Arşiv

Keşke Toprak Olsaydık!

ONU ÇOCUKLUK YILLARIMDAN HATIRLIYORUM. Ara sıra gizlice buluşup oynayan iki arkadaş gibiydik. Anneme kalsaydı, uzak durmalıydım ondan. Haksız da sayılmazdı hani; ya bir yaramazlık sonrası avuçlarımı, parmaklarımı saran bir kirdi; ya da yeni giydirilmiş bir gömleğin yakasında hiç istenmeyen bir lekeydi. Pantolonumdaki toz, ayakkabımdaki çamurdu toprak. Yaşadıkça ondan uzak duracaktım, anlaşılan. Ne de olsa ancak ölenler onunla kucaklaşıp yatmaya razı görünüyordu. Ölüm demek toprak; toprak demek ölüm demekti anneme göre.

Babama kalsaydı, ne kadar çok toprağımız olursa, o kadar iyi yaşardık. Bereketli tarlalar, geniş bahçeler demekti toprak. Ne kadar çok toprağı, ne kadar çok kazarsak, o kadar bol ürün alırmışız. Yoksa kocaman kocaman devletler ne diye toprak için birbiriyle savaşsın, kan döksünmüş ki? Toprak demek, yaşamak demekti babama göre.

Sonradan öğrendim; meğer toprak yerküremizi çevreleyen ince mi ince bir kabukmuş. Tıpkı bir elma kabuğu gibi, dünyamızı nokta nokta sarıp sarmalar, renklerle bezermiş. Ama elmadakinin aksine, meyveyle kabuğa değil de, kabukla meyveye hayat verilirmiş. Dünyamız güneş sisteminin hayatsız, neşesiz diğer bütün gezegenlerinden toprağı ile ayrılırmış. O incecik kabuğu sayesinde dünyamız, cıvıl cıvıl hayatla dolup, kâinata meyve olmuş. Hani toprağı soyup çıkarsak, geriye cansız, hayatsız bir yığın taş kalırmış yeryüzünde. O zaman o da, diğer gezegenler gibi, gökyüzüne ilgisiz kalır, kendi yalnızlığı içinde dolanıp dururdu herhalde.

Yeryüzünü gökyüzüne bağlayan sihirli bir düğümdür toprak. Güneşten gelen ışıklar, bulutlardan dökülen yağmur damlaları, rüzgârların önünde savrulup duran uçarı hava zerreleri toprağın kucağında buluşur, onun beslediği irili ufaklı yapraklar arasında kaynaşıp birbirinden tatlı meyvelere dönüşür, hayata karışırlar. Böylece, nice ilkbaharlar yeşerir toprağın kucağında.

Sonbaharlar da onun kucağına düşer. Bir meyvenin kalbinden dökülen sıcacık birer dua gibi, tohumlar, onun bağrında yeni hayatlarına hazırlanırlar. Solgun yapraklar, sanki son bir ümitle onun kucağına atarlar kendilerini. Ölen herşey, bitkiler, hayvanlar, insanlar ona döner. Cesetler orada hücrelerine, atomlarına kadar ayrılır. Ayrışan zerreler yeni bir canlının vücudunda yer almak üzere hazırlanırlar. Ve sonunda, yeryüzüne başını uzatan her filiz, daha önce ölmüş bir canlının zerrelerini giyinip, öylece tebessüm eder gün ışığına, bulutlara, yıldızlara.

Sihirli bir aynadır toprak. Ölümün rengi, ona vurduğunda, hayatın canlı renklerine dönüşür. Kışların ölü sessizliği ilkbaharın neşesine döner toprakta. Cansız renksiz zerreler, canlı, renkli çiçeklere, meyvelere dönüşür toprak aynasında. Hiçbir şey kendisini bu sihirli yansımadan alıkoyamaz. Herşey eninde sonunda toprağa girer ve herşey yine topraktan gelir. Yeryüzü bu yansımalarla aydınlanır, renklenir.

Bizim sokaktan bilirim. Üzeri toprak yerine kocaman bir betonla kaplıdır da, o yüzden bu yansımayı göremezsiniz orada. Bizim sokağa düşen yağmur damlaları tutunacak bir kök bulamazlar, şaşkın şaşkın o yana bu yana dağılırlar sadece. Gün ışıkları garip kalır bizim sokakta; soğuk betonun üzerinde kendilerini karşılayacak ne bir ot, ne de bir yaprak vardır. Ola ki, bir tohum düşerse bizim sokağa; bilsin ki, bizim sokak gökyüzüne dargındır; orada kendisini gün ışığı ile, suyla, havayla beleyip yeni bir hayata hazırlayacak toprağın kucağını bulamaz. Tohumlar yetim kalır bizim sokakta.

Anadır toprak. Bitkiler, hayvanlar, insanlar onun çocuklarıdır. Öylece kardeş kardeş yaşarlar bir arada. Hele annelerini bir kaybetmeye görsünler, hemen kavgaya tutuşup, birbirini öldürmeye kalkarlar. Nasıl mı? Bir düşünün; onca canlının vücutlarından çıkan artıklar hiç çürümeden birikse, cesetler hep ortada kalsa, yeryüzü bir anda çöplüğe dönüşmeyecek mi? Onca canlı kendi artıkları içinde boğulup kalmayacak mı?

Bakmayın toprağa kirli, ölü toz yığını diyenlere. Temizdir toprak; hamarat, fedakâr bir ana gibi, herkesin artığını, kirini alır, sessizce temizler. Birinin artığını birine ilâç, bir başkasının cesedini bir başkasına çiçek yapar. Hele hiç "ölü" denemez ona. Orta halli bir tarla toprağının bir gramındaki 30.000 protozoayı, 60.000 alg’ı, 400.000 mantarı ve 2,5 milyarı aşan bakteriyi görseydiniz, ona ölü demeye diliniz varır mıydı? İlim adamlarına hak vermemek mümkün değil. "Ormanlarda en çok ağaçları değil, toprak altı canlıları görürsünüz." Toprağın altı üstünden daha neşeli, daha canlı, daha renkli galiba.

Ha, bir de ona "kara toprak " derler. Görmüyorlar mı, onun bütün dünyaya renk verdiğini? Herşey zıddına ayna olurmuş derler ya, işte toprak da, o karalığı ile ışığa öyle bir ayna olur ki, nice parlak şey onun aynalığına yetişemez. Meselâ, suya güneşin hangi rengi düşerse, sadece o rengi geriye verir. Cam aynalar da öyledir. Ama toprağa düşen gün ışıkları yedi rengin bütün tonlarına dönüşüp, öyle geriye yansır. İşte renk renk çiçekler; işte renk renk yapraklar, meyveler... Toprağın bu aynalığı sayesindedir ki, açan her çiçekle dağlar, ovalar, vadiler renklenir; dünyamız güneşin bütün renklerini giyinir. Bunun için mi dersiniz, hepimiz küçük bir saksı içine koyduğumuz toprakla, odamızın bir köşesine güneşin renklerini taşımak isteriz?

Şimdi bir saksıyı önünüze alın. Belki de içinde küçücük bir kaktüs var óhani şu Amerikan çöllerinde yetişen cinsten. Belki de, iri yapraklı bir kauçuk ağacı vardıró Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yetişenlere benzeyen. Dünyanın hangi köşesinden, hangi tohumu koyarsanız koyun; adınız gibi bilirsiniz ki, saksıdaki toprak hepsini dalıyla, yaprağıyla, meyvesiyle, çiçeğiyle kocaman bir ağaca çevirmenin vesilesi olmaya hazırdır. Sanki toprağın her bir zerresi, yeryüzündeki her bitkinin her halini biliyor ve gerektiğinde her birine kendi şeklini verebiliyor. Demek, toprağın her zerresi, herşeyin her halini bilen, herşeye şekil veren bir Zâtın âyinesi. Onun adına, Onun ilmini, Onun kudretini aksettiriyor yeryüzünde.

İşte, ölüp de toprağa düşen herşey, zerre zerre toprağa dönüştükçe, yine hayatında olduğu gibi Onun ilmine, Onun kudretine döner. Onun ilim ve kudret aynasının arkasına geçer. Ona yakınlaşır. Onun sırrı olur. Öyleyse nefsim, topraktan ve toprağa dönüşmekten, kabirden ve kabre girip yatmaktan korkma!

Ona öylesine yakındır ki toprak. Onun için, herşey en başında topraktan gelir ve en sonunda da toprağa döner. Keşke toprak kadar yakın olabilsek Ona. Keşke toprak olabilsek...

  28.12.2003

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut