Herkesin Görevidir!

Mehmed Boyacıoğlu

1990LI YILLARIN ortalarında, Ankara’daki dostlarımın teşvikiyle kazandığım bir uzmanlık alanım olmuştu: Müfredat Geliştirme ve Öğretim. Bu vesileyle Sam Amca diyarına da gönderilmiş ve dönüşte de payitahtta iki küsur yıl kadar görev yapmıştım.

Müfredatın İngilizcesi curriculum. Ben ona, buyurgan devletin vatandaşın neler yapacağını dikte etmesini çağrıştırsın ve de muziplik olsun diye “kör kulum” derdim. “Kullar” o vakitlerde de kör değildi, çok şükür ama eğitim-öğretimde devletin görevinin ne olacağı hususu şimdiki kadar konuşulup yazılan bir husus değildi.

Müfredat ya da müfredat programı bir dersin genel hedeflerinin, ünite ve konu hedeflerinin ve bu hedefler doğrultusunda uygulanacak öğretim yöntem ve teknikleri ile öğretim sonunda yapılacak ölçme ve değerlendirmenin genel hatlarını belirleyen programa, izleğe deniliyor.

Bu izlek hangi derse ait olursa olsun, hazırlanırken, belirleyiciler adını verdiğimiz dört unsur nazara alınır ve alınmalıdır:

  1. Okulun içinde bulunduğu topluluğun inançları, kanaatleri ve değer yargıları

  2. Yürürlükteki anayasa ve diğer mevzuat

  3. Çocuk psikolojisi ve özelde eğitim psikolojisi alanındaki gelişmeler

  4. Konu alanlındaki yenilik ve buluşlar

Hazırlanacak ders sosyal derslerden biri ise, birinci ve ikinci madde özellikle değer kazanır.

Diyelim ki, vatandaşlık bilgileri dersinin genel hedeflerini belirliyoruz. Hangi görüşten olursak olalım, bu dersi bitiren öğrencide görmek istediğimiz insani güzel hasletler bellidir.

Eleştirel düşünen, araştıran-geliştiren, üretken ve çalışkan olan bireyler…

İnsan haklarına saygılı, küçüğüne sevgi ve şefkat eden, büyüğüne hürmet eden, topluluk içindeki görev ve sorumluklarını bilen, çevresindeki bütün varlıklara karşı, canlı ve cansız ayırt etmeksizin duyarlı olan, kaynakları israf etmeyen, verimli kullanan bireyler…

Bu hedefler zımnen şunları da içine alır; vergilerini zamanında veren, askerlik görevini yerine getiren… Çekini, senedini gününde ödeyen, protesto yemeyen…

Kısacası yazanın kabiliyet ve zekâsına göre, bu hasletler; müfredat dili ile davranışlar veciz ya da detaylı olabilir…

Çoğunca, hayaller olabildiğince genişletilir ve adeta akla gelen her iyiliği bu dersin hedefleri olarak yazma eğilimine girilir.

Bu sayfalarda, dünya iyisi bir topluluk hayalen inşa edilir.

Bu sayılanlar genellikle, yukarıdaki dört unsurdan birincisi ve ikincisi nazara alınarak yazılır.

Yani, müfredatı hazırlayanlar ister şimdiki gibi Millî Eğitimin bizzat teşkil ettiği komisyonlar olsun, isterse gönüllü kuruluşların temsilcileri olsun, içinde bulunulan topluluğun değer yargılarından bağımsız olamazlar.

Ancak, yukarıda yazılan hasletler, insani değerler ulvi, aşkın bir dinamikten yoksun iseler pek fazla bir kıymet ifade etmezler. Etmedikleri de çok acı tecrübelerle, defalarca görülmüştür. Milyonlarca sosyal bilgiler veya vatandaşlık bilgileri kitapları bu inşa edilen hayali hedefler doğrultusunda yazılmıştır.

Yazılmıştır, ama yukarıda sayılan hasletlerin tam aksine davranan milyonlar mahkemelere, hapishanelere düşmüş, bunun sonucu olarak hükümetler değişik vesilelerle ve değişik isimler altında hapishaneleri boşaltmanın yoluna bakmışlardır.

Oysa her okul bir hapishaneyi kapatmayacak mıydı?

Said Nursi Ocak 1923 de Ankara egemenlerine, ‘şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz.’ derken, sağlam bir iman akidesi ve ona teslimiyet olmadan müspet iş yapılamayacağını şefkat ve bilgelik dolu cümlelerle nazara vermiştir.

Yine, dershaneye çevirdiği Denizli hapsinde yazdığı Meyve Risalesinde şunları söyler:

‘…bir Müslüman, en âhir ve en büyük ve dini ve dâveti umumî olan âhirzaman Peygamberi Aleyhis-salâtü Vesselâmı inkâr etse ve zincirinden çıksa, daha hiçbir peygamberi, hattâ Allah'ı kabul etmez. Çünkü bütün peygamberleri ve Allah'ı ve kemâlâtı onunla bilmiş. Onlar onsuz kalbinde kalmaz…’

Bu topraklarda, akla gelen her türlü olgunluğun, kemâlâtın dinî köklerden beslenmeden gerekleşemeyeceği pozitivist ve materyalist akılla anlaşılması zor ise de ehlince gün gibi aşikârdır ve bu hâl binlerce acı denemeyle de görülmüştür.

Dolayısıyla, bu ülkede, muvafık muhalif her doğrultu ve fikirdeki siyasetçinin görevi – kendisi dine inansın ya da inanmasın- dindar bir neslin yetişmesine zemin hazırlayacak adımları atmak olmalıdır. Bu, millet çoğunluğu Müslüman olduğundan laikliği zedelemeyeceği gibi, aynı zamanda, milletin genel eğilimlerini yansıtacağı için demokratik bir tutumdur da.

Geçen yazıda da belirttiğim üzere, bu ister bizzat devlet eliyle olur, isterse, gönlümüzde yatan demokratik devlet gereğince, gönüllü kuruluşlar eliyle olur.

Bu hususta geç kalınması hatadır.

  07.02.2012

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut