Gel eylül

YAZ YIKILDI, soluksuz mevsim sökün etmek üzere. Gün döndü; cemreler düşmüyor yükseliyor. Renkler soluyor, suretler silikleşiyor, pastoral seherlere yaklaşılıyor. Gündüzler aynı görünse de gecenin akışı, suyun seyri, devrin rengi değişti.

Mevsim artık eski mevsim değil; zaman da eski zaman. Mevsime ve zaman dayanabilir mi mekân? O da değişecek. Rüzgâr değişmez; değiştirir. Rüzgârın önünde hangi sarı yaprak durabilir; Zamanı geçmiş fikir, ömrünü bitirmiş yıldız, sonu gelmiş yol, kaynağını bitirmiş ışık?

Ölmüş mevsimin ardından ağlamak neyi geri getirir? Uçmuş ışık, kaymış yıldız, kırılmış dal; ölümün mevsimi var mı? Yoksa mevsimsiz mi ölüm? Mevsimler üstü mü gerçek hayat?

An ölür, gün ölür de mevsim ölmez mi?

Giden hangi mevsim bir daha geri geldi; her şeyi aynıyla, aynısıyla yaşattı; saçları, şakakları, şakaları, kederleri aynı nakaratla tekrar ettirdi? Eylül gel; gel eylül.

Biraz seninle de eğleşelim; yıkılan yazdan ders çıkaramadık, sen bize ne yazacaksın, öğretin ne olacak, ne ile buluşturacaksın?

An denizi kaç mevsim yuttu, kaç vuslat gemisini kaybettirdi, kaç sevinç tayfalarını dağıttı? Eylül boğazı iki denizi yeniden buluşturabilecek mi? Karşı kıyıya adım atabilecek mi insanlık? İnsanlar aç, insaniyet aç; insanlık bir dilim ekmek bir mevsim özgürlüğe muhtaç… Eylül gel; gel eylül.

Ne diye gelecek, neler getirecek, neler götüreceksin? İnsanlığa ayakta tutacak ne insani değer kaldı ki? İç savaşlar, enfüsi çatışmalar, dünya harpleri; yorgunluktan ihtiyarını yitirmek üzere ihtiyar dünya… İyilik adına bir ışık, güzellik adına bir aydınlık, doğruluk adına bir şavk arıyor. Geliyor musun eylül?

Yazın yıkılışından ders almayan eylülde ne devşirir? Zihinlerdeki terör, kalplerdeki savaş, akıllardaki ifsat söner mi eylülde, gelen aylarda, mevsimlerde, senelerde?

İftar vakti insan öldürmek, ekmek bekleyen çocuğu katletmek, bayramı bombalamak; bunlar zemheriri kışta insanlığı donmuşlar olmalı. Yaz, bunlara bir şey yazamamış; insansızlığın, insafsızlığın, izansızlığın kış uykusuna yatmışlara ne yapabilir ki? Caniliğin mevsimi ve mekânı var mı?

Ramazan bilmeyen, bayram bilmeyen, çocuk bilmeyen, ihtiyar bilmeyen, kadın bilmeyen; eylülü ne bilir, yazı ne bilir? Mekânın kutsalı, zamanın kutsalı, insaniyetin kudsiyeti yaşayan insanlar için; sönmüş kalplerin, ölmüş ruhların kutsalı ve kudsiyeti yok, mevsimi, renkleri yok.

Hangi yaz, yaz; hangi kış, kış? İçi yaz olanlar her kıştan sonra gelecek yazı bilirler ve bulurlar, işleri; sabır, teenli ve hikmet iledir.

İçleri kış olanlar mevsimsiz öldürürler; bahar gelmiş, yaz gelmiş onların neyine. Gönülleri kara, akılları kara, ruhları karalara ışık ne yapar, yıldız ne yapar; eylül uğrar mı onlara, onlar eylüle uğrar mı?

Yazlar yıkılmaz, eylüller gitmez, mevsimler dönmez; zamanın üstünden zamanın hücrelerine nüfuz edince, mekânın üstünden zerreleri delip geçince… Eylül; sen yine de gel, gel eylül.

  27.08.2012

© 2021 karakalem.net, Hüseyin Eren



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut