‘TARİH ÖNCESİ’ mağara resimleri de dahil olmak üzere tüm felsefi geçmişi işaret eder ki, hayatın ve varlığın anlamına dair o karşı konulmaz merakı, insanoğlunun hep ‘yakasındadır.’
Dahası bu geçmiş, kainatın o meraktaki ağırlıklı etkisine olduğu kadar, aynı kainatın o meraktan kaynaklanan nazarları yine kendisine celp ettiğine de bir işarettir aynı zamanda.
Diğer bir ifadeyle, eserdeki harikalığın hayrete, bu hayretin taşıdığı merakın ise dikkatleri tekrar esere sevk ettiğine...
Zira adına “Ülfet” denilen kanıksama halinden sıyrılıp da, ‘görebilme’ niyetiyle şu âleme yöneltilen dikkatli her bakış; kâinatta birbiri içinde, birbirine yardımcı ama birbirine karışmayan unsurların sergilendiği, mükemmel bir düzenle karşılaşacaklardır. Kısacası, bu düzenin “Yaş veya kuru” her bir öğesinin hem kendi bünyesiyle, hem de kâinatla birlikte ortaya koyduğu harikulade uyum; şuur ve akıl sahibi insanı varoluşsal sorulara-sorgulamalara da ‘mecbur’ bırakacaktır haliyle!.
Ancak, evrenin sevk ettiği bu türden sorgulamaları söz konusu olduğunda insana hakkıyla cevap veren kaynaklar ise, ne mağara resimleri ve batıl inançlar, ne de felsefenin o bin bir türden filozoflarıdırlar..
Aksine, insana varlığın ve hayatın gayesini hak olarak bildiren “ana kaynaklar”, ancak ve ancak Rabbi’mizin bize gönderdiği kaynaklardır:
- Üzerinde sergilediği okunası özellikleriyle, tarif edici “Kainat kitabı”;
- ‘Kitab-ı âlemin tefsiri ve mahlukata karşı Allah'ın hücceti olan’ ve bize Rabb’imizi anlatan, varlığın hikmetini ve gayesini bildiren bir diğer kitap, yani Kur’ân-ı Kerîm;
- Ve her iki kitabın da muallimi ve ‘Kitab-ı kebîr-i kâinatın âyet-i kübrası’ olan ‘bürhan-ı nâtık’ (büyük kainat kitabının Rabbimizi anlatan en büyük ayeti ve konuşan delil olan) Hatemü’l-Enbiyâ aleyhisselâtü vesselâm...
Hepsi de aynı makamdan gelen ve aynı gayelere matuf olan bu “büyük Muarrifler”; hem diğer Peygamberler aleyhimüsselamın ve tebliğlerinin, hem de her biri kendi yeteneğiyle Allah-u Teâla’yı tarif etmekte olan başka muarrif-tarif edici mahlukatın, en yüksek ve en geniş manadaki ifadesidirler aynı zamanda da.
Ve belki de en önemlisi, âlemler Rabb’inin insanı şuur sahibi kılarak muhatap aldığının birer tescilidirler.
Akıl sahipleri için ‘Tenezzülât-ı İlahi’ diye de tarif edilen işte bu şefkatli muhatabiyet, netice olarak:
- O küllî Muarriflerden birini, belki en başta “Kelam” sıfatının bir tecellisi olarak “Kelamullah” (Kur’ân) şeklinde;
- Bir diğerini belki en başta “Rahman” sıfatının gereğince, alemlere rahmet ve “Zü’l-Cenâheyn bir Mebus” (alemlerin Rahman katındaki temsilcisi ve Rahman’ın da alemler içindeki halifesi ve en büyük tebliğcisi) olarak;
- Bir diğerini ise, yine en başta “İrade” sıfatının bir tecellisi ve “Sünnetullah” (alem-tabiat) olarak nazarlarımıza lütfetmiş durumdadır.
Ne var ki, bu büyük Muarriflerin yerine getirmekte oldukları muazzam vazifelerine rağmen; bildirdikleri ayetlerin gereğince ‘bakılıp-görülebilmesi ve okunabilmesi’ noktasında, muhataplarını ‘ülfet’ dışında başka engeller de beklemektedirler!
Bu engellerin en önemlilerinden, “Usul ve yöntem hatası” diyebileceğimiz bir hata ise, o kaynakların birbirlerine yaptıkları ısrarlı atıfları gözlerden kaçırtacak vebalde bir hatadır kesinlikle: “Hepsi de birbirinin açıklayıcısı olan bu küllî Muarrifleri, özellikle de atıf yaptıkları konularda bir arada ve birbirleriyle oku(ya)mamak!.”
Yani kainatı Kur’ân’la, Kur’ân’ı ise yanına kainat kitabını açarak okumamak!
O Büyük Muallim aleyhisselatü vesselamın tebliğini de, yine ancak Kur’ân’la ve özellikle işaret buyurduğu alem-mahlukat sayfalarıyla okuyamamak...
Bu anlamda, 'birlikte okumalar' yapamamak ya da!.
Zaten o mağara resimleri veya tabiat hakkındaki edebî-felsefî ifadeler gibi (aslında hemen hepsi de kainata dair birer “okuma çabası” olan) eserlerin, kainat kitabındaki asıl mesajı net olarak görememelerinin altında da, bu söz konusu ‘usul ve yöntem hatası’ yatmaktadır kesinlikle!
Öyle ki, kendilerinin okunması usulüne dair o ana kaynakların yaptıkları söz konusu bu sevkin/uyarının/davetin önemi; o mübarek rehberleri birbirine referans alarak yapmaya çalışacağımız en sathîsinden ‘birlikte okumalarda’ bile, kendisini hemen gösterebilecektir.
Örneğin o iki kitaptan birisi olan “Kainatın Büyük Kitabı” Kur’ân-ı Kerîm, şuur sahiplerine Alemler Rabbi’ni anlatırken, “Rahman’ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' göremezsin. İşte gözü çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık görüyor musun? Sonra gözünü tekrar çevirip-gezdir..” (Mülk S. 3-4) gibi davetleriyle, adeta her sayfasında nazarları önemle ve defaatle kainat kitabına; onun üzerinde sergilenen düzene, sanata, uyuma bakmaya ve bunlar üzerine düşünmeye sevk eden şu gibi ayetlerle döşenmiş durumdadır:
“Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için deliller vardır. Onlar ayakta iken de, otururken de, yan yatarken de daima Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: "Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın!” derler. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ve tesbih ederiz-sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru!." (Al-i İmrân S.-190.-191.) |
“Büyük Kainat Kitabı” olan evren ise bu Kur’ânî ayetleri, akıllara hayranlık veren sergileriyle ve keşfedilen incelikleriyle izah etmektedir en başta.. En basit-herhangi bir düzenliliğin bile mutlaka bir ilimle, kudretle, sanatla, ‘etkenle’ sağlanabileceği gibi ‘en sıradan’ mantıkî çıkarımları ders vererek okutmaktadır benzer atıfları... Daha geniş manada ise, tabi olduğu ve çoğumuzun ‘tabiat kanunları’ dediğimiz Sünnetullah’ı idraklere sunarak, ‘kendi ayetleriyle’ her an izah ve tasdik etmeye devam etmektedir o diğer kitabın ayetlerini...
Ve bir anlamda
Her iki Kitabın da Muallimi ve Rabbi’mizin bir diğer küllî muarrifi olan Nebîsi aleyhisselatü vesselam ise o ayetleri, kâinat kitabının sayfalarına ‘bakmak’ ve ayetlerini ‘görmek’ fiiliyatını kutlu hayatının zaten neredeyse geneline yaymış olmakla tasdik ve izah eder en başta. "Bir saat tefekkür, bir senelik nafile ibadetten hayırlıdır" gibi ikazlarını salar zihinlere.. Kaldı ki, bizzat bu ayet hakkında Âişe validemizden, Hz. Peygamber aleyhisselatü vesselamın bu ayeti okuyup tefekkür ettikten sonra şöyle buyurduğu da rivayet edilir: “Bu ayeti okuyup da uzun uzun tefekkür etmeyenlerin vay haline!.”
O küllî Muarrifleri bir arada okuyabilme çabası, muhatapları için bu derece önemlidir yani!.
‘Okumaların’ yerine, ‘okumanın’ gelmesiyle..
O Muarriflerin ‘bakmak ve okumak’ yeteneğiyle yaratılmış bir muhatabı, söz konusu yeteneğin gereğini “sadece onlardan birisine bakarak” yerine getirmeye çalıştığı müddetçe, önemli bazı sıkıntılarla karşılaşacağı da kesin ‘gibidir’. Mesela yukarıda da geçtiği üzere, kainat kitabına bakan biri; eğer bir yerde bir düzen varsa, o düzenin hem kurulması, hem de korunması ve devamlılığı için mutlaka bir ilmin, kudretin, sanatın ve dahi o düzeni “düzen” yapan bazı kuralların bulunması gerektiğini, okuduğu bu kitabının öğrettikleriyle bilebilecektir elbette.
Ama farkına vardığı söz konusu düzenin nedenini ve gayesini ya da bu düzen vasıtasıyla kısmen de olsa şahit olduğu o ilmin, kudretin ve sanatın sahibini ise; doğru bilgilerle ancak ve ancak diğer Kitabın ve Mualliminin talimiyle anlayabilecektir!.
İşte bundan olacak, o küllî Muarrifleri bir arada okuma sevdalıları, ‘bu okuma türünü’ anlatmayı ve öğretmeyi hayatlarının ‘mihengi noktalarından’ birisi saymışlardır hep. Bunu, böyle bir sevdalı olarak Bediüzzaman Hz.nin, akıl-kalp birlikteliği uğruna giriştiği o meşhur ve bir ömre yayılmış çabasında, tüm netliğiyle görmek de mümkündür esasında. Haliyle, O’nun bu yolda ‘medrese-mektep-tekke’ kurumları ya da ‘din-fen-irfan’ ilimleri arasındaki ayrışmayı kaldırmasını umduğu “Medreset’üz-Zehra” projesinin ana sebebi de, “bu okuma türünü” yayabilmek olsa gerektir!..
Bu itibarla, bu suni ayrışmayı ortadan kaldıramadığımız müddetçe devam edecek olan ‘alem ve ayet okumalarımızdaki eksikliğimizin’; bizi dini, siyasi, ekonomik, ekolojik, felsefi, psikolojik, -ve de en önemlisi- imani olarak sayabileceğimiz afakî-enfüsî pek geniş alanlarda, pek çok sıkıntılarla yüz yüze bırakacağını söylemek de, bir hakikatin ifadesi olacaktır.
Sözgelimi, üzerinde gösterdiği düzenin ve uyumun, tâbi olduğu bir takım kuralların varlığına da birer işaret olduklarını bize anlatan “Kainat kitabı”; hem o kuralları ihlal etmemiz, hem de kendisini Kur’ânla ve Tebliğcisi aleyhisselatü vesselamın rehberliğiyle okumaktan kaçınmamız hallerinde, daha bu dünyada bile çeşitli sıkıntılarla-felaketlerle yüz yüze kalacağımızı bize ders vermektedir. Yani en bariz örneği “o diğer kitabın” eksik anlaşılması olmak üzere, kainata ‘bakıp da görememek’ veya sanata bakıp da Sâni’nin (C.C) kudreti yerine hurafeleri ve pozitivizmi, sekülarizmi, materyalizmi vs. görmek gibi sıkıntılarla..
Ve elbette ki, “Kur’ân‘ın ya da Muallimi aleyhisselatü vesselamın kainatsız okunması” ve bildirdikleri kuralların göz ardı edilmesi hallerinde de, insanın yine her iki cihanda bir takım sıkıntılarla karşılaşacağı gerçeği; bu ihmalin bazı neticelerini, bu kez farklı bir açıdan izah edecektir!. Tıpkı, en başta taassup marazası olmak üzere, muhtevaya gabîlik, kabuktan öze inememe ve en nihayetinde de, düşünce gelişiminde kıtlık ve muhakemede noksanlık gibi softalıklara saplanmak gibi; ya da Necip Fazıl merhumun tarifiyle, ‘işi gücü namazla cennet takası olan aşksız yobaz’ durumuna düşme tehlikeleri gibi..
İşte tam da burada, İslam tarihinin henüz mektep-medrese-tekke ayrımına gitmediği devirlerinde, ‘o Muarrifleri ve Kitapları’ birbirleriyle okuma çabalarının bir neticesi olarak aklî ve naklî ilimlerde ulaşılan seviyeyi hatırlamanın, bizler için ‘sanırım’ büyük faydası olacak.
Ve bu bağlamda da, dinî-fennî ayrımına gidilmeksizin ilimlerin bir arada okutulduğu kimi medreseleri ve eğitim kurumlarını, mesela bunların en son örneklerinden “Enderun Mekteplerini” (devşirmeciliği ve genele hitap etmemesi bir yana) ilk devirleriyle hatırlamak; yapmamız gereken ‘en derun okumalarımız’ hakkında belki aklımıza ilk gelen nispeten iyi örneklerden biri olacaktır.
Elhasıl, o küllî Muarrifler, bizden küllî bir nazarla yapacağımız ‘küllî okumalar’ bekliyorlar.
Yoksa, diğerlerini göz ardı etmek suretiyle içlerinden sadece birisini ve hele hele o birisinin de sadece belli bir yönünü dikkate alan ‘sathî okumalar’ değil haşa!
Canımıza böylece okumadan, canımıza yönelik okumalar duasıyla...
© 2021 karakalem.net, Mustafa H. Kurt