Kürt meselesinde çözüme doğru

TÜRKİYE SICAK bir yazın ardından Kürt meselesinin çözümünde yeni bir fırsatlar zemini yakalamış durumda. Kendisini Kürt özgürlük hareketi olarak lanse eden ve şiddeti ötekileştirmenin en önemli aracı olarak kullanan PKK-BDP çizgisi, ilk defa Kürt meselesi dışında bir iktidar denkleminin parçası haline geldi. Modern dönemde, özellikle İran ve Irak'ta kendilerini ezen despotların birbirlerine karşı kullandığı Kürt topluluklarının lejyonerleşerek taşeronlaşması, içinde bulunduğumuz yeni Ortadoğu konjonktüründe PKK açısından da söz konusu.

Suriye'deki gelişmeler sonrasında ortaya çıkan yeni konjonktürde İran ve Suriye'nin doğrudan desteğine kavuşan PKK, vur-kaç yerine burca bayrak dikmeyi önceleyen sembolik güç gösterisine dayalı alan hâkimiyeti stratejisiyle şiddetin dozunu yükseltirken, aslında altındaki meşruiyet zeminini örseledi. PKK şiddeti artık yalnızca Kürt meselesi ile arasında var olan reel bağla açıklanamayacak bir boyuta ulaşmış durumda. Daha düne kadar PJAK'la çatıştığı İran'dan ve Beşşar Esed rejiminden Suriye'deki siyasi konjonktürün doğurduğu yeni iktidar denklemi içinde ciddi bir destek alan PKK, Mavi Marmara baskınının gerçekleştiği günün sabahında İskenderun'da gerçekleşen eylemin de ortaya koyduğu gibi, İsrail ile de önemli askeri ve istihbari ilişkiler geliştirmiş durumda. Irak ise zaten PKK'ye "ev sahipliği" yapıyor. PKK'nin yeni askeri stratejisi bu yeni denkleme dayanıyor. Böylece uluslararası güç hesaplarının bir unsuru haline gelen PKK, artık Kürt meselesine dayalı dinamiklerin dışına çıkarak, hamilerinin sesi konumuna gelen bir süreçte ilerliyor.

Demokratik süreçte Kürt meselesine çözüm bulma imkânlarının en azından kapalı olmadığı bir ortamda, Gaziantep, Şemdinli ve Beytüşşebap olayları, Türkiye'nin canını acıtmak isteyen mezkur ülkelerin çıkarlarını yansıtıyor. PKK şiddetinin Kürt meselesinden soyutlanması, en azından PKK ile Kürt meselesi arasındaki ilişkinin bu şekilde bulanıklaşması, proaktif düzeyde demokratik çözüm süreci için büyük bir fırsat sunuyor. Kürt meselesinin PKK'dan soyutlanarak anayasal düzeyde bir çözüme kavuşturulması, içine girilen yeni süreçte, PKK'nin Kürt meselesi ile kendisini var kılan dinamiklerden koparak marjinalleşmesini mümkün hale getirecek ve kalbi kırık milyonların PKK'ye sunduğu, "Ali muhabbetinden çok Ömer buğzu"ndan kaynaklanan destek tahdit edilebilecektir. Bu fırsat heba edilemeyecek kadar önemli ve değerlidir. Eğer Türkiye'ye hükmeden siyasi akıl bunu görüp gereğini takdir edemezse, şiddetin fasit sarmalında insanımız ve kaynaklarımız heba edilmeye devam edilecek, Türkiye "mahkûm" bir ülke konumundan çıkamayacaktır.

Türkiye'ye Cumhuriyet dönemi boyunca hükmeden milliyetçi siyasi aklın sorumlu olduğu mevcut durum, PKK'nin sahip olduğu, "kökü içeride" bulunan desteğin nasıl oluştuğunu yeterince açıklamaktadır. Kürt milliyetçiliğini besleyen en önemli iki kaynak olan Kürt diyasporası ile yerlerinden edilmiş Kürt nüfusun uğradığı mağduriyetin beslediği intikam duyguları, dağ kadrosunun 12 Eylül'ün işkencehanelerinden doğmasının belirleyiciliğinde teşekkül etti. Örgüte mali ve ideolojik destek sunan Kürt diyasporası ile mağdur Kürtlerin kör bir etnik tarafgirliğe dayanan intikam duyguları ile telafi talepleri dağ ateşini diri tutmaya devam ediyor. Örgüt toplantılarına katılmayı ve aidat vermeyi ulusal davaya sadakat olarak algılayan diyaspora Kürtleri ile yerleşmek zorunda bırakıldıkları Batı bölgelerinde geniş topluma entegre olmayarak gettolaşan Kürtler "rehabilite" edilmeden, PKK ile Kürtlerin insani ve demokratik haklarının sağlanması arasında şiddet üzerinden oluşturulmuş bağı kırmak mümkün değil.

Aydın'da gittiği ilkokulda asker öldürülünce sevinen, "gerilla" öldürülünce üzülen ve bunu öğretmenine söylemekte beis görmeyen ilkokul öğrencisi, PKK'yı süreklileştiren zemin hakkında yeterince fikir vermektedir. Hangi namlunun gücü bu küçük kalbi ikna edebilir ve onarabilir? Açıktır ki, PKK'nın ideolojik mobilizasyon gücü, devletinki ile mukayese edilemeyecek kadar yüksektir. 12 Eylül dağdaki ateşin baş sorumlusudur. Öldürülen her masum insanın kanından 12 Eylül darbecileri sorumludur. Diyarbakır cezaevi ile dağdaki ateşi yakan 12 Eylülcülere en önemli destek, 90'ların ilk yarısında Kürt milliyetçi çevrelerine dönük fail-i meçhul cinayetleri devlet politikası olarak uygulayan Demirel-Çiller hükümetlerinden geldi. Köy boşaltma ve yakmaların rövanşist duygularla gerçekleştirilmesi, PKK'ya en az Diyarbakır cezaevi kadar yeni bir münbit insan kaynağı sundu.

Uzun sözün kısası, Türkiye'deki Kürt meselesinin baş sorumlusu, dolayısı ile PKK'yi var kılan toplumsal zeminin oluşturucusu, ne yazık ki TC Hükümetleri ve onların benimsediği, sözünü ettiğim politikalardır. Dolayısıyla PKK, doğuşundan itibaren Kürtlerin uğradığı korkunç fiziki ve psikolojik mağduriyetlerin ebeliğinde büyümüş, dağlarda çocukları bulunan aileleri de yanına çekerek yok edilmesi mümkün olmayan militan bir taban kazanmıştır. Kürt meselesi ile PKK hareketi arasındaki bağ, PKK'yi ayakta tutan ve tutacak olan bağdır. Şimdi bu bağ, PKK'nin yeni pozisyonu ile müphem hale gelmektedir. PKK'nin Kürt meselesinin çözümünde bir engel olmaktan çıkarılması ve bu mesele ile terör arasındaki ilişkinin mevhum hale getirilmesi için demokratik açılım sürecinin anayasal düzeye taşınması ve Kürt meselesinin demokratik çözüm sürecinin bir paydası haline getirilmesi gerekiyor. O zaman Kürtler, PKK'nın arka bahçesi olmaktan çıkacak ve demokratik düzenin yaşatılmasında pay ve çıkar sahibi vatandaşlar olarak şiddete karşı durabilecek moral pozisyona kavuşacaklardır. Demokratik çözüm sürecinde mutabakat sağlanmadan terörle mücadele konusunda mutabakatın bir anlamı olmayacaktır. Şimdi yeniden "açılım" zamanıdır.


* Bu yazı ilk defa Sabah gazetesinde yayınlanmıştır.

  10.09.2012

© 2021 karakalem.net, Ahmet Yıldız



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut