Hayallere Binip Gerçeklere Koşturmak

Aytekin Akar

İNSANIN ÖMRÜNDE gerçekleşmesi zor hayallere kapılıp gittiği, hayal ile gerçek arasında zoraki köprüler kurmaya çalıştığı zamanlar çok yaşanabiliyor. Böyle zamanlarda, gerçekleşmesi zor hedefler için büyük beklentilere sürükleniliyor. İnsanın aklına, çok fazla hayal kurmasa, elinde olmayıp başına gelen istemediği durumlara daha kolay rıza gösterip, daha rahat ve huzurlu bir ömür sürmez miyim diye gelebiliyor. Hatta bize doğuştan hayal melekesi verilmemiş olsaydı, acaba şimdi nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?

Oysa insana verilen hiçbir haslet boş yere verilmediği gibi, hayal edebilme hususiyetinin verilişi de elbette lüzumsuz değildir. Birçok hikmetleri vardır. Üstelik hayal kurmaya çalışmak, sadece zihinde çoğunlukla geleceğe ilişkin, isteklere, arzulara uygun, gerçek dışı görüntülerin oluşmasını tetiklemekten ibaret değildir. Fikirleri, düşünceleri somutlaşmış tasvirlere dönüştürmeye de yarayan bir kuvvedir. Bu yönüyle Onuncu Sözde "aklın hizmetkârı" olarak tanımlanıyor. Bu yüzden, Risale-i Nur'da pek çok yerde, tefekkürün ilk basamağı olarak tahayyüle müracaat ediliyor. Çünkü gerçekleri hayal alemindeki tasvirlerle açıklamaya çalışmak, onları daha kolay anlayabilecek seviyede basitleştirici, açıklayıcı ve hatırda kalıcı kılıyor. Tıpkı varsayımlarla yani peşinen yapılan kabullerle, misallerle yola çıkarak ispatlama yolunun denenmesi gibi.

Bediüzzaman, hayali, düşüncenin dimağımızdaki mertebelerinden ilki olarak ele alıyor. Hayal edilen bir fikir, sonra tasavvur melekesine aktarılıyor. Tasavvur, hayal aleminde beliren düşüncenin tasarlanma, resmedilme, tarif edilebilme seviyesine çıkarılmasıdır. Sonrasında ise, taakkul, yani aklın ışığı sayesinde sebeplere, fıtrata uygunluğun muhakemesi mertebesinden geçiriliyor. Ardından doğrulama yani tasdik aşaması geliyor ki, burada kalp te devreye giriyor. Zaten bu aşamaya kadar hüküm verilmemiş olduğundan insan, bu ham düşüncesinden dolayı tam olarak mes'ul olmuyor. Bu mertebelerden sonra, izana giden, yani akıl ve kalp birlikteliği ile yorumlanan düşünceye uyum sağlanıyor, yani şuur ve idrak ile o düşünceye itaat ediliyor. Peşinden iltizam geliyor, yani gerekli görülüp ona taraftarlık ediliyor. Altıncı mertebe ise, itikad seviyesidir ki, artık düşünce, akıl ve kalp ile tasdik edilen dil ile de ikrar edilen bir inanç haline gelmiş oluyor.

İbni Arabi ise, hayalin akıldan üstün yönlerinden bahsederken, onu manaları ayakta tutan, sureti olmayana şekil veren ve istediğine istediği gibi tasarrufta bulunan yönüyle mükemmel bir alem olarak anlatıyor. Akıl, alışılmış mantık ölçülerinin dışına çıkılmasını kabul etmezken, hayal aleminde birçok şey vuku bulabiliyor. Hayal gücümüz sayesinde, daha şahit olunmamış gerçekleri bile tasavvur edebiliyoruz. Tasavvurumuzun düşünceye dönüşmesiyle gerçeğe ulaşıyoruz. Böylece hayalimiz sezmemize, sezmemiz fikretmemize, fikretmemiz de gerçeğe ulaşmamıza vesile oluyor. Demek ki, madde aleminin çevrelediği manalara köprü kurabilmekte hayal edebilmenin çok mühim bir yeri var. Hatta İbni Arabi, tüm fiziksel alemin Mutlak Varlığın bir tecellisi ve yansıması olduğu, bütün varlıkların O'nun esma ve sıfatlarının birer gölgesi olduğu fikrindedir. Bu görüşe Vahdet-i Vücud deniyor.

Vahyi daha iyi anlayabilmek, hayal kapasitesinin gelişmişliği nispetindedir. Çünkü hayal gücü gelişmiş olanın ruh dünyası da daha zengindir. Rabbinin azametini algılayabilme çabasındaki bir insanın hayalinin genişliği, dünyayla sınırlı, fani ilahlar edinmiş bir insanınkiyle kıyaslanamayacak ölçüdedir.

Gün içinde zihin nelerle çok haşır neşir olmuşsa, rüyalara onlar giriyor. Demek ki, yaşananlar ile hayaller arasında münasebet var. Hayaller insanı hareketlere sevk ettiği gibi, hareketler de hayalleri destekliyor. Benzer şekilde, üzüntü, neş'e, keder gibi haller doğrudan fiziksel tepkiler şeklinde değil, beyinden gelen yönlendirmelerle meydana geliyor. Yani, hadiselerin önceden zihinde yorumlanışından, tahayyül ve tasavvur edilişinden hisler tetikleniyor, vücutta da bununla ilgili mekanizmalar, hormonlar harekete geçiriliyor. Hayalde yaşananlar gerçekte yaşananlarla bir noktada buluşuyor.

Nasıl ki, zamanında büyük hayaller kuranların vesilesiyle bugünkü teknoloji geliştirildi, öyle de büyük hayalleri olmadan insan, büyük hedeflere doğru yol alamaz. Hayal kurabilmek, insana ideal ve vizyon sağladığı gibi hayata bağlanmasına, nimetlere değer vererek şükretmesine, dertlerle yıkılmayarak sabretmesine de fayda sağlayacaktır. Ayet ve hadislerde anlatılan Cennet tarifinin, insanın hayal alemini süslememesi mümkün müdür? Hayallere şekil veren umutlar, niyetler ve isteklerdir. Yani insanın iç alemini renklendiren, güzelleştiren hayalleri, hayallerini besleyen de dualarıdır.

Yalnız, hayalperestliğe saplanıp, gerçeklerden uzaklaşarak sırf hayallerden kurulu bir alemde yaşamak, çok uzun vadeli uçuk hayaller kurmak, dünyaya ölmeyecekmiş gibi sarılıp onu öncelikler listesinin başına almamıza da sebep olabilir. Bu hal, ölümü unutturup masivayı kalbimize yerleştiren tul-i emele kapılmamıza yol açar. İhlas yönüyle bakıldığında, önce kalplerimize nazar edileceğinden, amellerimiz niyetlerimize göre değerlendirilecektir. Aklımızın alamadığı Rabbimiz nasıl ki kalplerimize sığabiliyorsa, demek ki evvela kalpte niyet olarak beliren hayaller, O'nun rızasına uygun olabilmelidir. Bu yüzden böylesine tesirli olan hayal gücümüzü, sufliyattan maaliyata yönlendirmeye gayret etmemiz gerekiyor.

  20.01.2012

© 2021 karakalem.net, Aytekin Akar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut