Kabil’in Öldürme Ahlakı

Nuriye Çakmak

BU GÜNLERDE peygamberler tarihi kitaplarından alamıyorum kendimi. Sonra onlar yetersiz geliyor, ansiklopedilere dikiyorum gözümü. Birini okuyunca diğerlerini merak ediyorum. Ve bu böylece sürüp gidiyor. Belki de ilk insan/peygamber ile başlayan bu koca serüvende içimi çokça acıtan şey olduğundan, başka başka yerlere de bakma ihtiyacı hissediyorum. İlk hatanın bu kadar çabuk oluşundan, ilk cezadan, ilk ceza olarak seçilen sürgün ve hasretten.. Kısacık süren ilk sevinçten sonra bir daha kalkmamak üzere toprağa işleyecek olan acıdan.. Ve bundan her bir insanoğluna düşen paydan soyutlayamıyorum belleğimi. Ne acıdır meleklerin haber verdiği, korktuğu o amel. İnsan denilince akıllarına gelen ilk amel. Kan dökmek.. İnsanın ilk amellerinden biri olmuştur gerçekten. Toprağın bağrına ekilen o kan tohumu, sonsuza kadar meyveye durmuştur. En acı meyveyi veren o tohum, ne de veluddur.

Cana kast ederek dökülen ilk kan kardeş kanıdır. İlk katil, kardeş katilidir. Ve o Salih bir kişinin veledidir. Peki, bu uzun tarih boyunca dökülen hangi kan kardeş kanı değildir? Tüm maktuller Adem’in (as) oğullarıdır, katiller de öyle.

Kabil’in aklını ve kalbini işgal eden şeytan, ateşten değil kandan yaratılsa ancak bu kadar olurdu değil mi? Herkes düşmanını öldürdüğünü zannederken tüm ölenler de, öldürülenler de bir başka düşmanın kazanç hanesine dahil oluyor oysa. Her dökülen kanda hissesi var onun, aklına girdiğinin.. Masumiyetin ilk kez vurulduğu o yerde buna sebep olan neyse, hepsi hala aynı. Senaryo aynı. Habil öldü, öyleyse hepimiz Kabil’in soyundanız diyen o adama hak verircesine ne çok çoğaldı Kabil soyu. Ne de hevesli herkes Kabil’i oynamaya! Ne çok sevdiler katillik rolünü…

Peki ya Habil, şeytanın ele geçiremediği Habil, savunma hakkını kullanmayan Habil, canına kast eden kardeşine elini dahi kaldırmayan Habil.. “Kanı yerde kalan” Habil... Kanını veren, kan davası gütmeyen Habil. Silahsız, sivil Habil.

Kim yazdı onun öyküsünü. Kim öykündü ona veya. O kaybeden miydi, silinen, unutulan, güçsüz olan, kader mahkûmu rolü mü uygun görüldü Habil’e? Bir kahraman değil miydi bizce. Cesur?

Masumluğu onu güçsüz mü kılıyordu. Tevekkülü acizleştiriyor muydu onu. Ve bizde hikayeler ölümle mi bitiyordu. Kazanan ve kaybeden denklemi bu çürük dünyanın terazisinde mi tartılıyordu?

Bunlar zor sorular. Ancak çok daha zor olanları var.. Neden kıyar bir insan bir başkasının canına. Birinin hayatının geri kalanına el koyma hakkını kim verebilir ona. O bir çalar, bin olur çaldığı sonra. Birinin babası, birinin oğlu, birinin eşi, birinin kardeşi, birinin sevdiği, arkadaşı, yeğeni.. Kaç kişilik bir gasptır bu? Hangi gerekçe haklı çıkarabilir bunu, hangi sebep. Kim izin verebilir, kim sevinebilir bu sonuca..

İnsanoğlunun ilk yaptığı şeylerden biri neden silah üretmektir. Bu kimin aklına gelmiştir. Geçtiği yeri daha iyi parçalasın diye sivriltilen oklar, kılıçlar. Daha iyi öldürmek için eğitilen, beslenen adamlar. Toprağın sadece kanla alındığını kim söyledi bu insanlara? Kullanım hakkını kaç yıllığına alabiliyorlar, tonlarca kan akıttıklarında?

Dünyanın artık son dönemlerini yaşadığı şu zamanda, geçmişten en çok ibret alınması gereken şu zamanda yani, rekor kırıyor canilik. Ölüm bir teknoloji harikası artık. Savaşlar bir katillik panayırı. Savunma hakkı sınırlarını çoktan aştı! Kendi matematiğini kurdu ve tüm hesapları ölüme yazdı.

Düşünsenize, yıllarca öğretim görmüş, eğitim almış birileri bembeyaz önlükleriyle harıl harıl çalışıyor ve silahların nasıl daha öldürücü olabileceği konusunda kafa patlatıyorlar. Tonla para alıyorlar bunun için. Testler yapıyorlar. Saniyede en çok kaç tane kurşun atabiliriz etten kemikten bir bedene. Şu tuğladan örülmüş mahremiyet duvarlarını en kısa sürede nasıl yerle bir edebiliriz. Bir atışta en çok kaç bomba hediye edebiliriz toprağa. Hangi maddeyi üretirsek daha tesirli olur. Yakıcı.. Suyun söndüremediği, ilacın kifayet etmediği bir ateş, sırf bir ten acı içinde erisin diye...

Seyahat etmek için kullandığımız her şey bir ölüm yolculuğuna dönüşmeli. Uçaklar, gemiler, tanklar. Dört unsur da kullanılmalı ve her cihetten sarmalı düşmanları. Havadan, denizden, karadan. Başka bir yön daha bulsalar, şüphesiz onu da kullanırlardı. En kısa sürede bir binayı nasıl yıkacaklarını hesap ediyorlar. İçinde kaç tane çocuk öleceğini de. Kaç tane anne. Ne kadar gözyaşı akacağını da elbette biliyorlar. Gözyaşını bilmediklerini mi sanıyorsunuz, göz yaşartıcı bombayı nasıl akıl ederlerdi, bunu bilmeselerdi. Biberden, sudan bomba yapmayı, toprağın bağrına ölüm tohumları saçmayı nasıl bilebilirlerdi.

Onlar doğayı da, insanı da çok iyi tanır. Ve tüm doğayı, tek bir insanı öldürmek için nasıl seferber edeceğini şaşırır. İnsanlığın hizmetine verilmiş her şeyi insanları yok etmek için kullanmak nasıl bir zihnin ürünü olabilir. Kişiler kişiler için, ülkeler ülkeler için silahlanıyor. Tüm –milli- gelirler buna ayrılıyor, kimin daha çok silahı varsa en büyük o oluyor. Herkesin birbirini potansiyel katil gördüğü bir zaman bu. Herkes kendisine isabet edecek bir ölüm için silah depoluyor. Ölümü öldürmeyi başaramayan insanoğlu, kendi ölümüyle baş edemezken tüm ölümlerin elinden çıktığını sanıyor..

Öldürdükçe semiriyor. Üç kuruşluk savunma hakkı için hesapsız güç kullanıyor. Kime karşı neyi savunduğunu kimse kimseye sormuyor. Kimse üzülmüyor artık. Kimseyi kan tutmuyor... Her şey vatan için, her şey aşiretim için, her şey servetim için, her şey namım için, her şey biraz daha para için. Peki bu “her şey”in içine kaç tane Habil sığdığını kim sayıyor?

Kabil’in kanına giren sebeplerin hepsi hala geçerli. Katillik hala revaçta. Hala masumlar toprakta. Silahlar çok değişti ve gelişti ama hala aynı ölüyor insanlar. Yine aynı düşüyor kan toprağa. Ama Habiller az. Ama kim niye toprağa düştüğünü bile bilmiyor bu zamanda. Kim kimi niye öldürdüğünü bile bilmiyor. Tuttuğu silahı kimin için tuttuğunu, namluyu hangi kardeşine doğrulttuğunu, bazen mücahid oldum zannederken katil olduğunu..

Habil gibi olmayı seçenlerin ölümü değil direnişi seçtiğini bilmiyor insanoğlu. Elini dahi kaldırmamayı marifet olarak görmüyor. Kahraman deyince akıllarına savaşçılar geliyor, başarı denilince toprak. Zihnimizi kirletiyor şeytan. Ölerek dirildiğimizi unutturuyor. Allahın sabredenlerle birlikte olduğunu. Zalimlere karşı tek dayanağımızın O olduğu itikadımıza dinamit döşüyor habire. Yenilgi yenilgi büyüyen zaferlerimizi görmezlikten geliyor. Sis bombaları atıyor umudumuza. Yeise boğuyor bizi.

Allah biliyor. Biz onlar gibi değiliz ki! Onların kurallarıyla savaşamayız. O nedenle onların kurallarına göre hep yeniliriz biz. Hep ölürüz. Biz onlar gibi öldüremeyiz. Kutsalımız için masum cana kıymayız, can kutsaldır bizim için, masumiyet kutsaldır.

Biz meleklerin korktuğu o ameli gecikmeden işleyen Kabillere ve onların çoğunluğuna rağmen üstün gelen sebebin çocuklarıyız. Meleklerin Allah’ı tenzih ettikleri, bilmediklerini itiraf ettikleri o yüce sır içindir çabamız.

Kabil olmak kolay. Öldürmek kolay. Tahrip kolay.

Sabretmek zor. Direnmek zor. Beklemek zor. Bizim silah fabrikalarımız sadece “dua” üretiyor, üzerinde “dua müminin silahıdır” yazıyor. Hiçbir düşmanın ve hiçbir ölümün korkutamadığı bizi, bir masuma zarar gelmesi ihtimali titretiyor. Ve sizin caniliğinizin yüzü gülüyor böylece. Bizim Allah’tan korkuyor olmamız size cesaret veriyor ki, tüm ölümleri deniyorsunuz masumların üzerinde.

Su yerine kanla besleniyorsunuz, en çok da Müslüman kanıyla. Bıkmadan usanmadan cana kıyma talimleri yapıyorsunuz. Tüm varlığınızı kan üzerine bina ediyorsunuz. Ve dünyanın siz Kabil’in torunlarına kalacağını sanıyorsunuz. Öyle mi?

Ne yazık. Keşke bilseniz, tüm hesapların döndüğü bir yer olduğunu. Size verilen mühletin ihmal olmadığını. Suskunluğumuzun masumiyetimizin peçesi olduğunu. Ve sonunda hep masumların kazandığını. Bilebilseydiniz..

İlk Habil’in kanı tutacak sizi. Kan tutacak. Masumların ahından yükselen dumanlar boğacak. Silahlarınızın öldüremediği ölümler yağacak üzerinize. Büyüklüğünüzün küçük kaldığı, kazandıklarınızın kar etmediği zamanlar gelecek.

Yani biz yeneceğiz. Çünkü bizim silahımız hedefi hiç şaşırmaz, bizim attığımız kurşun hiç sekmez. Bizim ürettiğimiz tek silah duadır. Ve elbet bu dünyada Habil’in de yüz akı torunları vardır. Ve unutmayın ki, hep masum olanlar kazanır.


* Bu yazı ilk olarak Kur’ani Hayat dergisinde yayınlanmıştır.

  16.05.2011

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut