Arşiv

Sorular

YILLAR ÖNCE, İşârâtü’l-İ’caz’da farkettiğim kısa bir bahis, Risale-i Nur gibi bir şaheserin neden bana, size yahut bir başkasına değil, Said Nursî’ye nasip olduğunun bir ipucunu bulmamı sağladı.

Birkaç satırlık bu bahis, benim için, şu şüpheler asrında şeytanın ve ehl-i dalâletin akla taşıdığı şüpheleri izale eden Risale-i Nur gibi bir eserin hangi tarlada, hangi bahçede filizlendiğinin bir delili oldu.

Bu bahiste, Bediüzzaman, benim değil söyleyip yazmaya, düşünmeye dahi cesaret edemeyeceğim birşey söyler. "Tevhid ve nübüvvetin isbatları, yalnız delil-i naklî ile sahih değildir" der. "Çünkü devir lazım gelir. Evet, Kur’ân ve Hadisten ibaret olan naklî delillerin sıhhati, nübüvvetin sıhhat ve sıdkına bağlıdır. Eğer nübüvvet de delil-i naklî ile isbat edilirse, muhal lâzım gelir."

Anladığım kadarıyla, burada, eskilerin ‘devir,’ İngilizlerin ise ‘begging the question’ dediği bir hususa dikkat çeker Bediüzzaman. Bir derece ‘totoloji’yi de andıran bu tavırla, isbat edilmesi gereken şeyi kendi isbatında delil olarak kullanma gibi garip bir durum sergilenmektedir.

Bediüzzaman’ın ele aldığı konu itibarıyla, bu, şöyle bir diyalog dahilinde görülebilir:

óHz. Muhammed’in peygamber olduğunu nasıl anlayacağız?

óKur’ân öyle söylüyor.

óPeki, Kur’ân’ın hak kitab olduğunu nereden biliyoruz?

óHz. Muhammed öyle söylüyor.

Said Nursî, ilgili bahiste, işte böyle bir ‘isbat’ tarzının gerçekte ‘isbat’ olmadığını, mantıken muhal olduğunu söylemektedir.

Aynı şeyi, tevhid ve vahiy için de uygulamak mümkündür:

óAllah’ın varlığını nasıl idrak edebiliriz?

óKur’ân öyle söylüyor.

óPeki, Kur’ân’ın hak söz olduğunu nereden biliyorsun?

óÇünkü Allah kelamıdır.

İşârâtü’l-İ’caz’daki kısa bahiste, işte bunlar gibi ‘isbat’ların gerçekten ‘isbat’ olmadığı; haricî bir delil gerektiği vurgulanır. Nitekim, en başta Kur’ân’ın, gerek tevhidi, gerek vahyi, gerek risaleti isbat için ‘naklî’ olmayan deliller sunduğu; meselâ kâinatı ve fıtratı şahit tuttuğu belirtilir.

Bu netlik ve açıklıktır ki, Risale-i Nur gibi ‘dâvâ’ değil, ‘dâvâ içinde bürhan’ olan bir eseri meyve verir. Çözümsüz totolojiler yerine delil ve isbatın izini sürmek, iman esaslarını hem akla, hem kalbe, hem sair duygulara hadsiz enfüsî ve âfâkî delilleriyle isbat eden bir külliyatın önsözü olur. Kur’ân’a, Hz. Peygambere ve bildirdiklerine takliden inanma yerine; Kur’ân’dan ve Hz. Peygamberden (a.s.m.) ders alınan tahkikî bir imanı filizlendirir.

Buna benzer net bir tavrı Yirmidördüncü Mektub’da buluruz. Bu risalenin başındaki uzun soru, her okuyuşumda beni ürkütür. Said Nursî, burada hiç de yumuşak bir dil kullanıyor değildir. O nazenin çiçeklerin, böceklerin, sair hayvanatın ‘göz açtırmayarak idamları’ndan, ‘nefes aldırmayarak meşakkatle çalıştırılmaları’ndan ve ‘hiçbirini rahatta bırakmayarak musibetlerle tağyirleri’nden, ‘hiçbiri memnun olmayarak firakları’ndan söz edip, bunda ‘hangi şefkat ve merhamet var, hangi hikmet ve maslahat bulunur, hangi lütuf ve merhamet yerleşebilir?’ demektedir.

Ben bu soruyu değil sormak, okumaya dahi cesaret edemiyorum. Özetleyerek şu satırlara dökerken dahi korkuyorum. Oysa Said Nursî dünyasına gelen o keskin soruyu örtmemiş, susturmamış, kapatmamıştır. Sorunun peşini bırakmamıştır. Rabbinden cevap talep etmiş ve karşılığında "Yirmidördüncü Mektub" gibi eşsiz bir enfüsî tefekkür meyvesi sunulmuştur.

Risale-i Nur müellifinin durumu bu ise, Risale-i Nur’a talip ve talebe olmak isteyen bizlerin de durumu böyle olmalı diye düşünüyorum: sorulardan ve soru soranlardan korkmamak.

Bilakis, sorularımız olduğunda ve sorgulayarak muhatap olunduğunda, Risale-i Nur, iç dünyalarda daha bir tebarüz ve temayüz ediyor. Takliden değil, tahkikle, sorgulayarak okunduğunda ancak, Risale-i Nur’un verdiği iman derslerinin hakikatına varılıyor.

Cevaplar, ancak sorulardan sonra geliyor. Önce sorular yaşanıyor.

  28.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut