Arşiv

Düşünce Tenbelliği

ESKİLERİN KULLANDIĞI iki hoş ifade vardır: ‘etraf-ı erbaa’ ve ‘cihât-ı sitte.’ Yani, dört taraf ve altı cihet. Bu ifadeler, ekseriya, bir konuyu, bir meseleyi yarım yamalak veya yalnız bir açıdan değil, bütünüyle kavrama cehdini ifade eder. Nasıl bir odayı dört tarafına da bakmadan tanımlarsak tanımımız eksik kalıyorsa; nasıl bir mekânın tam tarifi önünü-arkasını, sağını-solunu, aşağısını-yukarısını görerek mümkün oluyorsa, bir gerçeğin kavranması da böyle kuşatıcı bir cehdi gerektiriyor. Çok tarafları ve çok yönleri olan hakikatı, bütün bu yönleriyle birden kavramak gerekiyor.

Kendi dünyamda, bunu yapamadığım noktada bir ‘düşünce tenbelliği’ yaşadığımı düşünüyorum. Düşünmemek zaten bir kayıp olduğu gibi, yalnız bir cihetten düşünmeyi de çok ciddi bir kayıp olarak görüyorum.

Bu tenbelliğin en bariz, ve ubudiyetimiz açısından en kritik göstergesi, Rabbimizi isimleriyle tanıma noktasında görülüyor olmalı. Kur’ân, Rabbimizi bize yalnızca Rab veya Hâlık ismiyle tanıtmaz. O’nu, bütün isimleriyle tanıtır. Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) ne düşündüğünü, nasıl düşündüğünü, ne şekilde yaşadığını bize gösteren dua ve yakarışları, hususan Cevşenü’l-Kebîr münacatı da, Rabbimizi binbir ismiyle tarif ve tavsif eder. Zaten, gören gözlere, kâinat O’nu sayısız isimleriyle tanıtmakta; fıtratımız da, her bir isme ilticaya muhtaç olduğundan, bizi Rabbimizi bütün güzel isimleriyle tanımaya sevketmektedir.

İslâm âlimleri arasında, Allah lâfzının tüm isimleri içinde barındıran bir ‘lâfza-i celâl’ olduğu konusunda görüş birliği vardır. Bu bakımdan, "Lâ ilahe illallah"ın "O’ndan başka Rahman yoktur, O’ndan başka Rahîm yoktur, O’ndan başka Rezzak yoktur, O’ndan başka Alîm yoktur, O’ndan başka Kadîr yoktur... şeklinde açılması; kelime-i tevhidin muhtevasının Allah’ın tüm isimlerine yayılması istenmektedir. Kelime-i tevhid, bu gerçekleştiği oranda, gerçekten ‘kelime-i tevhid’ olmaktadır.

Fakat, şu toplumda, ehl-i din arasında bile, Risale-i Nur’un iman ve dolayısıyla esma-i hüsna üzerindeki vurgusu fazlalık ve aşırılık olarak görülür ve şu söylenir: "Canım, hepimiz Allah’ı biliyoruz."

Halbuki, çoğu insan, Allah’ı yalnız Hâlık veya Sâni ismiyle biliyordur. Yaratma fiilini O’na verirken, o fiilin içinde gizli diğer fiillerin sahipliği ise, o sebebin, bu tabiatın eline terkedilmiştir. O yüzden, Hâlık ismi dahi, gerçek muhtevasıyla iç dünyalara girmemiştir. Lâkin, meseleye sadece bir cihetiyle bakmayı yeterli görmemiz, bizi her bir cihetten, hakikatı bir bütün olarak kavramaktan mahrum etmektedir.

‘Düşünce tenbelliği’ derken, işte bunu ifadeye çalışıyorum.

Hakikatı, iman hakikatlarını çok geniş ve çok katlı, her katında pek çok odaları bulunan bir saray misali görüyorum. Bizler ise, o sarayın daha girişindeki bekleme salonuna adım atar atmaz "Tamam" diyoruz, "saraya girdim nasıl olsa." Velhasıl, içeri girmiş olmanın rahatlığı ve rehavetiyle, sarayı bütün katları ve bütün odaları ile tanımayı bırakan; ve de sarayı yalnızca gördüğü tek oda olan bekleme salonuyla tarif etmeye kalkışan tenbel ziyaretçiler hükmündeyiz.

Ve, hayatlarımızda inandığımız ile uyguladığımız arasında bariz uçurumlar varsa , sebebi işte bu tenbelliktir.*




* "Yirmidördüncü Söz"ün ‘Birinci Dal’ının bir de bu nazarla okunmasını dilerim. Allah’ı tüm isimleriyle tanımak; her bir ismi yalnız kendimize bakan cüz’î tecellîsinin ötesinde, tüm tecellîleriyle külliyen tanımak; her bir isimde birbirine bakan pencereleri görmek.. derken, bu ‘Birinci Dal‘ hem düşünce tenbelliğimizin boyutlarını kavramamıza yardımcı oluyor, hem de Risale-i Nur’u yazmanın neden Said Nursî’ye nasip olduğunu anlamaya... Ve, "Meselâ Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir" uyarısına bilhassa dikkat!

  28.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut