Kürt meselesi ve proaktif siyasi akıl

Ümitsizlik, yılgınlık, atalet, ötekileştirme ve ayrıştırmayı hedefleyen PKK karşısında proaktif ön almaya çok ihtiyacımız var. Bunu yapabildiğinde Türkiye siyaseti rüşdünü ispat edecek ve bütünüyle kendinden hareketli hale gelerek yerlileşecektir. PKK’nın Kürt meselesi ile olan illiyet bağını koparacak yaklaşlar, onu Kürt kitleleri önünde de marjinalize edecek bir çarpan etkisi doğuracaktır.


ON ÜÇÜNCÜ yüzyıldaki Moğol istilasının en yıkıcı sonuçlarından biri Müslüman dünyayı ümitsizlik anaforuna sürüklemesiydi. Davası “dâva” değil “sevgi” olan Yunus Emre, onun için bir “ümit çağlayanıydı”. Mevlana bu yüzden kucaklayıcıydı. “Yeis mani-i her kemal” olduğu için, bedi bir insan olan Said Nursi, ümmeti önce dergah-ı ilahiden ümitvar olmaya çağırmıştı; çünkü zor zamanlar ancak ümitle aşılabilir. Ümidini yitiren insan/toplum varlığını da yitirir. Ümitsizlik sarmalının bir ucu korkuyu tetiklerken, diğer ucu sınır gözetmeyen yıkıcılığı besler. Ümitsizliğin en büyük kaynağı da çeşitli biçimlerde kendisini gösteren despotizmdir. Despotik yönetimler altında yaşayan toplumların gelecek beklentisi bu yüzden son derece düşüktür; çünkü siyasi aidiyet sadece görünüşte vardır. Türkiye’deki Kürt toplumunun önemli bir kısmının politik sistem aidiyeti de, Kemalist ulus inşa pratiğinin yol açtığı yabancılaşmadan dolayı böyle bir niteliği haizdir.

Hiçbir politik toplum, eğer demokratik nitelik taşıyacaksa, sistemik siyasi aidiyete sahip olmayan toplum kesimlerinin yabancılaşmasını ilanihaye göz ardı edemez, yok sayamaz. Cumhuriyet maalesef tam da bunu yaptı. Bu vasfı bile, tek başına, Kemalist Cumhuriyetin demokratik özden ne kadar yoksun olduğunu ortaya koymaktadır. Demokratik sistemler siyasi aidiyeti rıza üstüne inşa eder, eliminasyon üzerine değil. Bu yüzden, ulusalcıların hayalini süsleyen Sri Lanka/Tamil modeli, zaten zaman zaman denenmiş ve ağır bir başarısızlığa uğramış olduğu için, bu tahayyül bir hülya olarak kalmaya mahkumdur. 2012 yılı itibariyle Türkiye çok etnili bir demokrasinin gereklerini öğrenmeye zor da olsa devam etmektedir. Demokrasinin erdemi de budur: hem toplum hem de siyaset sınıfı zamanın izhar ettiği kayıtları zamanla kabul edecek olgunluğa ulaşabilmektedir. Türkiye artık “Ne mutlu Türküm diyene” mottosunu tarihin çöp sepetine atmak ve “Türkiye Türklerindir” şovenizminden kurtulmak zorundadır. Bu mottoları besleyen zihniyetin fırsat maliyeti doğrudan demokratik çoğulcu toplum düzeninin kendisidir. Demokratik çoğulcu toplum düzeninin asgari gereği, kamusal alanın etnik açıdan çoğulculaştırılması/nötrleştirilmesidir.

Demokrasi şiddet ile yol alamaz

Türkiye demokrasisi, artık PKK sopasına ihtiyaç duymayacak kadar tekemmül etmiştir. Bunun anlamı sosyo-politik problemlerin çözümünde proaktif siyasi aklın devrede olmasıdır. Bu siyasi aklın aktifleştirilmesi, maalesef hala şok dalgalarının etkisi altında gerçekleşebilmektedir. PKK’nin Şemdinli, Gaziantep ve Beytüşşebap eylemleri, geniş toplumda anlaşılabilir şekilde rovanşist duyguları harekete geçirmiş bulunuyor. Meselenin bam teli de burasıdır. Kürt meselesinde Türkiye demokrasisi PKK terazisi ile yol alamaz. Demokratik endaze PKK’ye endekslenemez. Bu olabilecek en kötü ve başarısızlığı garanti edilmiş senaryodur. İttihat ve Terakki Ermeni meselesinin hallinde Taşnaksutyun’un program ve pratiğini nirengi noktası olarak kabul etti; bu partinin çoğunluk kararının Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni desteklemek şeklinde tezahür ettiğini göz ardı etti; Rus yanaşması Antraniklerin ihanet eylemlerini Ermeni meselesinin çözümünde baz aldı. Sonuç Ermeni tehciri oldu. Bu reaktiflik, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birinin yaşanmasıyla sonuçlandı. Bugün Türkiye, Kürt meselesinin çözümünü PKK’nin program ve eylem pratiğine endekslenmiş bir siyasi akla rehin verecek lükse sahip olmaktan uzaktır. Bu akıl PKK’yi var kılan ve semirten akıldır. Kürt meselesini PKK’ye dayelik yapacak hale sokarak, kor ateş haline getiren akıldır. Geçmişte Ermeni tehcirini doğuran bu akıl, Diyarbakır cezaevini, fail-i meçhulleri ve yerlerinden edilmiş yüzbinlerce insanın acısıyla Kürt meselesini PKK’nin oksijen çadırı haline getirmiş akıldır. Zilan’da, Sason’da, Rize’de, Van’da, Barla’da, Dersim’de, nihayet Uludere’de hep bu aklın parmak izlerini görüyoruz. Kan ve gözyaşı, onulmaz acılar ve soğumayan intikam duyguları... Hiçbir demokratik siyasi sistem bu yükle yüzleşmeden yoluna devam edemez, istikrarlı bir siyasi rejim inşa edemez.

Şimdi ise, bu aklın demokratik akılla tasfiyesi için önümüzde büyük bir fırsat alanı açılmış bulunuyor. Kürt meselesi ile PKK arasındaki bağın koparılması ve taşeronlaşan PKK ile hukuk içinde kalarak en etkin mücadeleyi yaparken, Kürt meselesini demokratik çözüm parantezi içine alıp PKK’nin inhisarından kurtarmak. Böylece geçmişteki hataları tekrarlamaktan uzak, geçmiş politikaların toplumsal ve siyasi bakiyelerini kanayan toplumsal yaralar olmaktan çıkaran ve Kürt meselesini Türkiye’nin ihtiyaçlarına uyarlanmış demokratik bir çoğulcu perspektifle ele alan proaktif bir yaklaşımı benimsemek mümkün olacaktır. PKK’nin Kürt meselesi ile olan illiyet bağını koparacak bu yaklaşım onu Kürt kitleleri önünde de marjinalize edecek bir çarpan etkisi doğuracaktır.

PKK’nin alan hakimiyeti konseptine dayalı, şiddetten sembolik üstünlük üretme hedefini yansıtan son eylemleri şimdilik başarıya ulaşamadı ama PKK’nin Kürt meselesi dışındaki devletlerarası çıkarların taşıyıcılığını yaptığını gösterdi. PKK’nin bu pozisyonunun inandırıcı, sahici ve doğru deşifresi, bu örgüte sempati duyan ve destek veren militan çekirdek dışındaki halkaları sorgulamaya sürükleyebilecektir. Bu sorgulamanın sonuç verebilmesi yani kitlelerin PKK’den desteğini çekebilmesi için, Kürt meselesinin kimlik, dil ve adem-i merkeziyetçi idari-siyasi yapılanma konusunda kitlesel kabule mazhar, gerektiğinde referandumla teyid edilmesi düşünülebilecek demokratik çözüm inisiyatiflerinin anayasal düzeyde güvence altına alınmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Kürt meselesinin çözümünde alınacak mesafe, PKK’nin ötekileştirici şiddet dilini merğup olmaktan çıkaracak ve Kürt siyasetinin aktörler düzeyinde çoğulculaşmasını hızlandıracaktır. Kürt kitlelerinin desteğini almayan, onların taleplerini dışlayan çözüm yaklaşımlarının toplumsallaşma şansı bulunmamaktadır.

AK Parti’nin yapabilecekleri...

PKK ile reel mücadele, askeri olduğu kadar, hatta ondan da fazla, bu örgütün Kürt meselesinden beslenmesine imkan veren tüm kanalları tıkamak ve sahip olduğu reaktif kitle desteğini kaybetmesini sağlamayı gerekli kılmaktadır. Bu sürecin en önemli ayaklarından biri de, hiç şüphesiz, Kürt olmayan geniş toplumda oluşmaya başlayan ve giderek derinleşen dışlayıcı tavırları önleyecek ve onları da demokratik çözümün gereğine ikna edecek kitle psikolojisi yönetim cihazlarını devreye sokmaktır. Günlük komşuluk ilişkilerine bile nüfuz etmeye başlayan bu zehirleyici atmosfer, Kürtleri çoğunluğun sessizlik denizine gözyaşı akıtmaya götürecek bir sürece dönüşmemelidir. AK Parti hükümetinin bu ülkeye yapabileceği en büyük hizmetlerden biri, muhafazakâr kitlelerdeki gizil Kürt antipatisini ortadan kaldırmaya dönük bir eylem stratejisi geliştirmek olacaktır. Militan PKK sempatizanları gibi, ulusalcılar da ikna değil ilzam ve iskat dilinden anladıkları için, bu süreci sabote etmelerinin engellenmesi yeterli bir pozitif katkı sunacaktır.

Süngü üzerinden iktidarların ibka edilmesi mümkün değildir. PKK’nin de Kürt kitleler üzerindeki silahlı vesayeti geçicidir. Kitlelerin düşünmeye “zorlanması”, mürid psikolojisinden kurtulması için, soru sorabilmeleri gerekir. Soru sormanın sadakatsizlikle eşlendiği ortamlarda bu mümkün değildir. İşte, PKK’nin devletlerarası bir taşeron konumunu edinmesi, “askeri çözümü” öncelemesi, barış sürecinin bir parçası olmaktan imtina etmesi, şiddetin düzeyini yükselterek, dağlara bayrak dikmek gibi sembolik tahriklere yönelmesi ilk elde son derece negatif gibi görünse de, aslında içinde ciddi bir çözüm çekirdeğini de barındırmaktadır. Ümitsizlik, bezginlik ve yılgınlık, atalet ve eylemsizlik, ötekileştirme ve ayrıştırmayı hedefleyen PKK karşısında proaktif ön almaya çok ihtiyacımız var. Bunu yapabildiğinde Türkiye siyaseti rüşdünü ispat edecek ve bütünüyle kendinden hareketli hale gelerek yerlileşecektir.

“Dağ meyvesinin hazmı zordur ancak şifa verir.” Ulusalcı bir mecrada yalpalayan şair İ. Özel’in güzel mısralarıyla söylersek: “Uzun yola hüküm giydik,” “mataramızda tuzlu su” bile olsa vazgeçmek yok! Çünkü biliyoruz ki, gecenin en karanlık anı, Ay’ın en parlak zamanıdır.


* bu yazı ilk defa Star Gazetesinde yayınlanmıştır.

  12.09.2012

© 2021 karakalem.net, Ahmet Yıldız



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut