İsyan ve itiraz!

Metin Karabaşoğlu’nun yeni kitabı Oyuncak Tamirhanesi, tüketici ve yıkıcı uzmanlıkların hayata tahakküm eder hale geldiği bir iklimde yazılmış yazılardan oluşuyor. Yazar, materyalist ve kapitalist uygarlığın yıkıcılığına karşı yine ‘başka türlü okumalar’ yapıyor.


ÇOK AMA çok ‘şey’i barındıran hayat, çatışma ve iç içe geçişlerle oluşan bir ‘bütün’ anlamına geliyor. İnsan ‘bir hayat’ta ‘çok şey’e maruz kalıyor. Hayatın her bir şeyi insana dokunduğundan, insan hayatın bütünüyle ilgili olmak durumundadır. Yer, gök ve ikisi arasında cereyan eden her bir şey bilinen/bilenemez taraflarıyla insanı kendine çağırırken, insan da bu çağrıya sinmiş durumların hakikati adına varlığın hepsine kulak kesilir. İnsana rehberlik eden kadim ve büyük anlatılar ona, ‘kendini/haddini bilmek, varlığın bütünüyle uyumlu yaşamak ve her bir şeye özen göstermektir’ demiştir. Hayatın ve neslin idamesi böyle sağlanmış, dolayısıyla insan kendisini varlıktan, varlığı da kendisinden gayrı görmemiştir.

Tanrı yerine insan aklı

İnsanın varlıktan, varlığın da insandan özerk/bağımsız olmadığı bu fotoğrafta görünen uyum ve bütünlük hali modern dönemle birlikte değişime uğramış. İnsana ve varlığa müdahale eden Tanrı fikrinden vazgeçilmiş, Tanrı’nın yerine insan ve aklı geçirilmiş. İnsanın büyük anlatılardan, yani Tanrı’dan özgürleşmesi olarak yorumlanan bu durum, insanı varlık karşısında/içinde kendi başına bırakmış. Tanrı’dan soyunan insan ve varlık çıplak bir halde saldırıya açık olmuş. Varlık ‘verilmiş anlam’dan yoksun görüldüğünden, insan anlamsız kılınmış varlığa ve kendine bir anlam bulma derdine düşmüş. Aklıyla ve doğasıyla gittiği varlıktan korunmak adına, egemenlik üzerinden bir ilişki geliştirmiş. Varlığı bilmek, tanımak ve onunla ‘olmak’ değil, onun üzerinde egemen bir şey olarak yaşamak istemiş.

Modern sonrası dönem olarak yaşanan bu zamanlarda hayatın bilirkişileri olarak insana ve hayata müdahale eden ‘uzmanlar’ böylesi bir tarihe yaslanıyor. Büyüsü kaçmış, bütünlüğü bozulmuş, parçalanmış, hesapsızca iğdiş edilmiş bir Varlık’ın/İnsan’ın kanayan yaralarından besleniyorlar. Değerden yoksun materyalist ve kapitalist algının büyüttüğü/geliştirdiği krizlere kendilerince çözüm getiriyorlar. Sözde insan özgürleşecekti; Tanrı’dan ve büyük anlatılardan çıkarak kendisi olacaktı. Oysa bugün insan değil Varlık’a anlam bulmak, kendisine dahi merhem olamamaktadır. Bugün o, her şeyin cahilidir; her bir şey karşısında böcek gibi küçülmekte, gittikçe silinmektedir. İnsan artık korunaksız, uzmanların üzerinde bolca laf ettiği, yıktıkları, keyiflerince kurguladıkları bir şeydir. Ekonomistlerin, psikiyatrların, “yaşam koçlarının”, doktorların, kişisel gelişim uzmanlarının parsellediği bir hayatın nesnesidir. İnsan içine doğduğu varlığın ne olduğunu, yaşamak durumunda kaldığı hayatın nasıl yaşanacağını bilememektedir. Aşk, cinsellik, ayrılık, ölüm gibi en mahrem hallerini dahi uzmanların müdahalesine açık tutmaktadır.

Evet, dünya artık ‘büyük anlatılar’ın kurduğu bir yer değil, büyük krizlerin yaşandığı bir yerdir! Bütünlüğü çözülmüş evrende krizlerin arkası kesilmiyor. Dünyanın bütününde yaşanan ekonomik çöküşler, büyük depremlerin tetiklediği tsunamiler, önü kestirilemeyen teknolojiyle imkân bulan demonik travmalar, kıyametin provası gibi duran nükleer patlamalar karşısında insan çok daha çaresiz ve geleceksizdir. Korunaksız, çıplak ve saldırılara açıktır. Güvensizdir; yer, gök, insanlar insanı korkutmaktadır. İnsan Tanrı’yı yitirmiştir ama şimdilerde sayısız Tanrıları vardır. O kadar ekonomist, o kadar mühendis, o kadar psikiyatr, o kadar kişisel gelişimci ve o kadar yaşam koçu, ‘birey’in hayatında Tanrı gibi durmaktadır. Bu sebeple; ‘haz’a, ‘çıkar’a, ‘yarar’a, bedeli ağır ‘başarı’ya kışkırtan bu ‘yıkıcı Tanrı’lara teslim olmak değil, onlara isyan ve başkaldırmak esastır. İnsanın ve varlığın uyumundan yana bir isyan, bir itiraz!

‘Neyi yitirdiğini hatırla!’

Metin Karabaşoğlu, insana yakışır bu itirazı ve isyanı geliştiren yazarlardan biridir. Yazdığı onlarca kitap insanın dikkatini bir ‘bütün’e, insanın varlıkla iç içe geçişinde yaşanan uyuma çekiyor. ‘Neyi yitirdiğini hatırla!’ diyor okuyucusuna. Yazarın son kitabı Oyuncak Tamirhanesi, tüketici ve yıkıcı uzmanlıkların hayata tahakküm eder hale geldiği bir iklimde yazılmış meydan okuyucu yazılardan oluşuyor. Yenisini almak üzere tüketime batmaktan çıkışı, hatırası ve hikâyesi olan oyuncağın tamirinde buluyor. “Yenisini değil, oyuncağımı istiyorum!” diyen çocukların neyi yitirdiğimizi hatırlattığını söylüyor. Materyalist ve kapitalist uygarlığın yıkıcılığına karşı bir ‘isyan ahlakı’na sahip ehl-i kalp, ehl-i vicdan, ehl-i adalet bir insana işaret olan Bediüzzaman’a yaslanarak ‘başka türlü okumalar’ yapıyor. Bu okumalar içinde insan, uzmanların klişe reçetelerinin dilencisi olmaktan çıkıyor, kendini/haddini bilen daha kurucu bir özne olabiliyor. Karabaşoğlu’nun Oyuncak Tamirhanesi kitabının iki iddiası var: 1) İnsanı tanımak, bir ‘uzmanlık’ konusu değildir. Kendi iç sesine ve vahyin sesine beraberce kulak veren bir kişi hayatın anlamı, aile, çocuk, insan ve insan ilişkileri konusundaki temel doğruları pekâlâ kavrayabilir. 2) Kendi iç sesimiz ve vahyin sesi, ancak bir uzmanın eliyle çözülebilir durumda gözüken ‘problemli’ alanlarda dahi insana bir çıkış yolu gösterebilir.


Bu değerlendirme yazısı, Kitap Zamanından alınmıştır.

  06.04.2011

© 2021 karakalem.net, Nihat Dağlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut