Aynalar

Oktay Gökkoca

Seksenine merdiven dayamanın garantisini hangi beyaz eşya firması verebilirdi?


BU GECE

Nisan ayı sonlarıydı. İnsanın gördüğü yerlerde olduğu gibi görmediği yerlerde de yeni bir hayat veriliyordu ölmüşlere. Baharın ilk olduğu mevsimdi. Bahar bu mevsimde bahardı. Zaten neden güz, sonbahar diye anılıyordu bilinmez. Bahar ilkbaharda bahardı zira.

Onun da hayatının ilk baharıydı. Yirmi ikisini bitirmiş yirmi üçünden gün almıştı daha iki ay önce. Artık uzun bir koşunun son metrelerini koşuyor, yeni bir yarışın ısınma hareketlerini yapıyordu. İlk günlerini daha dün gibi hatırladığı beş yıllık üniversite hayatının son aylarıydı artık. Vizeler bitmiş, son finaller kalmıştı finale. ‘İyi geceler’ dedi ev arkadaşlarına. Biraz kendini dinlemek için odasına çekildi. Pencereyi açtı. Kollarını açıp gerildi. Derin bir nefes çekti. Geri verdi. Bulutların perde olmadığı berrak bir hava vardı. Şöyle bir baktı geceden istifade edip ‘biz de buradayız’ diyen ve milyonlarca yıl önceden ışık kelimeleriyle konuşan yıldızlara. Ama o duymadı yıldızları. Bir de aşağıya baktı. Şu aralar çiçek dokumakla meşgul ağaçların gürültüsü geliyordu yukarıya. Ama o, onları da duymadı. Kapattı penceresini. Uzandı yatağına. Döndü sağ tarafına. Son günlerde yaptığı gibi biraz geçmişten biraz gelecekten çizgiler çizip birleştirmeye başladı birbiriyle.

Mazi

Şanslı sayılırdı bir bakıma. Annesi-babası mürekkep yalamış insanlardı. Doğduğu günden beri onun geleceği için kafa yormuşlardı. Çözümler de bulmuşlardı. Adam olacak çocuklardan biri de evlatları olmalıydı. Planlar buna göre çizilmiş ve sırası geldikçe uygulanacaktı. Çocukluk ve ilkokul yıllarından öyle çok fazla hatırası yoktu. Ortaokul da farklı sayılmazdı. Muhtemelen her çocuğun çocukluğuydu o yaşlarda yaşadıkları. Lise başka bir hayatın dönülen ilk köşesiydi. Kendinden, başkalarından haberdar olduğu, geleceğe dair ilk kez kendi kendine planlar yaptığı günlerdi o günler. Ama yıllar hep 365 gündü. Çabucak geçti lise yılları… Matematik, Fizik, Biyoloji, Türkçe, Tarih derken dört yanlışın bir doğruyu götürdüğü ama dört doğrunun bir yanlışı silmediği günler geçti…

O güne kadar planlananlar ufak tefek sapmalarla neticeye ulaşmıştı artık. Üniversiteli bir genç olmuştu. Liseye hiç benzemiyordu aslında bu hayat. Ama çabuk alışıyordu insan gurbeti memleket bilmeye, başkalarıyla kardeş olmaya. Çekingenlikle ve kişilik arayışıyla geçen ilk zamanlar yerini ‘sosyal’ olunan ve ‘ben buyum’ denilebilen yeni keşiflerin yapıldığı bir sürece bırakmıştı. Dersler başladı, bitti son sıralarından Hoca’nın duyulmadığı amfilerde. Dersler de lazımdı ama hep ders hep ders nereye kadardı. Düşen derslerin boşalttığı saatlerin geçirildiği dolu dolu kafeler, kaçırılmaması gereken vizyondaki filmler, mega starların, süper starların gökken indikleri ‘o ne süper geceler’, biz ayrılamayız edebiyatlarının yapıldığı muhabbetler, aşklar, küçük mutluluklar, memlekete bilet bulunamayan bayramlar, geziler, tezler, vizeler, bu okul bitmezler, finaller, hayal kırıklıkları, ‘kırıklar’, bütünlemeler, stajlar, gelmemekte ısrar eden tatiller derken işte son nisan gecelerinden biri yaşanıyordu bu gece.

Müstakbel

İşte koskoca yirmi iki yıl, böyle üç beş dakikalık bir hatıraya sığabilmişti kabaca. Geleceği düşünmek lazımdı artık. Çünkü hayat dediğin yeni başlıyordu. Yataktaki yönünü bu sefer sola çevirdi, hayatın ikinci perdesini oynatmak için hayalinde. “Bu zamanda elinde diploman olacak” dedikleri adamlık tescili kıymetli kâğıt elinde, iş ya da kariyer kapıları çalınacak şimdi. “O şimdi asker” olmadan iş bulamazsın kardeşim. “Hele askere bir git gel”le başlayan sinema şeridi çok hızlı geçer hayal perdesinin önünden. Askerlik hatıraları, hatıralarda kaybolmaya başlar. Çok kurumsal bir şirkette bölüm müdürlüğü kolay iş değil. Müşteri memnuniyeti, ürün kalitesi, çalışan hakları, akşam mesaileri, haftanın sonu olmayan haftalar, yoğun telefon görüşmeleri, patron kaprisi, zamlar, performans primleri, ikramiye, ikramlar.. Hayat bir mücadele anlayacağın. Cebelleşmek, uyanık olmak, cin olmak şart. Para kolay kazanılmıyor ama harcamadıktan sonra ne işe yarar. Bu hayat böyle gitmez. Önce “helal süt” emmiş birini bulmalı. Şartlar daha zorludur artık çoluk çocukla. İkinci perde asıl şimdi başlıyordur belki de. Hele bir üç dört yaşına gelseler, bir de ilkokulu bitirseler rahata erişecek yılların sonunda rahata erilir mi bilinmez.

Alışveriş arabasının ‘of’ çektiği alışverişler, kredi kartı hesap kesimi, son ödeme tarihi, kızamık aşısı, “baba dedi”, yok “anne dedi”, bu hafta da pikniğe gidelimler, yaz tatili için Alanya’da yıldızlı otel rezervasyonları, mp3 çalarlı, hava yastıklı araba, yaylada yaylalık, sahilde yazlık.

Çocuklara anne baba olmak; en iyi dershane, “özel” öğretmen, fen lisesi, karne hediyesi, “yine derecede, gurur duyuyorum bana çekmiş”, eğitim fakültesi, ayrılmak kavuşmak. Daha çocuklar işe girmediler, hele bir ekmeklerini alsınlar ellerine. O zaman “belki” emekli oluruz.

Yine Bu Gece

Tavana dikti bu kez gözlerini. Gün boyu anons edilen “son dakika” haberleri böldü daha bitmemiş hayalini. Daha bugün hunhar bir el, el kadar bir bebeği katletmişti. O bebek bu kadar bir hayalden bile mahrum edilmişti. Bir asker daha yirmi birinde şehadete şahid olmuştu. Hayatın hayaline o bile yetişememişti belki. Otuzlu yaşlarında kalp krizi geçirenler, Endonezya’da rüyada bile görülmeyecek tsunamiyi gündüz karşılayanlar, İran’da deprem, Antalya’da sel baskını, ”zamansız” daha çok erken gidenler.. Ne kadar çok şey vardı hayata dur diyecek. Seksenine merdiven dayamanın garantisini hangi beyaz eşya firması verebilirdi?

Herkes ölecek yaştaydı bir kere. Ölüm kaç kere boşaltmıştı kim bilir şu şehri mezaristana!

Doktor olmayan bir Hekim şöyle bir mesel anlatmıştı: İnsanın dünyası, dört tarafı boy aynası ile kaplanmış dar bir odaya benzer. Aynaların birbiri içinde görünmesi o odayı çok geniş gösterir. Ancak insan, o odayı gerçekten geniş bir yer zannederek az ilerlese kafasını aynaya çarpıp dünyasını başına yıkar, ömrünü harap eder. İşte şu hayatımızda ne kadar da çok ayna vardı başımızı kırıp dünyamızı dağıtacak. Ama aldatıyordu aynalar bizi. Ömür bitmez zannediyorduk. Bitmeyecek gibi yapıyorduk yatırımlarımızı. Ama henüz, aynaları parçalamadan, kafasını dağıtmadan aynaların arkasına geçen görülmemişti şu insanlık tarihinde.


oktaygokkoca@hotmail.com

  27.03.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut