Nikâh oynanmaya gelmez!

Mehmed Boyacıoğlu

NECİP FAZIL’IN deyişi ile “hayata pusu kurmuş” olan modern hayat, özelde nikâha da pusu kurmuştur denilebilir. Ama bu pusunun bedeli ağırdır ve ileride daha da ağırlaşacak gibi görünüyor. Bu yüzden, akıl ve kalp sahipleri bu konuya bigâne kalmamalılar kanaatindeyim.

Evlilik, işlerin büyük ölçüde rayında gittiği bir toplulukta tamamen şahsi bir tercihtir. Ancak modern bir engizisyon sadece belli bir hayat tarzını dayatınca, durum değişir.

Dayatılan bu anlayışta, kadın cinselliği hemen her fırsatta öne çıkarılırken, cins-i latifin güzellik ve çekiciliği bir meta gibi pazarlanırken evlilik önemsizleştiriliyor. TV dizileri nikâhla alay ediyor, gazeteler nikâhsız birliktelikleri “düzeyli beraberlik” şeklinde niteliyor.

Çocuk gençliğini yaşasın, hayatın değişik lezzetlerini tatsın, üzerine sorumluluk yüklenmeden serbestçe gezsin, eğlensin fikri her ortamda dinleyici buluyor.

Geçim şartlarının zorluğu ve kriz de bu propagandanın tuzu biberidir.

Bu eğilimi güçlendiren iki önemli unsur daha var; kadının cemiyet içindeki statüsünün değişmesi ve öğrenim sürelerinin abartılı diyebileceğimiz kadar uzamasıdır. Biz ikisine beraber bakalım.

Altı yaşında ilköğretime başlayan bir kimse, hiç yıl kaybı yaşamasa bile liseyi, ancak on sekiz yaşını tamamladığında bitirebilecektir.

Burada bir parantez açalım; bu dönemde bir genç, diyelim, on beş on altı yaşında evlenecek olsa sağcısı solcusu, dindarı laiki; bütün medyanın ağzına sakız olacaktır. ‘Körpecik çocuğu “eğitim”den mahrum ettiler, babası yaşında, sevmediği birine verdiler’ şeklinde manşetler atılacaktır. Bu gençler ne hikmetse, hep sevmedikleri birileri ile evlendirilirler, medyamız öyle lanse eder.

Bu konuda davullu zurnalı bir yürüyüşümüz var… Erken evlenenlere zenci muamelesi yapmakta topluluk olarak pek mahiriz. Ancak, bu yürüyüşün hangi kıyamete doğru olduğunun da pek farkında değiliz.

Buna mukabil, flört adıyla masumlaştırılan, okul önlerinde başlayıp başka rezil yerlerde biten nice “seviyeli beraberliğin” getirdiği maddi manevi yıkımlar kimsenin umurunda bile değildir.

Neyse, parantezi burada kapatalım. Okullarda geçecek zamanı hesaplıyorduk. Yine, hiç yıl kaybetmeden, aynı gencin üniversiteye yazıldığını ve orayı da dört yılda bitirdiğini düşünelim; yaş eder yirmi iki. Buna yüksek lisans ve doktorayı da ilave ederseniz, yaş yirmi sekizi bulacaktır. Eğer öğrenim görülen alan tıp ise buna bir üç dört yılı da katmalıyız.

Kısacası, bu durumda, evlenmeye ancak otuz yaşında fırsat bulunabilecektir. (Fıtraten, anne ya da baba olunabilecek yaştan tam on beş sene sonra.)

Düşünelim, otuz yaşına kadar, tepeden tırnağa serbest bir hayat yaşamış; bir “hanım ağa” ya da “bey”, bir erkeğin emri altına girmeğe ya da bir kadının sorumluluğunu almaya hazır mıdır?

Tasarruf ve harcama konusunda da belli bir disiplin edinememiş iseler; istediğini yapmış, arzu ettiği ile gezmiş, istediği zaman eve girmiş, dilediği zaman çıkmış iki ferdin bir araya gelmesi ile ne tür huzursuzluklar yaşanacağını varın hesap edin. Evliliklerin uzun ömürlü olamayışının sebeplerinden biri, acaba bu değil midir?

Buna, ekonomik bağımsızlığım var, bir eşin kahrını niye çekeceğim anlayışı da eklenince… Boşanmaların ardı arkası gelmeyecektir.

Müspet düşünüp, evliliklerin iyi yürüdüğünü varsaysak bile, çocuğu bir akrabaya mı baktıralım, yoksa bir komşuya mı emanet edelim, olmadı devlet kontrolündeki bir kreşe mi verelim kaygıları da eklenince bundan sonra dünyaya gelecek çocuk sayısı da az olacaktır.

İşte, bu az çocukluluğun sebebi, Frenklerin beşeri coğrafya kitaplarında yazdığına göre, ulusal eğitimle dayatılan; “kadınların; dinlerin, geleneksel alışkanlıkların, kültürlerin ve âdetlerin zincirlerinden azade olması, özgürleşmesi”dir.

Kadınların sözüm ona bu özgürleşmesinin sonucu, nüfusun, Afrika’nın bazı ülkeleri ve Bangladeş gibi bazı istisnalar dışında dünyanın hemen her tarafında yaşlanması olmuştur.

Netice itibarı ile dünyanın birçok ülkesinde, yaşlıların fazla, gençlerin az olduğu tersine dönmüş bir nüfus piramidi görülmekte ve bu da sosyal sigorta sistemlerinin mali yönden zor durumda kalmalarına sebep olmaktadır. Çalışanın az, emeklinin fazla olduğu bir sistem er geç çökmeye mahkûm olacağından, emeklilik yaşını yetmişe, yetmiş beşe çekmeye çalışan ülkeler (Japonya gibi) vardır.

Şu andaki, kriz denilen olgunun yaşanmasının sebeplerinden biri belki de budur. Alıcısı gittikçe azalan mallardan dolayı fabrikalarda dağ gibi büyüyen stoklardan kaynaklanan işçi çıkarmalar… Dinamiklerini yitirmiş bir iktisadi hayat…

Ne yapılabilir?

Fıtraten on beş yaşında evliliğe hazır hale gelen gençlerin, evlenmelerine yardım edecek sosyal bir sitemin temellerini inşa etmek zorundayız.

Bu birilerinin umurunda olmayabilir, ancak harama düşme endişesi taşıyanlar için bu birinci derecede öncelikli bir mevzudur.

Evlenecek taraflar kanaatkâr olacaklar, “görenek belası”na esir olmayacaklar, birbirlerini eşya, ziynet, düğünler konularında sıkıştırmayacaklardır. Çiftler, eğer öğrenimi kendileri için önemli buluyorlar ise okuyacaklar ve yarı zamanlı bir işte çalışarak hayatlarını devam ettirmenin ve anne babaya yük olmamanın çaresine bakacaklardır.

Şehir planlamacıları ve müteahhitler gençlere 1+1 gibi daire seçenekleri sunmaya gayret edeceklerdir. Gönüllü kuruluşlar, bu tür ihtiyacı olan kimselere hibe ya da karz-ı hasen yolu ile yardım edeceklerdir.

Kısacası, “nikâh sünnetimdir” buyurmuş Yüce Nebi (sav). Bu sünnete uymayan, onun yolunu yol ve yordam edinmeyen toplulukların acınası hali ortada. Fıtratın tercümanı olan Kur’ân’ın en büyük müfessirinin, yüce buyrukları gereğince evlilik, zamanı gelince yerine getirilecek bir ödev olmalıdır; oynanılacak, hafife alınacak bir husus değil!

  21.01.2012

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut