Neo-harici Hizbullah

Hizbullah, sivil toplum açılımında samimi ise ve dini sadece kendisinin temsil ettiği biçimindeki neo-harici yaklaşımı benimsemiyorsa geçmişindeki şiddet mirasıyla halleşmek zorundadır.


TÜRKİYE BİR ‘kabus’tan uyanmaya çalışıyor. CMK’nın, tutukluluk süresini 10 yılla sınırlayan 102. maddesinin yürürlüğe girmesiyle tahliye edilen binden fazla kişi arasında, kamuoyunda ‘Hizbullah’ olarak bilinen örgüt mensuplarının da bulunması, tüm topluma iliklerine kadar yaşadığı korku duygusunu yeniden ‘hatırlattı’. Mezar evler, domuz bağıyla bağlanmış ve sonrasında parçalanmış insan bedenleri, sabah okula ya da işe giderken arkadan enseye sıkılan tek kurşunla öldürülen, satırlarla doğranan ya da yüzlerine atılan kezzapla ‘damgalanan’ kurbanlar.

Kötülüğün banalleşmesi

Mümin ya da münkir her sınıftan insan, kör şiddeti tekelci ideolojik hegemonya oluşturmada, ‘kötülüğün banalleşmesi’ düzeyinde etkili bir araç olarak kullanan ve ‘Hizbullah’ olarak adlandırılan şiddet makinesinden nasibini aldı. Sabah vakti okula giderken arkadan saldırıya uğrayan temiz giyimli, parlak yüzlü genç delikanlı çivili bir sopayla sokak ortasında başından darp edilip öldürülürken, kapı aralığından olayı izleyen gözler üç maymunu oynamayı tercih ediyordu. Hasan Sabbah’ın Haşhaşinlerinden bugüne, bu kadar korku uyandıran, PKK gibi insanlığa ve insani değerlere saygısı olmayan bir cinayet şebekesini bile yıldıran sözde Hizbullahçılar’ın, 17 Ocak 2000’de, şehit ve masum İzzettin Yıldırım ve arkadaşlarının kemikleri üzerinde ‘cihad’ etmekle meşgul liderleri öldürüldükten sonra, sessizliğe gömülmeleri, hem seküler hem de İslami duyarlı kamuoyunun vicdanını yatıştırmaya kafi geldi.

İnsani olmayan İslami değil

İnsani, İslami ve demokratik düzlemde bir Hizbullah muhasebesi yapıl(a)madı. Yüreklere çöreklenen ‘korku’, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” ilkesini şiar edinenleri de suskunlar safına itti. Kocaman gövdesi açıkta olduğu halde başını kuma gömüp, avcıyı görmeyince avcının da kendisini görmeyeceğini sanan devekuşu misali, Hizbullah olgusunu görmezden gelmekle bu olgunun buharlaşmadığı, 2003 sonrası dönemde Hizbullah’ın sivil toplumu yeni mücadele alanı olarak seçmesiyle iyice belirgin hale gelmişti aslında. 2006’da Batı medeniyetinin insanlık düşmanı refleksleri İslamofobi olarak somutlaşıp küresel bir provokasyona dönüşen karikatür ‘krizine’, Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda toplanan 130 bin insan tepki gösterdiğinde, bu organizasyonun motor gücü Hizbullah’tı.Yani, Hizbullah hep oradaydı ama unutarak aldanmak açıklanabilir bir çekiciliğe sahipti.

“Sözün uzunluğu kısalığındadır” deyip, Hizbullah’ın sordurttuğu sorulara bakalım.

Cemaatten Hizbullah’a: ‘Hizbullah’ Kur’ani bir tabirdir. Mücadele suresinin 22. ayetinde, yine bu surenin 19. ayetinde sözü edilen ‘hizbuşşeytan’ın karşıtı olarak kullanılan bir kavramdır. Allah’a kul olmayı seçen tüm Müslümanları ifade eden bu kavramın bir gruba tahsis edilmesi, zulümdür. Müslümanlığın sübjektif bir yorumunun İslam’ın yerine ikamesidir. Sözde ‘Hizbullah’ olarak adlandırılan grubun, bu isimlendirmeyi sükuti bir tasviple benimsemesi inhisarcı, dışlayıcı, dini kendi anlayışıyla özdeşleştiren sekter bir tutumdur.

Mutlak doğruluk iddiası

Hiçbir kişi ya da kurum İslam’ı temsil etme iddiasında bulunamaz, kendi anlama biçimi ile dinin zaruriyatını özdeş kılamaz. ‘Müslüman’ sıfatını ‘dindar’ sıfatı yerine kullanmak da aynı zihni sapmanın ürünüdür. İslam fıkıh ekollerinin kurucu imamları insanları kendi içtihatlarını benimsemeye davet etmemişler, dahası kendi içtihatlarının mutlak doğruluğu iddiasını hiçbir zaman ileri sürmemişlerdir. Dinin nazariyat alanı hakikatin çok yüzlü olduğu bir alandır. Hizbullah adı bu çokluğu teke indiren bir yaklaşımdır.

Bu sekterlik, örgütün kendisini ‘cemaat’ olarak adlandırmasında da ortaya çıkmaktadır. Belli bir fikir, değer ya da çıkar etrafında bir araya gelen ve örgütlenen insanlar bir cemaat teşkil eder. Bununla birlikte, cemaat adlandırması daha çok dini ve etnik toplulukları ifade etmede kullanılır. İslami bağlamda ise cemaat tüm Müslümanların birlikteliğini, ümmetin dayanışmasını, ortak bir amaca yönelmeyi anlatır. Cemaat ruhu bu yüzden hadislerde çokça vurgulanır. Bu kavram da, Hizbullah örneğinde olduğu gibi, suistimale uğratılmıştır. Söz konusu grup, kendisini tek başına ‘cemaat’ olarak adlandırarak Müslümanlığı tekeline alma eğilimini ifşa etmektedir. İlginçtir, Gülen cemaatinde de benzeri bir eğilim gözlenmektedir. Bu grubun kendisi için, başına herhangi bir sıfat getirmeden ‘cemaat’ tabirini kullanması inhisarcı bir tutumdur. Oysa dinin muhatabı tüm insanlıktır; bu hiçbir grup ya da kesime hasredilemez. Hizbullah’ın bu adlandırmalardan vazgeçmesi, diğer İslami cemaatler üzerinde geçmişte kurmaya çalıştığı hegemonya iddiasından da vazgeçmesine bir karine oluşturacaktır.

Amaç aracı meşrulaştırmaz

Müslümanlara karşı şiddet: Kur’an, ‘hizbullah’ın mümeyyiz vasıfları arasında müminlere karşı şefkatli ve merhametli olmayı zikreder. Hizbullah’ın fikri düzeyde daha radikal olan ama İslam toplumu oluşturmak için şiddet kullanmaya, en azından taktiksel düzeyde, meşruiyet atfetmeyen Menzil grubunu tasfiye ederken ‘sınırsız sorumsuz’ bir şiddet kullanması, İslami aidiyetin şiddet mantığına nasıl feda edildiğini örneklemektedir. Amacın aracı meşrulaştırmasına ilişkin Makyavelist anlayış, Mecelle’nin haklı amaca ancak doğru araçla varılabileceği (vusule ermek usul iledir) şeklindeki evrensel adalet ilkesini göz ardı eder. İslam gayrimeşru araçlarla tebliğ ve temsil edilemez. Cihat şiddet değil, İlahi rızanın tahsilini hedefleyen çabaların bütünüdür. Bütün âlemlere rahmet olan ve insanlık ölçeğinde barış ve adaleti ‘Kızılelma’ olarak gösteren İslamiyet’in biçare ellerde kıymetsizleştirilmesi hazin bir durumdur.

Hizbullah’ın ideolojik hegemonya alanı oluşturabilmek için kendisine yakın olanlardan başlayarak tüm İslami grup ve cemaatleri tasfiye etmek istemesi de, insani ve İslami düzlemde kabul edilemeyecek bir durumdur. Hizbullah’ın sivil toplum önderleri, dindar kişi ve gruplara karşı işlenen tecavüz ve cinayetlerle yüzleşmeden geçmişlerinin gölgesiyle yaşamaya mahkûmdurlar. Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Kul hakkı adaletin konusudur ve ahirete havale edilerek bu işin üstesinden gelinemez. Hizbullah, eğer sivil toplum açılımında samimi ise ve dini sadece kendisinin temsil ettiği biçimindeki neo-harici yaklaşımı benimsemiyor ve diğer Müslüman gruplarla sağlıklı ilişkiler geliştirmek istiyorsa, geçmişindeki şiddet mirasıyla halleşmek zorundadır. Aksi taktirde geniş topluma ‘emniyet’ vermeleri mümkün değildir.

Sağcılar suç işlemez mi?

Masumlara karşı şiddet: Masum bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmekle eşdeğerdir. Öldürülen insanlar içinde bir tane masumun bulunması, bu hareketin İslamiliğini de, insaniliğini de ortadan kaldırır. Başkalarının kusuru, sizin yanlışlarınızın özrü olamaz. Şiddet mağduru masumların hakları, hem bu dünyadaki, hem de ‘Büyük Mahkeme’deki ‘Hesabın’ konusudur.

İslam ve şiddet: 1970’lerin Demirel’i, “Bana, ‘sağcılar suç işliyor’ dedirtemezsiniz” demişti. Aynı şeyi Kemalistler de mensupları için geçerli kabul etti. Hırsız Kemalist, Kemalist hırsız olamazdı. Dolayısıyla, hırsızlar Kemalist sembollere sığınarak bu ülkenin hazinesini bir dönem rahatça talan edebildi. İslam’la şiddetin bir araya gelemeyecek kavramlar olduğu doğrudur. Türkiye’de tüm siyasi hareketlerin yolu bir şekilde şiddetle buluşurken, İslami duyarlı grupların hiçbir şekilde şiddete başvurmadığı da doğrudur. Zulüm adetullaha isyandır çünkü. Küfür devam eder, zulüm devam etmez çünkü. Mamafih, İslam’ın şiddeti dışlaması, Müslümanların da kategorik olarak şiddeti dışlaması sonucunu doğurmaz. Müslümanlar da şiddeti bir mücadele aracı olarak seçebilmektedir. Küresel ölçekte El-Kaide, Türkiye’de Hizbullah gibi... Şiddetten metot olarak vazgeçmedikçe ve bunun muhasebesini gerçekleştirmedikçe, Hizbullah’ın geniş Müslüman toplum içinde meşruiyet kazanması mümkün değildir. İslam duyarlı grupların, “kol kırılır yen içinde” anlayışından vazgeçmesi, açıklık ve hesap verebilirlik ilkelerini benimsemesi, (sadece Allah’a karşı değil beraber yaşadıkları insanlara karşı da) kendi içlerindeki yanlışların büyümesini ve süreklileşmesini engeller; sağlıklı bir istişare ortamına hayat verir.

Yeni Hizbullah ve Said Nursi: Said Nursi, Kemalizmin demonlaştırdığı, Cumhuriyet dönemi İslam fikriyat ve aksiyonunun en önemli şahsiyetidir. Bu yüzden Kürt milliyetçi hareketi ve PKK, Kürt ulusal bilincinin inşa aracı olarak tarihi kullanırken Said Nursi’yi de yeniden ‘icat etmiş’ ve onu Kürt ulusal bilincinin öncü şahsiyetlerinden biri olarak sunmaya çalışmıştır. Benzer şekilde, Hizbullah eğilimli gruplar da Said Nursi’ye referansta bulunmakta, kitlesel vaaz ve tebliğ temaları Risalelerle temellendirilmektedir. Mücadelesi, bir mücadele aracı olarak şiddetin reddine dayanan, modern dünyadaki cihadı, ‘manevi cihat’ esasına oturtan, daha 1910’larda “din nokta-i nazarından medenilere galebe çalmak ikna iledir, söz dinlemeyen vahşiler gibi icbar ile değildir” diyen, 1913 Şeyh Selim ve 1925 Şeyh Said ayaklanmalarına bu yüzden muhalefet eden, “nur ve topuz”un bir araya gelemeyeceğini, geldiğinde topuzun nurun etkisini ortadan kaldıracağını söyleyerek, hem şiddeti hem de siyaseti dini tebliğin bir aracı olarak reddeden Said Nursi ile Kürdi İslam’ın taşıyıcılığına soyunan bu hareket arasında doku uyuşmazlığı bulunduğu açıktır.

Said Nursi’yi kullanıyorlar

Bununla birlikte, Said Nursi’nin Müslümanların cemaat halinde hareket etmelerini vurgulayan ve yan yana dört tane birin 1111 gücünde olduğunu ifade eden güçlü kardeşlik metaforunun, Hizbullah’ın yayın organlarında sıklıkla kullanıldığı söylenebilir. Risale ile kurulan ilişki, hem dindar, hem de seküler Kürtlerin ortak simgelerinden biri üzerinden toplumsallaşmayı sağlamak açısından son derece fonksiyoneldir. Eğer Said Nursi ve Risaleleri ile kurulan ilişki, samimi bir ilişki ise, bu hareketin mensupları bir tutarlılık sorgulamasıyla karşı karşıyadır. Şiddet topuzunu bırakmadan ve onun mirasıyla hesaplaşmadan, sadece İslami hamiyeti esas alan, Kürtlüğü de bunun bir cüzü olarak önemseyen fakat milli hamiyetin dini hamiyetin yerine ikame edilmesini reddeden “Seyda-ye Mele Bediuzzaman”la, Kürtlük hamiyetine dayalı bir İslam anlayışını nasıl imtizaç ettirebilirsiniz?

Sivil Hizbullah’a çağrı: Demokrasi hataların düzeltilmesine imkan veren bir rejimdir. Bu yüzden Hizbullah’ın sivil topluma katılımı önemlidir ve dönüştürücü etkiye sahiptir. Konuşan Hizbullah, öldüren Hizbullah’a her zaman yeğdir. Bu harekete yakınlık duyanlara bir çağrıyla yazıyı noktalamak istiyorum: ‘Konuşmaya’ ‘Hizbullah’ adlandırmasını reddederek, kendi yayınlarınızda kullanımdan düşürerek başlamak, güven oluşturucu bir tedbir olacaktır? Böylece Kur’ani bir kavramın domuz bağı cinayetleriyle anılmasına son verme imkânı doğabilir. Bir de taşınası bir yük olmayan şiddet geçmişinin muhasebesi...


ahmet66@yahoo.com

Not: Star Gazetesinin 31 Ocak 2011 günkü nüshasından iktibas edilmiştir.

  01.02.2011

© 2021 karakalem.net, Ahmet Yıldız



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut