Şimdi hesaplaşma değil, helalleşme vakti

Kimse sınanmadığı zaferin masumu değildir.

Muhterem Başbakanım,

Çok iyi bilirsiniz ki, en son indirilen sûre, Nasr Suresi’dir. “Zafer Sûresi”. Bir zamanlar sürüldüğü baba ocağı Mekke’ye muzaffer bir komutan olarak giren Peygamber’in kulağına fısıldanmıştır Nasr Sûresi. Zaferi tasvir eder önce. “İnsanların kitleler halinde Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde…” diye devam eder. Ve beklenmedik bir final sunar: “İstiğfar et…” Nasr Sûresi, Mekke fatihi muzaffer komutanı alkışlamaz. “Özür dile…” demek ister. “Özür dile çünkü Allah özür dileyenleri sever…”

Zafer kolaydır, zafer ahlâkı ise zordur. Ahlaklı bir zafere ulaşmak, tek başına zafere ulaşmaktan daha zordur. Zafer her kişinin kârıdır. Zafer ahlâkı ise er kişinin kârıdır. Doğrudur; başarı şımartabilir. Zafer zehirleyebilir. Başarıyı hazmedebilmek çok özel bir başarıdır. Başarıyla sınanmayanlar bunun ne kadar zor olduğunu bilmez. Sizin gibi sınananlar çok iyi bilir. İşte bu yüzden, vahiy, ömrünü zaferle taçlandıran Peygamber’in[asm] özelinde Peygamber bile olsa her muzafferin ayağının kayabileceğini haber verir: “İstiğfar et…”

Muhterem Başbakanım, unutmadığınızı umduğum bu ayetleri size hatırlatmak bana düşmez belki. Ancak hatırlatmayı görev bildiğim bir şey daha var. Birkaç gün önce, davacısı olduğunuz Ahmet Altan da hatırla(t)mıştı Nasr Sûresi’nin ilkelerini. Bence-belki de bilerek-Nasr Sûresi’nin zarif bir tefsirini sundu mahkemeye. Bakın, neleri hatırlatmış yargıçlara:

“Benim hapsedilmemi isteyen adam, bu ülkenin başbakanıdır. Çeşitli acılar, zulümler, düşmanlıklar, yenilgiler görmüş, hepsinin altından kalkabilmiş bir adamdır.

Ne yazık ki yenilgiler karşısında güçlü duran nice insan, zaferlerin ağırlığını taşıyamamış, sarsılmış, yolunu şaşırmış ve kendi galibiyetiyle yaralanmıştır.

Benim hapsedilmemi isteyen bir zamanların mahkûmu, şimdinin başbakanı da kendi galibiyetinin yaralarını taşıyor bugün.

Bir zamanlar şiir okuduğu için sistemin efendileri tarafından hapsedilmiş bir kurbanın, kendisi iktidara geldiğinde yazarların hapsedilmesini isteyen birine dönüşmesi, o adamın geçtiği yollarda yaşadığı yenilgilerden değil, zaferlerden dolayı yolunu şaşırdığını gösterir.

Bugün bu gerçek, bu davanın kendisinden de, benim hapsedilmemden de daha büyük bir önem taşıyor, çünkü bu başbakan yeni bir zafer kazanmaya hazırlanıyor.

Taşımakta zorlanacağı yeni bir zaferi daha olacak.”

Muhterem Başbakanım,

Sizi tanıyorum, halkınız için yaptıklarınıza şahidim. Tanımasam ve şahit olmasam bile sadece balkon konuşmanız muhterem Ahmet Altan’ı haksız çıkarmaya yeter. Bu zaferi de zorlanmadan taşıyacaksınız, inşaallah. Ahmet Altan’ın da bu konuda haksız çıkmayı umduğunu umuyorum. Ancak Ahmet Altan’ın savunmasına dayanak yaptığı ilke Peygamber’e[asm] bile hatırlatılacak kadar önceliklidir. Ve ne yazık ki bu ilke bir o kadar kırılgandır. Yeni dönemde bu “zafer”le muktedir olan bakanlarınız da, başkanlarınız da, valileriniz de, müdürleriniz de, komutanlarınız da hep hatırda tutmalılar bu ilkeyi: Güç, ahlaklı olursa güçtür.

Muhterem Başbakanım,

Siz de teslim edersiniz ki, Ahmet Altan yiğit adamdır. Ahmet Altan, itibarını ve emeğini Nobel Ödülü kulislerine harcamayı tercih edebilirdi. Böylece daha çok kazanabilir, daha çok muteber olurdu. Şöhretinin konforuna dokundurtmamak adına halkının acıları karşısında suskun kalmayı tercih edebilirdi. Ama o ülkesinin özgürlüğüne adadı kendini. Acı çeken herkesin yanında olmakla Müslümanca/insanca bir duruş sergiledi. Yüreğini taşın altına koydu. “Kral Çıplak!” deme cesaretini gösterdi. Krala ses çıkaramayan halkın önemli bir kısmı tarafından taşlanmayı göze alarak yaptı bunu. Altan ve arkadaşları ülkeleri için kaybetmeyi göze aldılar. Yüzlerce dava var aleyhlerinde. İsterseniz bir daha bakın, Ahmet Altan’ın Adliye önü fotoğraflarına o kadar alışmışız ki… Kelle koltukta yaşıyorlar. Başları silahlı güç sahipleriyle dertte. Son anda, Balyoz’un başımıza inmemesinde, Kafes’lenmekten kurtulmamızda Ahmet Altan ve arkadaşlarının dirençlerinin payı var. Milletin verdiği silahın gücüne dayanıp millete tehditkâr parmaklar savuran generallere karşı dik durmakta benden daha çok ter döktüler, benden daha fazla bedel ödediler.

Beni saymayın. Siz ve Ahmet Altan’lar beraber yürüdünüz bu yollarda… Ardınız sıra ben de yürümeye hazırım. Şimdi, yolun en sarp kısmına geldik. Daha çok yürüyeceğiz. Vesayet rejiminin paslı prangalarını çözmek için kolları sıvadık. Usta’ca bunları çözebileceğimizden umutluyum. Bu yolda Ahmet Altan gibi vicdanlı yoldaşlara ihtiyacınız var, ihtiyacımız var. Yeni dönemde vicdanına güveneceğiniz muhaliflerinize, vicdanına başvurmayı unutmuş mutabıklarınızdan daha çok muhtaç olacaksınız.

Balkonda demiştiniz ya hani: “Şimdi hesaplaşma değil, helalleşme zamanıdır.” Demiştiniz ya hani: “Kırıcı sözler meydanda kalsın…” Bence meydanda söylediğiniz söze kırılan Ahmet Altan’ın sizi kıran sözleri karşısındaki tavrınız da balkondan sonrasına kalmamalı. Bana sorarsanız, meydana bile çıkmamalıydı ama hiç olmazsa meydanda kalmalı…

“Kardeşlerim…” hitabınızı üzerime alınan bir kardeşiniz olarak derdimin muhterem Ahmet Altan’ın kişisel selameti olmadığını zaten bilirsiniz. Diyeceğim şu ki, Ahmet Altan’a avukatlarınızın açtığı hakaret davasını kazandığınızda siz bir şey kazanmış olmayacaksınız. Davayı kaybederse, Ahmet Altan da bir şey kaybetmeyecek. Ancak bu davadan hemen şimdi vazgeçerseniz, Ahmet Altan’ın da sizin de kazanacağınızı biliyorum.

Bildiğiniz gibi davamız, bir mahkemede kaybedilecek ya da kazanılacaklardan çok daha büyük. Sembolik değeri yüksek bu tavrınızla asıl davayı kazanacağız. Helalleşme böylece sözde kalmayacak, özde olacak.

Hürmetlerimle.

  14.06.2011

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut