SÜKÛTUN İNTİHARI

Nuriye Çakmak

GEÇTİĞİMİZ YILIN Mart ayında yazmıştım boğazımda düğümlenen Suriye yazımı. Adı ‘Sayıklama Koridoru’ydu. Demek tam bir yıldır aynı koridorda sayıklıyorum. Artık bu koridordan çıkmalıyım. Sesime ses veren yok. Ağlama yetimi de yitirdiğime göre başka bir yere taşınmalıyım. Korkarım bu yer bir akıl hastanesi olacak. Ruh hastalıkları var ve bunun uzmanları.. Neden adı ruh hastanesi olan bir yer yok? Olsa gitmem gerekirdi, ruhum ağır yaralı çünkü. Ve sanırım müdahale için geç kalındı. Ama hala bir akıl hastanesine gidebilirim. Henüz aklım başımdayken bunu yapabilirim.

Bütün bu kalabalıkları oraya sığdıramayacağımıza göre, gitmesi gereken kişi benim. Belki biri çıkar da sorularıma cevap verir. Akıllı adamlardan hayır göremedim.

Düşünen adamın karşısına geçerim. Bir havuz vardır belki önünde heykelin. ‘Bir havuz problemim var ey hekim!’ Bir yerde bir gün 100 bir gün 200 kişi ölüyorsa.. Bunlardan şu kadarı çocuk, şu kadarı kadınsa.. diye başlarım sormaya. Şu kadar aydır da devam ediyorsa.. Bunu yapanların oranı izleyenlerin oranının kaçta kaçına tekabül ediyor acaba? Bir sürü problem daha çıkar buradan, fasikül bile olur. Vicdan sınavı deriz adına, ya da aklın sınırları.. Ölenler Suriyeli olduğunda, Filistin’de katliam yaşandığında tepki verenlerin kaçta kaçı tepki veriyor mesela. Vermiyorlarsa, acaba ölenlere pasaportla üzülüyorlar da, bölgelere göre mi düşüyor acı bağırlarına?

Filistin için verilmesi gereken tepkinin, duyarlılığın, gündemdeki payın hali bile içler acısıyken, tepki verebilme yetisine sahip birini bulmak için çaba sarf etmek gerekiyorken.. Bunların içinden ayrıca Suriye konusunda duyarlı olabilenleri aramak düşüyor bize. Rakam düştükçe düşüyor. Bu nasıl bir problem böyle!

Eğer sorabilseydim bunları, bence düşünen adamın yapı taşları çatlardı. Ama insanların çoğunun içinde bir düşünen adam yok. Bu yüzden onların taşları hiç çatlamıyor. Taşmıyor sabırları. Hiç incinmiyor vicdanları. Nasıl bir kaleyse sığındıkları! Düşünen adamınkine benzer bir kale yapmalıyım ben de kendime. Bu kötü rüyadan uyanmamı sağlayacak bir kalem olmalı. Yeniden bir rüya görebileceğim.. Dayanmamı sağlayacak bir dayanağım, bir duvarım olmalı. Çünkü kaybediyorum, aklımla birlikte onları da kaybediyorum.

Her gün her gün gördüğüm şu rakamlar canıma dokunuyor artık. Beterin beteri gerçekten varmış. Tüm bu insanlar tek bir seferde doğal afetle ölseydi yine acı verici olurdu. Ya da atom bombasına maruz kalıp hepsi aynı anda ölüverse.. Her gün azar azar ölmek başka bir şey ama. Bir yaranın sürekli kanayıp durması. Hem de ne dehşetli yara... Bu bir savaş değil. Bu bir işgal de değil. Bence artık buna katliam da denilemez. Bu kadar geniş çaplı, bu kadar sürekli, bu kadar.. Bunu karşılayacak bir kelime var mı? Bir adı olması lazım mı sahi? İşgal dersek ismine, üzülür müydünüz ölen bebeklere?

Durmayı en sevmediğim yerlerden biri sözün bittiği yerdir. Bir türlü geçmez otobüsler oradan. Kimse durmaz el işaretinizle. Beklemekten canı kopar insanın. Oysa Suriye konusunda sözün bittiği yer çoktan bitti. Kendi kendini yedi. Sükûtun bittiği yer de bitti. Bence intihar etti. Geriye ne kaldı bilmiyorum. Korkuyorum ama.

Matematiği oldum olası sevmezdim fakat rakamlardan daha önce hiç bu kadar nefret etmiş miydim bilmiyorum. Yazılışları ne kadar büyük olursa olsun o kadar küçüldüler ki gözümde. İşaret ettikleri şeye dair taşıdıkları hiçbir şey yok bu rakamların. Duygu yok, söz yok, ifade yok.. Acıma yok. Keşke sözün ve sükûtun bittiği yerde rakamlar da bitseydi. Oysa emir almış bir kronometre gibi tıkır tıkır işliyor onlar. O siyah kronometrenin her hareketi bir can, her saniyesi bin an, bin ah.. Sayılar akmaya devam ettikçe, kan kaybeden ağır yaralı bir hasta gibi kıvranıyorum içten içe..

Şimdi o rakamları alt alta yazacağım buraya. Cesetler gibi dizeceğim satıra o ruhsuz rakamları..

“Suriye'de devrimin başlangıç tarihi olarak kabul edilen 15 Mart 2011 tarihinden bu güne en az 70 bin kişi vefat etti. Ölenlerin 5 bin 315’ini çocuklar, 5 bin 518’ini ise kadınlar oluşturuyor. Ölen çocukların 2620'si 10 yaşın altında. Her gün en az 10 çocuk öldürülürken 82 bin kişi kayıp. En az 130 bin Suriyelinin yaralandı, 1 milyon 300 bin kişi komşu ve diğer ülkelerde sığınmacı-mülteci konumunda. Ülke içerisinde yerini yurdunu değiştirenlerin sayısı ise 2.5 ila 4 milyon arasında ve kesin sayı bilinmiyor. Neredeyse her 4 dakikada bir kişi tutuklanırken, her 10 dakikada da 1 kişi yaralanmaktadır. Şehitlerin şehirlere göre dağılımında Şam ve kırsalı ilk sıradayken, geçtiğimiz Ağustos ayı 6302 kayıpla en çok şehit verilen ay oldu.”

Sonuç? Şimdi siz 10 yaşın altındaki birbirinden güzel masum meleklere ait 2620 sahne düşleyebildiniz mi? Hayır. Oysa resimler öyle mi. Mesela az önce gördüğüm resmi ekleseydim buraya, yani yine 10 yaşın altında olduğunu tahmin ettiğim o güzel yüzü şaşkınlıktan donmuş ve bu sebeple ayağının koptuğundan habersiz olan o çocuğun resmini.. Kıpırdardı içiniz değil mi?

Evet, bütün suç rakamların. Biliyorum. İnsanların, hatta Müslümanları bu kadar duygusuz yapan şey şu rakamlar. Rakamlar etkisiz çünkü, insanların umurlarında bile olmuyorlar. Oysa feryatlar öyle mi? Oysa ahlar, dualar.. Duymadığınız sürece birikmeleri sorun olmuyor! Ama rakamlara söz geçiremiyorsunuz işte, bir köşede artıp duruyorlar. Sinir bozuyorlar.

Oysa rakamlar ne kadar büyürlerse büyüsünler taşıyamazlar bu acıyı. Oysa rakamları suçlamak acizlerin işi. Oysa tonlarca resim de eklense karelere, görmek istemeyenler için sıfır etki. Oysa kulaklarında zırhla gezen insanlar için bu ahları duymak imkânsız. Oysa görsün diye yaratılmış gözlerde zulüm filtresi var sanki. Ne de mutlu dünya, herkes acıya kör ya!

Sayıklamaya devam etmekten başka çarem yok, anladım. Bu zulüm bitene kadar Mazhar Osman’ın ruhuna rahmet okuyacağım. Herkes nasıl susuyorsa, öyle susacağım. Bir havuzun önünde durup, ölen masumlarla ilgili havuz problemleri yazacağım. Cevapların hepsini suya atacağım. Dayanabilmek için yaşananlara, maymunları yardıma çağıracağım. Biri kulağımı tutsun, biri gözümü örtsün, dilimi tutsun bir tanesi. Kalemimi ben kırarım. ‘Kendi kendine konuşana deli derler!’ Herkes kadar akıllı olmak için ben de susmalıyım. Zira sözün bittiği yer bitti. Kendi kendini yedi. Sükûtun bittiği yer de bitti. Bence intihar etti. Sükût intihar etti diyorum, geriye ne kaldı bilmiyorum. Korkuyorum.


Not: Dış güçlerin muhalifler içindeki olası konumu insafsızcasına tartışıladursun, başlarındaki azınlık diktatörünün güçlü ordusunun ve onun dünya gücü destekçilerinin yani Rusya, İran, Çin ve maalesef Hizbullah’ın tüm hücumlarına rağmen, üç kişi bir araya gelmenin yasak olduğu ve herhangi bir örgütlenmenin hayal olduğu bir ortamda ellerindeki kısıtlı bile sayılamayacak imkanlara rağmen direnebilen ve umudunu yitirmeyen, dış desteğe hiç ihtiyaç duymayan çünkü iç destek olarak imanları kendilerine son derece kafi gelen, ümmetin suskunluğuna, vurdumduymazlığına takılmadan bunca acıya rağmen ikinci yıllarını bir yıl dönümü duygusuyla yaşayan Suriye’nin öz çocuklarına selam olsun...

  26.03.2013

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut