MOR ÇİÇEKLİ BİR ELBİSE

Nuriye Çakmak

ASRIN BEDİİSİNİN Barla gölü kıyılarında, Çam dağlarında, Tepelice’lerde uzun uzun seyahatler yaptığı herkesçe malum. Belki adımladığı alanlar uzun seyahatler için yeterli değildi, ama o mekanlardan öyle alemlere seyrediyordu ki, “Şimdi bak Allahın rahmet eserlerine” ayetini sayısız kez tekrarladıktan sonra Risale-i Nur’un ilk bahsi yazılmaya duruyordu. Hayatı boyunca bir parçası olan ve bahar aylarında artan bu tabiat gezilerinin hepsi de bir hakikatin doğmasına vesile oluyordu.

Bir sene ibadetten hayırlı olabilen bir amel, tefekkür etmek. Fıtraten insanın meylettiği bir haslet. Hem ne güzel bir haslet. Bir de bahar gelmişse kainata, kainatı büyük bir kitap şeklinde kıraat etmeye durmak zamanıdır. Ama hangi dilde? Herkesle aynı konuşmaz baharın lisanı. Herkesin hissesi bir olmaz bu bahar sofrası ziyafetinden. Herkesin heybesi aynı dolmaz.

Genel olarak özellikle görsel ayrıntılarda oldukça zayıf bulurum kendimi. Hele de tabiatla ilgili farkındalığım, konudaki bilgisizliğimle yarışır düzeydedir. Hatta çoğu zaman tekrar tekrar fark ederim çok bilinen şeyleri. Her fark edişimde o anki ruh halime göre şekillenir hissem de. Ama bazen öyle olur ki, ruh halimin sesini bastırıverir bir bahar ayeti. Bir görüntü ummadığım bir anda tüm dünyamı işgal edebilir. Ve tüm farkındalığımı bu sürpriz şölene teslim ederim ben de.

Bir ağaç keşfettim, kime sorsam adını bilemedikleri bir ağaç. Belki iki ayrı cinsin aşılamasından oluşmuştur, kim bilir. Çünkü eskilerden hatırlayanı yok görebildiğim kadarıyla. Lila renkli muazzam çiçekleri var bu ağacın. Ve ilginç şekilde göğe doğru oldukça dikey bir duruşları var. Ne sağa, ne sola, ne aşağıya, dar bir şekilde sadece göğe öykünüyorlar. Çiçekle bezeli bu dallar sanki dua için açılmış bir el buketi gibi bir görüntü arz ediyor. Bu lila renkli bol çiçekli bahar elbisesini giyinen ağaç ise oldukça büyük ve kupkuru bir ağaç. Her sene bu aylarda seyrine doyum olmuyor. Ama sanki bir rüya gibi, senenin sair zamanlarında bu ağacın ne hale geldiğini kimse hatırlamıyor. Buna kimse dikkat etmiyor. Bunu da kime sorsam benim gibi o da bilmiyor.

Güzel çiçekli muazzam bir ağaç bu. Bir ay süren bir gelinlik giyme töreni var. Ve bu töreni hayranlıkla seyreden herkes gibi ben de elbisesini değiştirdiğinde tanımıyorum onu. Bizim için ülfet perdesini yırtacak kadar özel olamıyor diğer elbiseleriyle. Öylece geçiyoruz önünden, belki varlığını bile bilmeden. Oysa baharda özel bir fotoğraf objesi haline gelen, önünde fotoğraflar çektirilen, arabaların yanından geçerken yavaşladığı, yayaların ise yakınında mutlaka mola verdiği bir ağaçtı bu. O zaman bunca insanın ona bu olan ilgisi, sadece güzelliği içindi?

Olabilir, bu ilgi de bir fıtri şükür, bir hayret tesbihi, bir tenzih kelimesi olabilir. Cemil ismini ister istemez hatırlıyordur herkes, en azından güzelliğini teslim ediyordur. Peki bu yetiyor mudur? Bu ağaçla her yıl sadece bir ay bir münasebet kurumanıza yarayan güzellik eksenli bu tefekkür okuması oldukça yüzeysel kalıyor ki, hiçbir değer atfetmiyorsunuz bu ağaca. Çiçekleri olmayınca yok oluyor dünyanızda. Veya bu ağaç üzerinden gerçekleştirdiğiniz tefekkür neyi değiştirebiliyor, güzelleştirebiliyor hayatınızda? Üstadın tefekküründen hakikat, bizimkinden görselliğe dayalı, zevkle bezenmiş güzellik anıları akıyor zannımca. Kısa süreli, kısa etkili anılar…

Bir ağaç keşfettim. Bu ağaç üzerinden bir hakikat keşfettirildi sonra bana.

Sitenin değişik yerlerine serpiştirilmiş bu ağacın bir tanesi bir otobüs durağının çok yakınında yer alıyor. Genelde onun yerini biliyorum ve otobüs oradan geçecekken dikkat kesiliyorum. Biraz güzellik katıyor günüme, öylece geçip gidiyorum. Gidiyordum… Birden çiçeklerinin çokluğu ve büyüklüğünden, biraz da çiçeklerin renklerinin dallara benzer renkte olmasından ötürü hiç dikkat etmediğim zayıf dallarını gördüm ağacın. Belki hayret etmem gereken şey bu dalların dikine dikine giden bu çiçek öbeklerini nasıl taşıdığı olmalıydı. Ama ben ona hayret etmedim. Ben yapraklara hayret ettim. Morun en tatlı hafifliği ve ona benzer bir bej tonuyla süslenmiş dallardan oluşan bu pastel renkli ağaçta birkaç yeşil yaprak oluştuğunu gördüm. Bu her dalı bir dua demeti olan ağacın dalları artık diplerinden itibaren yeşile bürünmeye başlamıştı.

Otobüsün hareket etmesiyle gözden kaybolan bu görüntü yol boyunca indi durdu gönlüme. Sonbaharın serin yellerine, tüm gücünü ve rengini emen ışık huzmelerine, ilgisiz ve soğuk yalnızlıklarına direndi dua ağacı. Ardından hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir koca bir kış. Buz gibi suların içinden geçip geçip köklerine akması aylar boyu. Dondurucu rüzgarların baş edilmez hızı. Önce dökülen yaprakları, sonra kırılan dalları. Kupkuru bir gövde sonra. Geçen bahardaki haline hiç benzemeyen bir elbise var üstünde. Kimsenin gözünün ilişmediği o köşede, ne günlerden geçti sessizce…

Ama dalları hala göğe doğru duruyordu. Ama o yerinde bir tevekkül abidesi gibi dikiliyordu. Hicranla değil, umutla bekliyordu. Sabrediyordu, evet, bence kesinlikle sabrediyordu. Belki sessiz sessiz tesbih ediyordu, dua dua birikiyordu. Ve bu sessizliği İsrafili bir nefes bozuyordu. Sebeplerin ortalarda hiç görünmediği bir anda, dua ağacı muhteşem bir lebbeykle karşılık alıyordu. Zor günlerin ardından yorgun dallarını yapraklar değil, öbek öbek çiçekler süslüyordu. Taştan farksız dediğimiz odun değil mi bu? Bir anda bunca çiçek buraya nasıl kondu?

Baharda ağaçların önce yaprakları yeşermeden enfes çiçekler açması koca bir sargı bezi gibi sarıyor yaralarımı. Kışın en zor şartlarından sonra böyle bir sevinçle mukabele görmek bir ödül gibi geliyor bana. Bir kudret göstergesidir bu evet, ama benim için en çok teselli demek…

Yapraklarımı döktüğüm zamanları hatırlıyorum. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen kışları. Sabırsızlandıkça sertleşen kışları hem de. Sessizliği, derin sessizliği. Üşüme hissine çok benzeyen yalnızlık hissini. Sebeplerin kulaklarının ağır işittiği zamanları. Hatta dönüp de yüzünüze bakmadığı… Silüetinizde umuda benzeyen tek bir şeyin kalmadığı zamanları.

İşte o ağacın yeşil dalları tek başına cevapladı bu zamanları. Onun çiçeklerden sonra geldiğini görmemle çiçek açmanın umudu doğdu gönlüme. Geçirdiğim mevsimleri kışa benzettim. Demek bende böyle bir anda bahar çiçekleri kadar güzel teselli edilebilirdim? Ama aldığım ders gereği bunu umut etmeden önce sormam gereken sorular vardı kendime. Benim dua dallarım da bahara kadar böylece direnmiş miydi? Direnmiş miydik? Her imtihanda yana düşen ellerimiz, her şartta göğe doğru öykünmeye devam etmiş miydi? Gözümüzü ayırdık mı göklerden gelecek haberden? İsrafil’in müjdeli nefesini hissedemeyecek kadar küskün müyüz yoksa? Umudunu kesmişler gibi başımızı yere mi eğmişiz, bundan sonra bahar neyime dercesine… diye düşündüm o gün işte.

Dik dursam, ellerimi gözlerimi göklerden ayırmasam, unutmasam elbet gelecek olan o baharın haberini, yerimi terk etmeden tevekkül edip sabit dursam, umudumu yitirmesem kışa kanıp da, öyle sessizce tesbih etsem demek sadece yeşertmeyecek dallarımı, bana öbek öbek çiçek açtıracaktı. O herkesin unuttuğu zamanlara inat, ölü toprağından hayran olunası bir hayat doğuracaktı. Demek dua ağacının lila renkli elbisesini giymek için yürek lazımdı!

İşte şimdi oldu, dedim kendime. İlk kez bu ağacı gerçekten gördün ve ilk kez tanıştın onunla. Bir isim verdin ona, kendinle bir bağ kurdun. Dallarındaki güzelim çiçeklerden çok daha fazla umut ve ders verdi o da sana. İşte şimdi oldu. Gözlerimden gönlüme indi bir bahar ayeti. Ruhumla bağdaştı ve hayatımla örtüştü. Buna tefekkür diyebilirim, buna bir keşif diyebilirim. Buna “ben bu bahar bir ayet okudum” diyebilirim. Ve şimdi bu ağacın senenin sair zamanlarında aldığı şekli unutmayabilirim.

  23.05.2011

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut