OLMAK İÇİN İLK ADIM: SINIRLAMAKTAN VAZGEÇ

Mona İslam

CEMALNUR HANIM’I dinliyorum. Hz. Hatice’yi anlatıyor. Onun peygambere olan aşkını, varını yoğunu onda eritişini, hal ve şart ne olursa olsun ona inanmasını anlatıyor. Düşünüyorum, bir kadın bir erkeğe böyle inansa, o erkeğin sırtı yere gelir mi? Kimi yerde şeytan iğvasından şüphe edince, “Sen yetime bakar, akrabayı gözetirsin, Allah seni mahçub etmez” diyerek yüreklendirişini anlatıyor. Diyor ki Hz. Hatice aşkıyla peygamberin içindeki hüznü çekti aldı, bu yüzden kimse Hatice gibi olmadı.

Hz. Hatice ölüm döşeğinde başı Peygamber’in dizinde yatıyor, Peygamber ondan izin istiyor, “Ben Allah’ın emriyle senden sonra evleneceğim, ve ahirette de senden başka hanımlar olacak yanımda hakkını helal eder misin?” Hz. Hatice cevap veriyor, “Ben ömrümce senin yüzünde Hakk’ın suretini seyrettim, şimdi aslına gidiyorum, sen kiminle evlenirsen evlen.” Derler ki helal olan tek aşk Hatice’nin aşkı gibi olan aşktır. Hakk’ın suretini görür, aşık olur, aslını asla unutmaz.

Bu anlatımla sarsılıyorum. Demek peygamber dahi Allah’ın sureti ve aslı unutulmadan sevilmesi icab ediyor. Peygamber dahi kendinde hiç, ama değerini muhteşem bir tecelligah olmaktan alıyor. Öyle ise Allah asıl. Ve asıl olan Baki. O heryerde tecelli ediyor. Onu bir yerde birşeyle sınırlandırmamak gerekiyor. Kuşkusuz en kâmil tecelli insanda, insan halifetullah. Ancak her varlık bir tecelligah, basiret sahibi için, O heryerde gözüküyor.

Allah kimi peygamberine ateşten tecelli ediyor, kimine dağdan, kimine akan kumlardan tecelli ediyor, kimine rüyalardan. Demek her şeyden konuşur Allah. Ve Allah ile beraber olmak için, illa bir şey şart değildir. Her nerede isen, ve her ne halde isen, o halden ve o mekandan tecelli ediverir sana. Bak, göreceksin. Kendi kendime söyleniyorum iyice kafama dank etsin diye.

Büyükler diyorlar ki, en son peygamberine en ekmel surette tecelli etti Hak, ona Cibril bile insan suretinde göründü. Çünkü Allah’ın en kamil tecellisi insan suretinde olurdu. Yine de Onu sınırlamak hataydı. Çünkü peygamberinin elinde bile bazen taşlardan, bazen ağaç kütüğünden, bazen vahşi hayvandan, bazen yarılan aydan konuştu Hak.

Öyle ise ben kim oluyorum da, birine ağaçtan konuşan Hakk’ın tecellisini küçümsüyorum. Hak bir yerden sana konuşursa elbet en çok o mahalli seversin. Musa’ya da ağaçtan tecelli etmedi mi O. Lafının ucu Musa’ya da dokunmadı mı şimdi senin? Ayıp sana! Halbuki sen Musa’yı ne çok seversin. Musa’ya benzeyeni de seversin. Nefsimi silkeliyorum.

Ben bir yerde Hakk’ın tecellisini muhteşem bir surette gördüm. Ondan vazgeçemedim, bu normal. Sonra bana bir sureti put yaptın dediler. Haklılar. Zaten ben mütemadiyen hata edip duruyorum. Bir başka tecelli geldi, o putu kırıverdi. Çok şükür. Zaten Allah’ın velileri varisleri oldukları peygamberler gibi hep put kırarlar. İyi ki varlar!

Düşünüyorum da, Efendimiz bile, alem onun için yaratılmışken, bedeni cihetinde vefat edince, onun yerine vazifesi, kamil varisleri tarafından yürütülüyorsa, her bir velide farklı farklı aynalarda o nebi-i zişanın suretleri yansıyorsa, o zaman hiçbir kimsede takılıp kalmamalı insan. Takılıp kalmak sevmek de değil aslında.

Böyle bakınca anladım, “Bir Abdurrahman gitti , bin Abdurrahman geldi”* ne demekmiş.

Yine Cemalnur hanımdan dinliyorum, ellerini parmak uçlarından birleştirip yukarı kaldırıyor. “Biz Türkler güzeli anlatmak için böyle yaparız” diyor. Güzel, bu beş parmağın birliğidir. Birlikteliğidir. Alemde said de var şaki de var, türlü türlü renk türlü türlü meşrep var, isimler türlü türlü tecelli ediyor, ve her kulun bir rabb-i hassı var, onunla ona uygun bir tecelligahtan konuşuyor, onu oradan terbiye ediyor.Güzellik hepsinin birliği. Şöyle diyor mübarek, “Bir sarayda bir geziye çıksanız, tuvaletiniz gelse ve içeride tuvalet olmadığını öğrenseniz o saray size cehennem olur, alem sarayında tuvalet de var ve o sarayın içinde o da güzeldir.” Bunun tevhid etmek olduğunu, Kur’an okumak olduğunu söylüyor.

Bir de hocasının bir sözünü naklediyor. Kendisini çok seven “Hep sizi düşündüm Efendim” diyen bir öğrencisine, “Neyimi düşündün, sakalımı mı bıyığımı mı, onlar toprak olacaklar, sözlerimi mi, onlar da unutulacaklar, mânâmı ise, o da Allah’ın manasından başka ne ki? O halde Allah’ı düşündüm de” buyurmuşlar.

Öyleyse bir şeyi diğerlerinden çok yüce görmemek, tecelliyi onda sınırlamamak, onu putlaştırmamak, yahut bir şeyi lüzumsuz hatta şer addetmemek için ne yapmak gerek?

Burada Adl ismi yardımıma koşuyor. Meseleyi anlamam için bana bir puzzle getiriyor. Bu puzzle karmakarışık, “Hadi yap” diyor. Yapmaya başlıyorum, parçaları yan yana getiriyor, doğru yerlerini buluyorum, bazıları uymuyor, onları atmak mı gerek? Ama bana bu puzzle böyle verildi, ve eksiksiz olması gerek, demek ben doğru yeri bulamadım, tekrar deniyorum, hayatın da böyle bir şey olduğunu hayali puzzle ile uğraşırken anlıyorum. Hiçbir parça en önemli parça değil, ve hiçbir parça da lüzumsuz değil.

Efendimiz bize puzzle’in bir bütün olduğunu söylüyor, bu Kur’an olarak alemi okumak. Efendimiz bize puzzledaki her parçayı doğru yere yerleştirerek nasıl bir resim çıkacağını gösteriyor, bu da alemi Furkan olarak okumak demek. Biz de yapılan bu puzzle’ı kendi hayatımızda tekrar yapmakla vazifeliyiz, ve cennet ondan çıkarabildiğimiz resim kadarıyla bize ikram ediliyor. Kemal de o puzzle’ı tamamlamaya deniyor. Bazıları bunu bu dünyada başarıyor, onlara insan-ı kamiller diyoruz. Bazıları da ekseriyetle yapsa da tamamlayamıyor, onların da eksiklerini cennette tamamlamalarını Rahmet-i Rahman’dan umuyoruz. Zira hem Bediüzzaman hem İbnül Arabi’den öğreniyoruz ki, cennette de taallüm ve tekemmül devam edecek, ancak oraya has bir mahiyette. Yoksa ne Allah’ın sonu var ne onu bilmenin.

Bu alemde tamam olunuyor, ilk tamam oluş makam-ı Adem’e çıkmakla, doğadan sıyrılıp, tevbeye sarılıp, esmayı öğrenmek ve yaşamakla oluyor. Sonra makam makam tamam oluşlar devam ediyor. Kemal var onun üstünde de kemal var, Allah’ın kemali yanında hepsi nisbi, ancak bu dünyada da kemal sıfatı tecelli ediyor. Bazılarının sandığı gibi cennete kalmıyor.

Allah’ın insanda ilk tecelli eden ismi Öğreten’dir diyorlar. “Allemel Ademe el esma” Allam ismi mütemadiyen öğreten demek oluyor. Baksak Adem’ de öğrenecek ne çok şey var. Allah bize öğretiyor. Adl ismine sena ediyorum. Bugün bana “Sınırlamaların yanlış olduğunu, ayırmanın eksik olduğunu, Onu yalnız bir yerde aramanın hata olduğunu” öğretiyor. Rabb ismine şükrediyorum. Elini üzerimden hiç çekmiyor.

Madem puzzle tamam o zaman insanların bir kısmı bu dünyada neden hep bir şey eksik hissediyorlar?

Rabbim kalbime ilham ediyor. “İnsanın kemale yürürken yanılgısı “sahip olmak” tan türüyor. Bu dünyada tamam olunmaz diyenler, sahip olmak duygusundan hareketle bunu söylüyorlar. Bu açıdan haklılar. İnsan ne bu dünyada ne ahirette sahip olmaz zaten, o hep fakirdir. Fakr onun zatında mündemiçtir. Oysa insanın tüm meselesi “Olmak” diyorsanız, kemale yolculuğunuz başlıyor. Dedik ya ilk olma makamı Âdem olmak. Merhametli olmak, Seven olmak, Adil olmak, Sabırlı olmak, Alim olmak. Ve hepsinin üstünde sıfatının olmadığı gerçeğine rabt olmak, yani kul olmak.”

Düz bir duvar gibi olmak, ayna gibi olmak, çöl gibi olmak, hiç olmak.

Yani anlayacağınız, sahip olmak ise dert insan hep eksik, cennette bile, ancak olmaksa dert, derdimiz bize derman imiş, o derde deva var.

Mırıldanmaya başlıyorum, Allah bize “ol” dedi, “sahip ol” demedi.

  26.09.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut