Arşiv

Şu Dünyanın Taşına Bak

GEÇENLERDE HATIRLADIM ONLARI. Ayaklarıma takıldılar. Hattâ kızdım bile. Bu çakıl taşlarının kaldırımda ne işi vardı? Niye temizlemezlerdi ki?

Ama sonra farkettim temizleyemeyeceklerini. Çünkü her yerde onlar vardı. Kaldırımı şöyle bir süzdüm, hep sıra sıra taşlarla örülmüştü. İleri doğru uzanıp giden asfaltı kaldırsalar, altından binlerce çakıl taşı çıkacağı kesindi. Binalara bir göz gezdirdim, onlar da taşlardan yapılmamışlar mıydı? Duvarlarda, merdivenlerde onlar vardı. Kısacası, taş üstüne taş koymuş, evler, şehirler kurmuştuk. Dünya taş olmuş, taş dünyamız olmuştu.

İnce çakıl taşlarından dev kayalara, kurşunîsinden beyaz beneklilerine, mermerden birikete, insanlar kadar ayrı karakterde, ayrı şekilde irili-ufaklı taşlar var hayatımızda.

Öylesine iç içeyiz ki taşlarla, karşılıklı dertleşiriz sanki. Zaman olur, duygularımızı taşa dökeriz; taş ağlayan bir insan olur, zaman olur, duygularımız taşlaşır; insan katı bir taş olur. Kendimizi onlarla anlatır, onlara kendimizi anlatırız."Taş gibi sağlam" olanlarımız vardır meselâ. Duyguların taşlaşması gibi, taşlar da duygulanır. Bir heykeltıraşın elinde bazen ağlar, bazen düşünür, güler, sever.

Dahası, taşlar, insanların çağlar boyu kalblerinin en derinlerinde sakladığı gizli bir arzuyu omuzlar: ebediyet arzusunu. Herşeyin gelip geçiciliğini farkeden insanlar her defasında taşa sarılmışlar. Bir onu bulmuşlar kararında olan, değişmeden kalan. Değer verdikleri ne varsa, devamlı olmasını arzu ettikleri ne varsa taşlara emanet etmişler. Taş para olmuş, taş kral fermanı olmuş, taş put olmuş.

Duygularını birer birer taşa kazımış insanlar. Sevgilerini, hasretlerini, güzellik anlayışlarını, hırslarını, gururlarını taşlara sindirmişler. Sözde kendilerini fâniliğin pençesinden kurtarmak isteyen mağrurlar, çaresiz heykellerle kalmak istemişler yeryüzünde. Kimisi de ne kadar büyük görünmek istediğini, dev âbidelerle ilân etmeye çalışmış. Ama sabretmiş taşlar, sözlerinde durmuşlar ve hepsini omuzlayıp, zamanın bir başka köşesine dökmüşler. Geri kalan şehir yıkıntılarının arasında, bütün açık sözlülükleriyle, Firavun ruhluların da, Nemrut kafalıların da fâniliğini haykırmışlar.

Her insan ardısıra bir mezar taşı bırakır. Şehirler de, taş yığınları bırakarak göçer dünyadan. Herşey yakılır, yıkılır, ama taşlar hep kalır. Yeni kuruluşlar bu taşlar üzerinde başlar. Sanki zaman taşlar üzerinden akar, seke seke. Tarih taşlar üzerinde çalkalanır durur.

Aslında hayattır taşlar. Canlılığın beşiğidir. Biliyorsunuz, dağlar dev kayaların omuz omuza vermesiyle yükselir. Kayalar dağların, dağlar da dünyanın direğidir. Toprak dağlarda, ovalarda, vadilerde taşlara tutunur. Taşlar toprağa dayanak, toprak da hayata beşik olur. Yumuşacık toprak üzerinde yükselen dev ağaçlar, kökleriyle taşlara sarılır. Bitkiler taşlara dayanarak ayakta durur.

Bu haliyle, aynı zamanda, toprağın yedek deposudur taşlar. Toprak zamanla aşınıp, silindikçe, taşlar da aşınır, ufalanır, toprağa dönüşür. Toprağa toprak katar. Bitkilerin bünyesinde hayata karışır. Hayatın bir başka kaynağını, suyu da taşlar getirir bize. O yumuşacık toprağa dağınık düşen yağmur damlaları, süzüle süzüle inerken, aşağılarda taşlara gelip dayanırlar. Her birisi taşların rehberliğinde yönelir, birleşirler. Sular taşlar arasında damar damar olur, damarlar birleşir. Ve taşların yarenliğinde bir pınar olup, yeryüzüne avuç avuç berraklık, saflık bırakırlar. Taşlar pınarlarla gözyaşı döker sanki.

Yeryüzüne çıkan suları da yalnız bırakmaz taşlar. Oradan buradan gelen pınarlar taşların omuzları üstünde aka aka birleşirler. Su ve taşların dostluğu derelerde, nehirlerde devam eder. Taştan taşa dereler boyu bir sahne kurulur. Su sahneye çıkar ve derelerin her köşesinde, her zaman çalınan bir beste dile gelir. Göllerde, denizlerde dalgaların kayalıklara vuruşuyla bir başka makamda tekrarlanır aynı beste.

Siz bakmayın taşlara duygusuz diyenlere. Yaratıcının emirleri karşısında öylesine hassas, öylesine yumuşaktır ki, Kur’ân’da taş kalpli insanlara taşlar örnek gösterilir. Allah’ın emrine nazlanan insanlara âdeta sorulur: sizlere ne olmuş ki, kalpleriniz taştan daha hissizleşmiş, daha da katılaşmış. Görmüyor musunuz, o katı hissiz taşlar, Yaratıcıları yanlarına incecik su damarlarını gönderdiğinde, hepsine usulca yön verir; ipek gibi kökler üzerlerine uzandığında kendilerini parçalayıp onlara yol verirler. Güya, taş köklere ve suya aşık olmuş, Said Nursî’nin gözünde, o lâtif güzellerin dokunmasıyla kalbini parçalıyor, yollarında toprak oluyor.

  28.12.2003

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut