden bir anlayışın bizi güzelliği görmekten alıkoyduğunu düşünüyorum. Bu tür bir anlayış, aşkınlıkla olan rabıtasını yalnızca sembolik bir düzlemde kurmakta ve aşkınlığın yaşantılanmasına izin vermemektedir.”

YUKARIDAKİ CÜMLELER Kemal Sayar’ın Kendine İyi Bak kitabından alıntı. Rabbimizle olan irtibatımızın derecesi hangi düzeyde olursa olsun, O’nun kâinatta vaki olmuş, olan ve olacak tüm tasarruflardaki hakiki tesir sahibi oluşuna dair farkındalığımız ne seviyede olursa olsun, hepimiz az çok şu modern çağın duyuşlarımızı, görüşlerimizi, hissedişlerimizi dumura uğratan ‘kaba determinizminden’ payımıza düşeni alıyoruz. Belki de, sonuçların yaratılmasını sebeplerin tesirine veren, sebepler olmasaydı sonuçlar olmazdı demeye getiren determinizm, sadece şu helâket ve felâket asrının bir marazı değildir.

Nitekim, bugünkü manada materyalist kaynaklı bir algının ürünü olmasa da içinden determinizm kokusu gelen mu’tezile mezhebinin temel paradigması, bize bu algı yanılsamasının sırf şu çağa ve müslüman olmayanlara ait bir olgu olmadığını göstermeye yetiyor. İslam’ın itikadî mirasına köklü izler bırakmış ve hâlâ etkileri cari olan bir mezhebin, her ne kadar kâinatın yaratılmasını Allah’a verse de, insanın yapıp ettikleri noktasında, cüz’i ihtiyarî denen insanın tercih etme istidadına vehmî ve haddinden fazla tesir kuvveti vermesi şuna işaret ediyor; aslında Allah’ın kudretinin perdesi olması lazım gelen sebeplere, sonuçların yaratılmasında mutlak olmasa bile cüz’i bir pay vermek insanın bütün zamanlardaki en temel imanî problemlerinden birisi. Ve bu en temel problemin adı ise en hafifiyle gizli şirk.

Bu en temel problem, ateşe su, suya ateş dendiği, değerlerin önce aşındırılıp sonra tersyüz edildiği şu içinde bocaladığımız, buradan oraya savrulduğumuz çağda ise bir entelektüel ve felsefi bir düzlemin çok ötesinde havasdan avâma, zenginden fakire, şehirliden köylüye hayatın tüm alanlarını istilâ etmiş görünüyor. Kişisel ve gündelik hayatlarımızdan tutalım da toplumsal ve uzun zamana yayılmış daha geniş hayat alanlarında, eşyaya, insana, olaylara, ilişkilere ve bir bütün olarak hayata dair anlam arayışlarımız, determinizmin maddeden ötesiyle ilişki kuramayan asosyal anlam dünyasından devalar arayıp, bulduğumuzu sandığımız her çarenin, başka ve daha büyük dertlerde bizi boğduğu fâsid bir dairenin içinde yitip gitmemizle sonuçlanıyor.

Bugün determinizm illetinin, hayatlarımıza ‘tüm çarelerin içinde var olduğu bir hakikat’ aldatmacasıyla hediye ettiği siyaseti, Kemal Sayar’ın dediği gibi yüce İradeye teslim olduklarını beyan eden insanların bile hayatın en kuvvetli amili olarak telaffuz ettikleri, düşünce ve inanç dünyalarını üzerinde şekillendirdikleri bir referans olarak görüyoruz.

Eğitim sorunumuza, işsizlik sorunumuza, ekonomik istikrarsızlıklarımıza, ahlakî istikrarsızlıklarımıza, terör sorunumuza, iç politikamızdaki çekişmelere, dış politikamızdaki çıkmazlara, kendi şahsi hayatlarımızda çözümü sırf bireysel tercihlerimizle bulunacak sorunlarımıza, siyasetin ruhsuz, vicdansız ve tarafgirlikler etrafında her şeyi, herkesi bölüp parçalayan ikiyüzlü yüzünden medet arıyoruz.

Ve her şeyden daha önemlisi başımıza gelen her olayda, yaşağımız her tecrübede Ulûhiyeti ve Rubûbiyeti Mutlak Olanın ilmini, iradesini, kudretini, takdirini gözardı edip, ‘gaybî kuvvetlerin tesirini ihmal ederek’, dünyayı ve hadiseleri gündelik siyasetin, kör ve sağır sebeplerin eline teslim etmekle, ruhumuzu boğuyor, vicdanımızı öldürüyor ve kendi ellerimizle kendimizi çukurlara gömüyoruz.

“O'nun katında her şey bir miktar (ölçü) iledir”- (Ra’d 8), “İnsan her ne kadar fail-i muhtar ise de, fakat -Allah dilemeden siz dileyemezsiniz- (Tekvir 29) sırrınca, meşiet-i ilâhiye asıldır, kader hâkimdir. Meşiet-i ilâhiye, meşiet-i insaniyeyi geri verir, hükmünü icra eder. Kader söylese, iktidar-ı beşer konuşmaz”, “Her şey ya hakikaten güzeldir, ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibariyle güzeldir” veya “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır”

gibi her şeyin, her hadisenin arkasında ilâhi takdirin mührünü görmeyi, şer ve çirkinlik gibi görünen şeylerin arkasındaki hayır ve güzelliklere pencereler açmayı ders veren hakikatleri kalplerimize tekrar yerleştirmekle aşkınlıkla olan rabıtamızı sembolik olmaktan çıkarıp sahih bir düzleme taşıyabiliriz ancak. Ve sebep sonuç arasındaki vehmî zinciri önce kalplerimizde kırıp, ikisi arasındaki sonsuz boşluğu İlâhi ilmin, iradenin ve kudretin ellerine teslim etmekle aşkınlığı yaşantılayabiliriz. Siyasetin üzerimize boca ettiği gündemin içinde akıllarımızı geveze eden, ruhlarımızı boğan, vicdanlarımızı yaralayan, hayal kırıklığı ve ümitsizlik içinde bizi hapseden determinizm bataklığından çıkabiliriz.

Kur’ân eczanesinden almış olduğu ilaçlarla beşerin maddi ve manevi hastalıklarına deva sunma gibi bir misyonu yüklenmiş olan Bediüzzaman’ın kitaplarının insan ruhu, kalbi, aklı ve duyguları üzerinde neden bu kadar etki meydana getirdiği sorulsa, herhalde en temel cevaplardan birisi, onun önce kendi nefsinde tecrübe ettiği devaları insanlara sunmuş olmasıdır. Her insanın kendi aklında, kalbinde, vicdanında yaşadığı en temel sorulara o da muhatap olmuş ve bu sorulara bulduğu cevaplar önce kendi nefsini ikna etmiş, sonra bu cevapları başkalarının istifadesine sunmuştur.

Bunun bir numunesi olarak Lem’alar kitabında İhtiyarlar Lem’ası adıyla isimlendirilmiş Yirmialtıncı Lem’a hep dikkatimi çekmiştir. Bu risalede ihtiyarlığa, ayrılıklara, hüzünlere, zulümlere, ölümlere, kısacası insanın en temel acılarına en başta sebep sonuç ilişkisi içinde bakar Bediüzzaman. Yirmialtıncı Lem’a’nın içindeki Onüçüncü Rica’da da. Burada kısaca, Birinci dünya savaşında esir düştüğü Rusya’daki esaretten kurtulup bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra Van’a dönüşü, Van’da yaşadığı halet-i ruhiyeyi çok samimi bir dille anlatır Bediüzzaman. Kendi aleminde taşı toprağıyla, mekânlarıyla, sakinleriyle çok özel bir yeri olduğu anlaşılan Van’ın Harbi Umumiden sonraki harab olmuş manzarasını vicdanları sızlatıcı bir dille tasvir eder. O manzara karşısındaki duygu halini ‘yüz gözle ağlamaya ihtiyacım vardı’ diye ifade eder.

Görünen odur ki sebep sonuç kurgusu içinde Van’ın harab olmuş haline nazar eden insanın bu hal karşısındaki durumu, hüzün, ümitsizlik, ayrılık acılarıdır. Bu nazarla dünya korkunç ve zulümlerin işlendiği bir yerdir. Fakat bu ruh halinden çabuk kurtulur Bediüzzaman. Bütün o keşmekeş ve boğucu ruh hali içinde Kur’ân’dan aldığı ders, onun gözünü açar ve açılan pencereden görünen, harab olmuş Van’ın içinde başka bir Van olduğudur.

Beşerin eliyle kurulan Van yıkılmış harab olmuştur doğru. Fakat mülkün hakiki Sahibi, Van sayfasında eskiden beri yazdığı mektubâtı; meyvedar ağaçların başında tebessüm eden meyveler kelimelerini, her biri mu’cize olarak kemâl-i şaşaa ile eski zamanda olduğu gibi yazmaya devam etmektedir. Bu harab şehre ağlamak, insanın bu yerde misafir olduğunu bilmemesinden, o yerlerin hakiki Sahibinden gaflet etmesinden kaynaklanmaktadır. Hem madem Van şehrinin, onun içinde bulunduğu memleketin, o memleketin içinde bulunduğu dünyanın hakiki bir Sahibi vardır. Ve madem her şey, mülkün hakiki Sahibi olan O Zat’ın emrine âmadedir. Her şeyin dizgini O’nun elindedir. O’na olan bağlılık insana yetecektir.

Bediüzzaman’ın Onüçüncü Rica’da anlattığı bu kadar değil elbet. Kısacası Bediüzzaman, deterministik bir bakışla zulüm gördüğü Van penceresinden, mülkün hakiki Sahibini hatırlamasıyla, O’nun kelâm-ı ezelisinden aldığı dersle rahmet meyveleri devşirmiş, güzel görüp güzel düşünmenin, mülkü hakiki Sahibine teslim etmenin huzurunu yaşamıştır. Sebep sonuç kurgusunun sırtına yüklediği ağır yükü, üzerinde seyahat ettiği dünya gemisine indirmiş ve o yükün muhâfazasını geminin Kaptanının himayesine bırakmıştır. Hem belini kırılmaktan kurtarmış, hem yükünü emin bir ele teslim etmiştir.

O halde, gündemin görünen karanlık perdesini yırtıp, sonuçları sebeplerin elinde oyuncak olmaktan çıkararak karanlığın içinden aydınlığa, zahmetten rahmete, ye’sden ümide bir yol açmanın tam zamanı. Çünkü Allah var ve mülk O’nundur.


oktaygokkoca@hotmail.com

  01.04.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut