Arşiv

Vehbîlik

KENDİNİ BAŞTAN şartlandırmamış her akıl sahibi, Risale-i Nur’daki her bir bölümün gerek kendi içinde tutarlı olduğunu, gerek Risale-i Nur’un bütünüyle bir tutarlılık arzettiğini görecektir. Risalelerin güçlü bir mantık örgüsü vardır. Bir konuyu alır; ve bir değil, birçok delille temellendirir. Ve bu noktadaki gücünden dolayıdır ki, akla gelebilecek olası suallere de metin içinde yer verir ve cevaplandırır. Soruları örtbas etme, birtakım zorlamalı te’villerle meseleyi kapatma cihetine gitmez.

Yine aynı risaleler, kuru bir mantık örgüsü de sunmazlar. Risale-i Nur’un, akıl hissesini aldığı gibi, kalb, ruh ve sair latifeleri de hissedar eden bir dili vardır.

Bu özellikleri ile de, risaleler, bir kez değil, tekrar tekrar okunur. Her okuyuşta,óeğer Said Nursî’nin uyarısı dikkate alınıp ‘gazete gibi’ değil, dikkat ve teennî ile okunmuşsaóinsanı yeni bir anlama düzeyine ulaştırır.

Risale-i Nur’un az sayıda esere nasip olan tüm bu yönleri, onun ‘vehbî’ bir eser oluşuyla açıklanır. Risale-i Nur’un ‘vehbî,’ yani Allah vergisi bir eser olduğu doğrudur; ama bu söz, öyle görünüyor ki, doğru şekilde kullanılmayabilmektedir.

Kur’ân’ın bize verdiği manidar derslerden biri, insana her ne güzellik isabet ederse, onun Allah’tan olduğudur. İnsan âciz ve zayıftır; zâtında ne kudret vardır, ne ilim, ne de irade. Meselâ, hafızasının zayıflamasına, kuvvetten düşmeye, tâkatsiz kalmaya mani olamaması, bütün bu özelliklerin onun zâtî özelliği olmadığını, bilakis kendisine verilmiş olduğunu gösterir. Ki, ‘vehbî’nin kelime karşılığı da budur. Vehbî olan, verilmiş, yani hibe edilmiş olandır. Allah Vehhâb’dır; yani çokça veren, durmaksızın verendir. İnsanın üzerinde görünen her güzellik, her kemal ‘mevhube’dir. İnsanın kendinde, kendi başına bunları var edecek ne bir ilim, ne bir kudret bulunmaktadır.

Nitekim, İslâm âlimleri, Kur’ân’dan aldıkları derse binaen, insana düşenin yalnızca ‘kesb’ olduğunu belirtmişlerdir. İnsan kendisine verilmiş iradeyi yanlışta, kötülükte, şerde kullanmadığı veya âtıl da bırakmadığı takdirde, Allah insanı hayır ve güzellikle yüzyüze getirir. İnsan ‘kesb’i ile, verilmiş olan cüz’î iradenin veriliş amacına aykırı davranmadığı takdirde, hakikate mazhar kılınır. İnsana düşen, bu engellemeyi yapmama ‘kesb’idir. Nasıl göz insan kasden kapatmadığı takdirde bütün kâinatı izn-i ilahî ile bize gösteriyorsa, akıl ve kalbin gözü kapatılmadığı sürece insanın dünyasına imanî güzellikler verilecektir.

Kısacası, her insan ‘ahsen-i takvim’de yaratıldığı halde, ancak şerri tercih etmeme iradesini göstererek bu ‘en güzel kıvam’ı bozmayanlar hayra mazhar olurlar. Fakat, bu hayır kendi eserleri değildir; onlar yalnızca ‘alıcı’dırlar. Hayrı yaratmaz; ancak edinirler. ‘Kesb’in Türkçe’deki en uygun karşılığı da, ‘edinme’dir.

İşte Veren O, edinen insandır. İnsanın edindiği hayır ve güzellik, onun kendi malı veya imali değildir; Allah’ındır ve Allah’tandır.

Belki bir hayli dağınık biçimde ifade ettiğim, esasen Risale-i Nur’un hemen her yerinde ele alınan bu vehb-kesb dengesi anlaşılmadığı için, İslâm âlemi asırlar boyu ciddi bir bölünme yaşamıştır. Bir yanda ‘kesb’i, dolayısıyla insanı hayırda da etken gören Mu’tezile "Kul fiilinin yaratıcısıdır" gibi şirk bulaşığı dalâletli bir hükme uzanırken; öte yanda Cebriye ‘kesb’i ortadan kaldıran, hakikate ulaşmayı tabir caizse ‘torpilliler’e mahsus gören, böylece ilahî adaleti inciten bir anlayış sergilemişlerdir. Vehb-kesb dengesi, bu iki sapmayı da önlemektedir.

Ve bütün insanlara, bu arada kendimize bu nazarla bakmamız gerektiği gibi, Risale-i Nur’a da aynı nazarla yaklaşmak icab etmektedir. Risale-i Nur, kula isabet eden her güzel şey gibi, ‘mevhube’dir, ‘vehbî’dir, Allah vergisidir. Ama öte yanda, Risale-i Nur gibi bir eserin duasını hayatı boyunca yapan Said Nursî’nin ‘kesb’i vardır.

Meselâ, ‘i’caz-ı Kur’ân’ noktasında benzersiz bir tefsir yazmak ona nasip olmuşsa, bunun perde gerisinde, yirmi yaşından itibaren en birinci derdi şu zamanda Kur’ân’a yönelik hücumlara en ikna edici, en net ve en vurucu cevabın nasıl verileceğini soruşturan müdakkik ve hamiyetli bir dimağ vardır.

O, bir araştırmacının tesbitiyle, Muhyiddin-i Arabî, Abdulkerim Cîlî, Alâuddin es-Simnânî gibi büyük zâtların aşamadığı ‘kâinatı marifetullaha ayna kılma’ problemini mânâ-yı harfî-mânâ-yı ismî tahliliyle aşmıştır. Ama, bu uğurda kırk senelik hayatını, otuz senelik tahsilini verdiğini söylemektedir.

Ayrıca, Haşir Risalesi öncesinde, bu risalenin anahtarı olan "Fenzur ilâ âsâri..." âyetini kaç gün ve kaç kez tekrar edip durduğu; akıl, kalb ve ruhunun bu âyetle nasıl yoğrulduğu hepimizin mâlûmudur. Ki, bu haşir bahsinin, bir de, Muhakemat’la başlayıp İşârâtü’l-İ’caz’la gelişen, Lâsiyyemalar ile yeni bir kıvam bulan ve en sonunda Onuncu Söz’e uzanan onbeş yıllık bir hazırlık dönemi vardır.

Aynı şekilde, birçok risale Muhakemat’ta bir cümle ile başlamış, Mesnevî-i Nuriye’de bir paragraf olmuş; Risale-i Nur’da ise müstakil bir risaleye dönüşmüştür. deta, çekirdeğin önce fidana, sonra meyveli bir ağaca dönüşmesini andıran uzun bir dua halidir bu. Bütünüyle Risale-i Nur, bir ömür boyu süren ısrarlı, ciddi, halis bir fiilî dua karşılığında Said Nursî’ye verilmiştir.

Sözün kısası, Risale-i Nur’daki hakikatler, her insanın dünyasına gelen her bir hakikat gibi, gökten gelmiştir; ama ‘zenbille’ gelmemiştir. Risale-i Nur, ihsan-ı ilahî tarafından, bir ‘mânâ-yı harfî’ veya ‘ene’ için otuz yılını; bir ‘daimî yaratılış’a on küsur yılını; bir haşir meselesine yirmi yılını vermiş birine verilmiştiróbaşka birine değil. Risale-i Nur, ancak öyle bir eser için ‘kesb’ edene ‘vehb’ edilmiştirólâyıkınca kesb etmeyen bedavacı, ezberci, ciddiyetsiz ve tenbel insanlara değil!

O yüzden, böyle ciddi bir ‘kesb’ ve dua ile yazılmış ‘vehbî’ bir esere lâyıkınca muhatap olmak için, onun ‘vehbî’liğini kendi tenbelliğimize bahane kılmak yerine, ciddi bir ‘kesb’ duasında bulunmamız gerekiyor.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut