BİR ARKADAŞ TESELLİSİ

Mona İslam

“Hiçbir şey bilmemeye dayanacak kadar kendisini sevdiğimi biliyordu.” (Into the wild filminden)


“İNSAN BİR İKEN ÇOKTUR” der İbn’ül Arabi. Bununla, insanın vahdet içindeki kesretini kast eder, içimizdeki bir sürü latifeye, içine girip çıktığımız bir sürü hale işaret eder. Şaşılacak şey insanın bir dediğinin bir dediğini tutması değil, bu çokluk içinde birliği bulup bir noktada sabit kadem olmasıdır. Şükür ki tutunacak bir habl-ul metin (sağlam bir ip, kulp) var, yoksa bu kevn ve fesad aleminde tutarlılık, ilerleme, gelişme nasıl mümkün olabilirdi ki?

İnsan kalabalık içinde yalnızdır bir de. Çok içinde birdir. Biriciktir. Yalıtılmıştır adeta. Etrafınızda gülen ve konuşan insanlar da olsa, bir an bir sözcükle içinizde birşeyler titrer ve bir dünyayı terk eder bir başka dünyaya girersiniz. Orada neler düşündüğünüzü, neler hissettiğinizi kimse bilemez. Bu yalnız kalmak istediğinizde güzeldir de, yalnızlıktan kurtulmak istediğinizde başka bir zorluğu içinde barındırır. Hiç kimse hangi güzel kelimeleri seçerseniz seçin, sizin gerçekten ne demek istediğinizi anlamaz. Sizi anlamayanı ne kadar çok severseniz o kadar öfkelenirsiniz. Arkadaşlıklarını talep ettiğiniz, size yaren ve yoldaş olsun dilediğini, eksikliğinizi tamamlayacaklarını umduğunuz her varlık bir seraba döner. Kovaladıkça, peşinden koştukça, kavuran sıcağıyla çöle daha çok çekilirsiniz.Bakarsınız yere kapanmış ve kumları yumruklamaya toprağı başınıza savurmaya başlamışsınız. Bu bir türlü yaklaşamama öfkesidir. En çok anlar göründüğü anda bile ötekinin dünyasında hangi lambayı yaktığınız sizin için meçhuldür. Sizin dediğinizle onun anladığı aynı mıdır? Bilemezsiniz. Kontrol etme imkanı yoktur.

İnsan insana ne kadar yakın olur? Benzediği ölçüde. Bu insanla alem arasında da böyledir. İnsan her şeye ünsiyet eder, her şeyle yakınlık kurar, çünkü içinde alemdeki herşeye benzer bir parçası vardır. O varlığa benzediği taraftan girer, sanki hulul eder. Onu içine dahil olduğu yerden görür, bilir tanır. Yahut o varlık insanın dünyasına benzediği yerden misafir olur. Benzemeyen kısmı ile insan o varlığı bilemez.

İnsan ile insan arasında benzerlik kısmidir. En çok benzediğinizi düşündüğünüz arkadaşınızla bile farklılıklar taşırsınız. Bu “Tecellide tekrar yoktur” prensibi gereğidir. Bütünüyle aynı olsanız bir tekrar olurdu. Öyleyse insan, insanın dünyasına benzediği miktarda benzediği yerden girer ve benzemediği yerden ona yabancı kalır. Bu yüzden bütünüyle tanınmak, tanımak, bütünüyle birliktelik mümkün değildir. Fark vardır, fark firak doğurur. Firak canınızı acıtır.

Arzu edilen bir yakınlık vardır halbuki, bir iç içelik, bir birliktelik. İnsan yalnız kalmak istemez. Ruhu üşür ve ruhunu saracak birine ihtiyaç duyar. Sıcak bir sohbetin, şefkatli bir dert dinleyişin sarılması gibi sarılamaz hiçbir beden. Bu yakınlık en güzel ‘halil’ kelimesi ile anlatılır. Halil, hululden gelir. Bir süngerin suyu tamamen içine çekmesi gibi, bir varlığı bütünüyle içinize çekmeniz demektir. Hulülden kastım sadece bu kelime manasıdır. Artık siz dışarıdan siz olursunuz, içeriden o. O size hulul eder, bütün varlığınızı sarar. Haliliyyet böyle bir yakınlığın adıdır. Hz. İbrahim Allah’ın sıfatlarını süngerin suyu içtiği gibi içmiş, halilullah olmuştur.

“İnsanlar arasından halil edinseydim Ebu bekir’i halil edinirdim, ancak halil Allah’tır” der Hz. Peygamber. Her bir insan Allah’ın bir vechi, bir tecellisidir. Bu yüzden her insan farklıdır. Fark hiçbir zaman tamamen kapanmaz. En yakın iki insan ancak bir kadın ve bir erkek olabilir ki, bu da kadın erkek ilişkisinin de bir parça bütün ilişkisi olmasındandır. Kadın erkeğin parçasıdır, onun içine girer ve yerleşir, bu iç içe geçmişliğin en ilerisidir. Varsın kaşınız gözünüz benzemesin, siz bedeniniz değilsiniz.

Ancak parça bile bütüne yine de bütünüyle nüfuz etmez.

Haliliyyette sıfatlarda benzemek söz konusudur. Yıllar sonra bir kadın ve bir adamı akraba olmadıkları halde şaşılacak derecede benzeten de sıfatların birbirine nüfuz etmesi olmalı. Benzeyemezseniz, iç içe geçemezsiniz. Sadece yan yana durursunuz. Bu ne yalnızlık duygusunu dindirir, ne firak acısını. Kuşkusuz bu arkadaşlar, aynı meslek ve meşrepten insanlar, aynı kültürel arka planın yetiştirdikleri için de kısmen geçerlidir. Ama hiç biri birbirini seven bir adamın ve kadının birbirine nüfuz etmesine, sanki tek bir insanın iki farklı görünümü gibi olmalarına benzemez.

Efendimiz’e “İnsanlardan en çok kimi seversiniz?” denildiğinde “Ayşe’yi”, erkeklerden sorulduğunda ise “Babasını” diye cevap vermesi bu yakınlık sırrından olsa gerek.

Bütünüyle benzerlik, bütünüyle hulul, hiç fark olmamacasına cem, ancak Allah ile mümkündür. Bu dahi bazılarının anladığı manada farksız bir cem değildir. İbnül Arabi’nin de tasdiki ile bu şekilde bir visal söz konusu değildir. Kul kuldur Rab da Rab’dır. Bu değişmeyecek bir hakikattir. Ancak, burada bütün va parça, deniz ve dalga ilişkisinden söz ederiz. Her neredeyseniz Allah sizinledir. Allah kıblenizdedir, Allah ardınızdadır. Allah sağınızda ve solunuzdadır. Dua ederken el açtığınız semada ve yüz sürdüğünüz secdenizde aşağıdadır. “Bir ip sarkıtsanız Allah’ın üzerine düşerdi.” “Göktekiler de sizin gibi Onu arar”. “De ki ben onlara yakınım” Allah zahirdir, o kadar zahirdir ki zuhurundan gizlenir. Allah Batındır. İçine bakarsan ulaştığın Odur. “O kişi ile kalbinin arasına hulul eder”(Allahu yahulu beynel mer’i ve kalbihi). Akıl bu yakınlığı anlayamaz. Ama kalp onu hisseder. İnsanı yalnızlık hissinden kurtaran da bu yakınlıktır.

Ben Hz Musa ve çoban hikayesinden çok hoşlanırım. Zaten ben Hz. Musa’nın adının dudaklardan çıkışını, havada asılı kalışını, kulaklara tatlı bir esintiyle çarpışını da severim. Bu kadar güzel kaç isim vardır? Müzik kelimesinin, ‘Muse’ denilen ilham perisinin adlarının aynı harflerle başlaması tesadüf mü? Hiçbir ses havada bu harflerin titreştiği kadar güzel titreşmez. Ya da bana öyle gelir.

Çobanın biri Allah ile konuşmaktadır ve Hz. Musa onu işitir. Efendim Musa ne de güzel işitir! Allah ona Sem’inden tecelli etmiştir. (Bize de etsin.) Çoban “Allahım seni dizime yatırsam, bitlerini ayıklasam, çorabını yıkasam…” vb gibi tenzih nazarıyla bakıldığında hiç yakışık almayacak şeyler söyler. Hz. Musa ona kızar. Musa’nın kızması bile güzeldir. Musa sevdiğine, önemsediğine kızar. O sevgisini celalinde gösterir. İnsana ‘keşke gelse de, bana da kızsa’ dedirtir. Çobanın duasını düzeltir. Ona Allah’a nasıl ibadet edileceğini öğretir. Ancak, çoban artık eskisi gibi ihlasla, şevkle konuşmamaktadır Allah ile. Musa (as) fark eder ve geri döner, usul kadar ve hatta daha fazla hissediş ve duyuş da önemlidir. “Sen gene bildiğin gibi yap “ der. Fakat ikaz gelir, adam artık öğrenmiştir ve eski haline dönmesi de imkansızdır, artık bu yeni dua ile ihlası yakalamak durumundadır.

Ben de bazen Allah ile, belki uygun olmayacak biçimde, ama bana çok keyifli gelen bir uslupla konuşmayı severim. Sevinçte, hüzünde, muhabbet ve kaygıda konuşurum Onunla. Bilmiyorum dergahında kabul ediliyor mu? Ama, bunu çok sevdiğimi biliyorum. Onu, en yakın o zamanlarda hissediyorum. Ben konuşurken Karib ismi tecelli ediyor. Ettikçe konuşmam fısıltıya, ve bir iç sese dönüşüyor. Yalnızlığım halas oluyor. Ben dünyadan çıkmasam da, dünya bast edip başka bir dünya yaratılıyor. Allah ile olmak için ahirete gitmek gerekmediğini anlıyorum. Ahiret demek kelime manasından bakarsan “sonra” demektir. “Şimdi bulamadın mı? Endişe etme , sonra bulursun” devası. Yoksa burada Onu bulamayan orada da bulamaz. Birini burada sevemeyen orada da sevemez. Allah bize soracak “Ben seninleydim, ya sen kiminleydin?”

Ben seninle konuşurken de Onunla konuşuyorum. “Kırk senedir halkla konuştuğumu sanıyorlar, ben Hak’la konuşuyorum” demiş ya bir büyük sufi. Taklid etmeyi seven bir çocuk gibi, ondan bir parça öykündüm şimdi.

Onunla konuş da ne söylersen söyle, korkma. Allah’tan daha yakınımız mı var? Kimin yanında Onun yanındaki gibi rahat edebilir ki insan. İnsanın Allah’a söyleyemeyeceği ne olabilir ki?

Bütün bunları yalnız olduğunu kederle söyleyen bir arkadaşımın teselli bulması için yazıyorum. Yalnızsak hepimiz yalnızız, fiziksel olarak etrafımızda kaç kişinin bulunduğu sonucu değiştirmiyor. Böyle demek avutmuyor biliyorum. Aslına bakılırsa ben “Bu dünya böyle” cevabından da hiç hoşlanmıyorum. Bu yüzden sana öyle de söylemeyeceğim. Çünkü dünya biziz ve böyle ya da şöyle olmak kısmen bizim elimizde. Yetersizlik bizim yetersizliğimiz. Musa (as) gibi değilim ki adaba uygun dualar bileyim. Ben o cahil çoban gibiyim. Bildiğim en kıymetli devayı sunuyorum sana. “Konuşsana Onunla, sığın Mütekellim’e, bak ne tatlı gülümseyecek sana. Anlayacaksın, çünkü senin dudaklarından gülümseyecek. Yanaklarına birer buse konduracak. Bileceksin, çünkü yanaklarında yıldızlar çıkacak. Ne söylersen söyle, istersen Yakub(as) gibi şikayet et, Ona şikayet ettiğin ve irtibatı devam ettirdiğin sürece şikayetine bile muhabbetle karşılık verecek. Hissedeceksin. Kalbin muhabbetle taşacak.”

Bir de O ne diyor biliyor musun? “Ben gönlü kırıklarla beraberim, beni kırık gönüllerde arayın.”

İnsan insana halil olmaz ama arkadaş olabilir. Elimden gelen bu, ben bu kadar arkadaş olabiliyorum. Senin kırık gönlüne bir dua üfürmekle, Ona yakın olmayı umuyorum. Yaklaşayım da benim gönlümü de tamir ediversin. Yüzüm var, Ona gitmeye hep yüzüm var. Yüzümü Ondan aldım ben.

  02.05.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut