Hayatımın en önemli günü!

Mustafa H. Kurt

HEMEN HER insanın, hayat yolculuğu esnasında az ya da çok önem atfettiği bazı ‘özel günleri’ vardır. Bazen hayattaki belli bir dönemin bitmesini ve bazen de yepyeni bir devrin başlamasını temsil eden günlerden tutun da, anlamı sadece kişiye özel öylesine çok ‘kilometre taşı‘ günler daha vardır ki modern yaşantılarda...

Ve malum böylesi günler, önemi ‘tartışılamaz‘ ve de unutulması insanı mutlaka çeşitli sıkıntılara sokacak denli ‘mühim‘ günleridir de hayatın!

Ne var ki, modern zamanların “özel günler” denilince aklımıza ilk olarak gelmesini istediği bu günlerin büyük çoğunluğu; özlerinde, “asıl özel günümüzü” gözden kaçırmamıza hizmet eden normal-sıradan günlerdirler aslında...

Zira hayatın en özel veya önemli gününü, sadece ‘doğum, mezuniyet, evlilik, ebeveyn olma günü vs.’ ile sınırlı seçenekler arasında aratan bir zihniyetin; “hayat sınavının” biteceği ve bu “hayatî sınavın“ nasıl sonuçlanacağının ortaya çıkacağı gün olan ‘o son güne’ karşı takındığı ikiyüzlülüğü ve umarsızlığı, o asıl günün gözden kaçırılmasını da pek çok kez netice vermektedir.

Oysa bu ‘mühim günlerin‘ umarsızlığına rağmen, şu alemde “herkesin başına öyle bir dava açılmıştır ki“, bu dava; en ‘mühiminden‘ de olsa kendisini dert edinmeyen her günün, aslında önemsiz ve kaybedilmiş bir gün olduğunu haber vermektedir. Çünkü öyle bir davadır ki bu dava, “İnsanın en büyük mes'elesi” olan “imanı kurtarmak veya kaybetmek davasıdır.” (1)

O halde denilebilir ki, “ya ebedî bir felakete ya da baki bir mükafata adım atılacak o final gününü” hayatın asıl en önemli günü olarak görmek, aklın da bir gereğidir. Ya da diğer bir ifadeyle, “Aslında hayatımın en önemli günü, bu hayatımın da varlığına sebep olan Âlem-i Beka’ya adım atacağım gündür.” ifadesi, “asıl önemli günümüz” konusundaki hakikatin ne idüğünü anlatıyor olsa gerektir...

Diğer türlü, gözlerimize bir “saadet-i ebediye ziyafetgâhı” veya “şekavet-i daime hapishanesi” kapılarının açılacağı bir günün yanında; başka hangi gün veya başka hangi yıldönümü, herhangi bir önem iddia edebilir ki?

Bu sebeple, “Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme” (2) şeklindeki ikazlara bir de bu nazarla bakmak gerekiyor aslında. Yani 'özel günleri‘ uğruna, kutlama ve alış-veriş için her yıl haftalar-aylar süren planlamalarla koca bir ‘ömrü törpülemek‘, ancak hayatın en önemli günü konusunda hakikati şaşırmakla açıklanabilir kanımca..

Yoksa ölüm elbette acıdır, sarsıcıdır, “Ağızların tadını kaçırıcıdır” (3); ve doğan güneşin de dahil olduğu üzere, “her mahluk zevale mahkumdur”. (4) Ancak, kendisinden kurtuluşun mümkün olmadığı böyle bir gün, yani bu fani hayatımdaki o en son günüm; ben hatırlamak istemesem de ve kendisini bir ömür boyu hep başka ’mühim‘ günlerle perdelesem de, benim için hayatımın en önemli günüdür aslında!.

Çünkü işin sonunda, bu dünyadan bir daha dönmemek üzere bir kopuşla birlikte, bir “Şeb-i Ârus’a” ya da ‘uzunca bir yasa’ katılmanın söz konusu olduğu müthiş bir gün bulunuyorsa şayet; hayatımın en önemli günü, işte o gündür ancak!. Yoksa sırf bu fani hayata adanmış günlerden birisi değil!

Öyleyse, günler içinde en çok da “hayatımızın o en önemli gününe” iyi hazırlanmalı!

Ya da ‘hiç olmazsa’, o güne en az diğer ‘özel günlerin’ heyecanı derecesinde önem vermeli!.


Kaynakça:

  1. Sözler, ‘Konferans’, s.752.

  2. Mesnevi-i Nuriye, s.129.

  3. Tirmizî, Zühd Bl., Hadis no: 2307; İbn Mâce, Zühd Bl. Hadis no: 4258.

  4. “O’nun zâtından başka her şey helak olucudur.” Kasas Sûresi-28/88.

  05.09.2011

© 2021 karakalem.net, Mustafa H. Kurt



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut