“İNSAN NE iyilik yapsa kendi nefsinedir.” İnsan kime merhamet gösterse, aslında kendi nefsinedir. Kimi affetse aslında bir yönüyle kendini affetmiştir. İnsan kimi sevse aslında kendini sevmiştir. Kime yardım etse kendi nefsine yardım eli uzatmıştır. Birine şifa verse kendi yaralarına da şifa üflemiştir. Birine bir tatlı söz söylese, o güzel söz onun da yüreğine yerleşmiştir. İnsanın başkasına yaptığı aynı zamanda kendinedir.
“İnsan kime bir kötülük yapsa kendi nefsinedir.” Yalan söylediyse birine aslında kendini kandırmış sayılır. Fitne çıkaranın fitne ateşi kendi içindedir. Münekkid, suretâ başkasını beğenmiyor görünse de aslında kendisini daha ziyade tenkid etmekte, beğenmemektedir. Hakkı olmayana el uzatan, aslında başkasının değil kendi nefsinin de hakkını yemekte, onu ihtiyaç duyduğu kemalata sevk etmemekte, ayağına bir taş bağlayıp denize itmektedir.
Zünnûn-u Mısri’den naklederler “Müminlerin yaşlılarını baban, akranlarını kardeşin, küçüklerini evladın gibi görmedikçe halife olamazsın” İnsanın halifeliği onu diğer varlıklarla bağlayan bir unsur olduğu gibi, onu diğer insanlarla da bağlayan bağdır. Halife sadece ağaca, yıldıza, kırmızı balığa alâka duymaz, zaten bunlara duyulan alâka yukarıdan aşağıya bir alakadır, içinde hiyerarşi barındırdığından benliği rahatsız etmeyen bir alâka kurma biçimidir. Oysa insanın, diğer insanlarla kurduğu alâka böyle değildir, o diğer insanlara hükmedemez, bu sayede halifeliğin sadece hükmetmek demek olmadığını, herşeyin irtibatlandığı bağlantı noktası anlamı taşıdığını da fark eder. Halifelik herşeyin herşeyle, ve herşeyin benle irtibatını fark etmekle, bu idrakle başlar.
İnsanın başkasına yaptığı iyi ya da kötü herşeyin kendi nefsine olması, insanın nazarına Nisa Sûresi’nin ilk ayetini hatırlatır. “Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefsten yaratan, ondan da eşini yaratan ve ondan çok sayıda erkek ve kadınlar yaratan Rabbinize karşı sorumluluk sahibi olun. Onun adıyla birbirinize dilekte bulunursunuz. Sıla-i rahime riayet edin. Allah sizin üzerinizde Rakib’dir(murakabededir, görüp gözetmektedir)”
İnsanların bir diğerine karşı yaptığı iyi ya da kötü her fiilin aslında kendi nefsine olması, kanaatimce tüm insanların tek nefsten yaratılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Birini sevmemizin, bir bağ hissetmemizin, kaybetmek istemeyişimizin, özlemimizin sebebi de bu tek nefstir. Arzularımız, duygularımız, hayallerimiz, kaygılarımız birdir. İnsan ayetin de ilk örneklediği üzere en çok eşinde bunu hisseder, eş insana kendinden farklı gelmez, cismi cisminden, nefsi nefsinden, ruhu ruhundandır, öyle hissedilir. Bu his bir yanılsama değil bize verilen bir haberdir. Aslında bu derece yakınlık kurmadığımız diğer insanlar da bizdendir. Tüm insanlar, tasavvufun bazen nefs-i küll , bazen Havva dediği, tek nefsin cüzleridir.
İnsan külli nefsin parçaları olduğunu hissettiğinde bir başkasına yaptığı iyiliği ötekine gitmiş saymaz, çünkü öteki kalmaz. Öteki de benim dışta görünen bir uzantım olur. Bazen öteki benden zıttır, bu tıpkı aynada gördüğüm yansımamın sağı sol solu sağ göstermesi gibi bir zıtlıktır, ama yine de yansımanın zıtlığı aynılık içinde zıtlıktır. Öteki ne denli farklı olursa olsun bu fark aynılık içinde bir farktır. Morla kırmızı tayfın iki ucunda bulunsa da onların renk oluşları dalga boylarının farklı oluşundan büyüktür. Ben başkalarında olası benleri görürüm, kendimi farklı farklı suretlerde, farklı farklı mizaçlar giymiş olarak tecrübe ederim.
İnsan başkasına kızar da, öfkelenir de, söver de. Ancak insan kendi kendine de kızar, söver. İnsanın kendine kızması da çok keskin olabilir, insan kendine eziyet edebilir, vicdanı onu tazib edebilir, ancak bu kendinden kendine kızma, ya kendini düzeltme ya da düzeltemezse de kabullenme ile sonuçlanır. Külli nefsin parçaları olduğunu idrak eden insan başkasına kızar, ancak bu düzeltmeye yönelik bir kızma olur, yahut tüm uğraşıları boşa çıksa, ötekini kabul eder, “Bu da böyle napalım” der. İdare eder. Nefs idare etmeyi bilir. İnsan nefsi herşeye uyum sağlayabilecek keyfiyettedir. Ancak nasıl ki insan kendi kendini terk etmez, külli nefsi idrak ediyorsa ötekini de terk etmez. Çünkü öteki de beğense de beğenmese de kendinin bir parçasıdır. İnsan nereye gitse kendini de tüm parçalarıyla beraber oraya götürür, ne kadar gözden uzak tutsa, derinlere gömse kendine ait herşey oradadır, yok olmamaktadır.
İnsan başkasını nasıl anlar? Nefsi onunki ile çok da farklı olmadığı için. Hassaten kamil insanlar külli nefse çok yaklaştıklarından, tüm insanları sever ve merhamet ederler, külli akla çok yaklaştıkları için tüm insan davranışlarını tüm saikleri, tüm ihtiyaçları anlayabilecek, tüm farklılıklara hitap edebilecek bir külliyet kesb ederler. Bu içeride kendi nefslerindeki çeşit çeşit farklı farklı duygu ile yüzleşmelerinden, kendi tüm hallerini kabullenmelerinden, kendi nefslerini bilmelerinden kaynaklanır. Ötekini bilmeyen anlayamayan, aslında kendinin de pek çok yönünü tanımamakta, anlamamaktadır.
İnsan nefs-i küll makamında olursa Havva gibi herkesi kendi çocukları telakki eder sever, merhamet eder. İnsan aklı küll makamında olursa Adem gibi iyi kötü tüm insanları anlar, kah güler kah ağlar ama onları kucaklar. İnsan kendini fark etmeye başladığı ilk aşamada cüzdür, ancak cüz kalmak zorunda değildir, o nefste de akılda da küllileşme istidadına sahiptir. Küllileştikçe anlayış ve rabıta şemsiyesinin altına aldığı varlık sayısı artacaktır. Aman yanlış anlaşılmasın, birilerini şemsiyesinin altına alması onlardan üst bir basamakta olmasının değil, aynı yolda yürümesinin neticesidir. Birilerini şemsiye altına almak tekebbüre değil, tebessüme sebep olmalıdır. Biz yoldan kendi parçalarımızı topluyoruz, kendimize iyilik yapıyoruz.
İnsanın külli nefsten bir parça olması onun tüm insanlara duyguları, sezgileri ile bir bağ kurmasını, insanın aklı küllden bir parça olması da insana tüm insanları tanıma, anlama, onlara ilişkin tüm halleri bilme yetisi verir. İnsanları bilmek onu insandan daha alt kategoride olan tüm varlıkları bilmeye, insanları sevmek, tüm alt kategoride varlıklar sevmeye taşır. İnsan kendini bilirse kendindeki nefs-i hayvani yönüyle hayvanları, nefs-i nebati yönüyle bitkileri, kendindeki cansız/donuk yönüyle de cemadatı bilir. Tüm bu bilmeler hissetmeler, bağ kurmalar, bir tek şey içindir. O da Allah’ı bilmektir.
İki şey arasında bağ kurmak, hakikatte o şeylerin aslı hakikati olan iki esmanın ve kulla Rabbin arasında bağ kurmaktır. Yeter ki insanı ve alemi tanımada maksat unutulup, çoklukta kaybolmayalım.