ÇÜRÜK İPLİĞE DİZİLEN HÜLYALAR

Hasan Yükselten

"Beşikten başlayıp
mezara kadar
Allah'ım
yol boyunca
bırakma ellerimi
düşerim sonra
Allah'ım
niçin halkettinse beni
kalbime iyice söyle
bırakma ellerimi" (*1)


Yaz ortasında rahmet yağmurlarıyla ıslanan boş bir mezar... Birazdan misafir edeceği mevtayı bekliyor... Mezara doğru yaklaşan cenaze arabası uzaktan gözüküyor. Ortamda sükunet havası hakim. Vefat edenin dindar bir insan olmasının tesellisi var simalarda. Ölümün soğuk yüzü, yaz ortasında soğuk bir gün gibi çarpıyor yüzlere. Ölüm yine hatırlatıyor kendisini.

Bir müddettir yolum Maslak’tan geçiyor her gün. ‘Keçinin sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş’ misali, her gün gökdelenlerin içinde buluyorum kendimi. Her sabah önce Zincirlikuyu mezarlığının önünden geçiyoruz. Mezarlığın kapısında kocaman yazıyor: ‘Her nefis ölümü tadacaktır’ diye. Her sabah ölümü hatırlamak, güne ölümle başlamak ne kadar güzel. Mezarlıktan biraz ilerideyse İstanbul’a bir demir çubuk gibi saplanan, Avrupa’nın en yüksek gökdeleni olduğu söylenen bina karşılıyor bizi. Mezarlık manzaralı bir gökdelen... Hayatla ölüm her zaman olduğu gibi yine iç içeler.

Yahya Kemal İstanbul'un nüfusunu soran Avrupalıya: "Biz yerin altındakilerle beraber yaşarız." demişti bir zamanlar. Zincirlikuyu, Karacaahmet, Eyüp Sultan gibi istisnalar olsa da, bugün mezarlıklarla pek iç içe değiliz malesef. Ölümle ve ölülerle pek fazla bağlantımız kalmadı. Bundan dolayıdır ki, gündemimiz hep dünyevi... Hani Filozof Rıza Tevfik, başka makamda da olsa;

Divane sen değil meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz...

der ya...

Dünyevi hedefler de bana bu dizeleri hatırlatır. Ne zaman kopacağını bilmediğimiz, ama kopması kesin olan çürük bir ipe hülyalar dizip durur insan. İstikbal endişesi uğruna çabalayıp durur. Çabalamalı da... Ancak unutmamalıyız ki, bu dünya zahmet yeridir, ücret yeri değil. Cenneti burada değil ahirette yaşayacağız. O yüzden dünyevi hülyaların yanında uhrevi hülyaları da olmalı insanın.

Mesela Münker ve Nekir’i kolayca cevaplayabilme hülyası...
Mesela Sırat’tan son sürat geçebilme hülyası...
Mesela kabrinin cennet bahçelerinden bir bahçe olması hülyası...
Mesela amel defterini sağından alma hülyası...
Hepsinden öte, rıza-i ilahi’yi kazanabilme hülyası...

Yahya bin Muaz; ‘’Ölümü bir tabağa koyup çarşıda satsalardı, âhiret ehli, başka bir şeye bakmayıp onu satın alırlardı.’ der. Ölümün hayatımızdan bu kadar uzak olduğu bir zamanda, ölümün akıllara gelmesinin bile istenmediği bir çağda, bizler ölümü satın almayı isteyenlerden miyiz acaba? Ahiret ehlinden olabilirsek neden olmasın?

Yaz ortasında yağmurlu, soğuk bir gün. Hüzün yağıyor toprağa. Tabut açılıp mevta kefeniyle mezara indiriliyor. Gözyaşlarına karışan yağmurla birlikte toprak kucaklıyor bedenini. Tahtalar konuyor. Toprakla üstü örtülüyor. Hüzünlü bir şarkının nağmeleri gibi, ömrünün son müziğini çalarcasına mezarın üstüne vuruyor yağmur taneleri. Ardından Fatiha’lar, Yasin’ler okunuyor... Mezara kadar gelip mevta için son görevlerini yapanlar, yine dünyaya dönüyor, mezarlığı terk ediyor. Artık kabrinde yalnız başına mahşeri beklemekte olan mevta içinse, dünyanın çilesi, ızdırabı, sıkıntısı oracıkta bitiyor.

“Bohçam boş,
Öteberim eksik,
Azığım kuru,
Canım aç…
Yüzüm sana çevrili
Adımım sana
Irmaklarına
Bir lokma suyla geldim,
Su denmez
Kabul ola, affola!” (*2)




*1,*2. Cahit Zarifoğlu

hyukselten@yahoo.com.tr

  06.07.2011

© 2021 karakalem.net, Hasan Yükselten



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut