İKİ ŞEHRİN şiiri dilleniyor, dilinde dimağında. Dillendirmiyor dinliyor. Uzak denizin yakın dalgaları çarpıyor yürek kayalarına. Kanayan yaraları, ağlayan gönül dudakları çöl susuzluğu gibi çağlıyor. Gece görüyor ağladığını, bazen o bile bilmiyor.
Bilinmezin kanatlarında asılı kaldı nicedir. Tutamadığı ömrünü, elde edemediği emellerini yaprak savruluşu gibi seyrediyor. Kimseye bir şey demeden, kimseden bir şey duymak istemeden bakıyor ömür ağacının çürük meyvelerine. Yüzü ve yüreği yere dönük toprak avuçluyor; canı görüyor, canın akışını bakıyor can havliyle.
Çöl kumları düşünceler, çöl sıcağı duygulardan uzaklaşıp sığınılacak serin vaha arıyor. Ayağında prangalar aşksız yollarda yürümekten bitap düşmüş. Beden ağır, ruh kasvetli. Gözler ışık şehirlerin peşinde hicret gözlüyor. Hicran ki ne hicran; mecalsiz melal akşamlar geçmek bilmiyor.
Bilmiyor nasıl idrak edilir hicret, tavaf nedir, sa’y adım atmak, yürümek mi, Nur-u Muhammedi iki şehrin kalbinde mi saklı? İbrahimi bereket kalp kabesinin neresinde, hangi makamında?
Susuz şehirlerde, şüphecilik süngüsü yemiş gönülle gelinir mi size? Uçak bedenleri taşır; akıl, kalp, ruh Burak’sız nereye gider? Burak’ın biletini, pasaportunu kim onaylar, kim vize verir?
Şehrin vızıltıları, dünyanın meşgaleleri, duyguların taşkınlığı, düşüncelerin dağınıklığını geride bırakmadan size vuslat mümkün mü? Gönül kabesindeki putları kırmadan neyin etrafında tavaf edilir? İbrahimi gözyaşı dökmeden zemzem içilir mi?
Eşini, çocuğunu çöl yalnızlığına tevekkülle terk etmeden yolculuğa çıkılır mı? Yolculuk; bedeni bir mekândan başka bir mekâna taşımak mı?
Kâbe, taş ve kumaştan, insan, et ve kemikten ibaret. Taşa kumaşa, ete kemiğe yansıyanı görmektir vuslat; öyle vuslat ki gülün goncaları kadar yakın eder galaksilerin göğsünü, atomun çekirdeğini.
Şah damarından yakın olana vuslat oldu mu her şeyin şahı yakalanmıştır. En büyük şahlık, kulluk. Suretten sirete, zahirden batına geçmektir hakikat. Nefisten kalbe, bedenden ruha, kesretten vahdete yolculuktur hicret. Günlerce yol yürümekten, senelerce beklemekten zor böylesi hicret.
Her bir şeyde O’nu görmek, her bir şe’nde O’na giden yol bulmak; tavafı, elektronun çekirdeği etrafında, yıldızları galaksilerin merkezi etrafında dönüşünde seyretmek… Gülün goncalarında, rüzgârın sesinde, bulutların akışında, yağmurların demdemelerinde dinlemek duayı; kâinat bir ubudiyet alanı, Mekke bir Mihrap, Medine bir Minber.
Hangi şehirde yaşanıldığı önemli mi Mihrabı ve Minberi bildikten sonra? Gönül kabesi putlardan temizlendi mi hicretten de anlaşılır, s’ay de, tavaf da. Beden ile ruh, nefis ile kalp buluşup beden ruha, nefis kalbe tabi olduğunda şehirler birbirine kavuşur, şiirler iç içe olur. Kulluğun şah adımlarıyla yürünür yeryüzünde, halife olmanın izzeti, Nebi-i Zişan’a ümmet olmanın şuuru ve şevkiyle.
Ağlamak vuslattır, hüzün kavuşma alameti. Şehirler vuslat şiirlerini okumaya devam ediyor.