Yanlış yola girilince

AYDINLANMACI FELSEFEDEN beslenen Avrupa’nın; artık bir coğrafya ile sınırlı olmayan Avrupa’nın, içimizdeki Avrupa’nın esassız esaslarınındın birinin, herkesin kendine malik olduğu iddiası olduğunu biliyoruz. Ona göre her bir varlığın gayesi kendi bekasını kendi başına temin etmektir.

Avrupa insanın acizliğini, fakirliğini ve kulluğunu unutur ve unutturur. Bir sineğe mağlup olan, küçük bir mikroba yenik düşen, bedeninin dağılmasına, vücudunda yer tutan hastalıklara, yaşlanmaya ve zevale engel olamayan beşerin kendine malik olması kuru bir vehimdir, ama kulluktan kaçmanın da başka yolu yoktur.

Buna bağlı olarak, Batılıların ve Batıcıların kitaplarında kendini gerçekleştirme (self-realization) önemli bir yer tutar.

Ona göre, insanın yapıp ettiklerinde ulvi bir varlığın müdahale ve iradesi söz konusu değildir. O, aklının hevesinin her dediğini yapmalıdır. Bu konuda iyi kötü; ahlaki, gayri ahlaki hiçbir sınır tanımaz.

Avrupa gençliğinin, günümüzde gözlenen acınacak hallere gelmesinde önemli bir payı bulunan varoluşçu felsefenin bir öncüsü, intiharın da kendini gerçekleştirmenin bir parçası olduğunu söyler. Zira canın emanet olması onların dünyasında yer etmemiştir.

Avrupalıya göre kendini gerçekleştirmenin yollarından biri üretmek, ne pahasına olursa olsun üretmek, ucuz üretmek, kârı azami seviyeye çıkarmak ise diğeri de çılgınca tüketmek, olabildiğince tüketmek, her neye mal olursa olsun tüketmektir.

Bu çılgın üretim ve tüketim çarkını döndürmek için gerekli olan unsur beşerin ihtiyaçlarının, her vesile kullanılarak, biteviye ziyadeleştirilmesidir.

Bunun sosyal patlamalara sebep olması, manevi yangınlara yol açması, gözünü kazanç bürüyen birileri için çok da önemli değildir. Ehl-i vicdan bazı sosyal bilimciler parçalanmış aileler veya sadece anne ya da babası ile yaşamak zorunda kalan çocuklar (single-parent children) için endişelerini ifade eder, ailenin yeniden tesisi için çareler tedarik ederken, üretim-tüketim çarkının düzenli işlemesinden başka bir şey düşünmeyen kapitalist oralı değildir. Bu sosyal patlamalar onun işine bile gelir. Zira bir eve bir çamaşır makinesi bir televizyon ve bir soğutucu yeterken, evlerin ikileşmesi ile bu araçların sayısı ikiye katlanacaktır. Yani ihtiyaçlar ziyade kılınacaktır.

İhtiyaçların ziyadeleştirilmesinde kadın taifesine büyük bir iş düşmektedir.

Bu, öncelikle, değişikliği yeniliği, güzel görünmeyi seven kadın fıtratı kullanılarak yapılır. Kadın görünüşünü, kıyafetini, evinin her birimini sürekli yenilemeli, hep bakımlı olmalıdır.

Sonuçta kadın, imaj uygarlığı vasıtasıyla ihtiyaçların çoğaltılmasında baş figüran olarak kullanılmaktadır. “Her bacakta bir başka güzel görünen çorap”lar, “komşuları çatlatmak” için takılan pencereler, perdeler, döşenen mobilyalar kadının çekici görüntüleri ile alıcı arar. Her türlü reklamda onların “küçük cenazeleri” veya gölgeleri olan görüntü ve videolar gözlenebilir.

Bu ise daha çok, kadınların “yuvalarından çıkması” ve hayâ perdelerinin yırtılması ile gerçekleşmiştir.

Hayâ perdesinin ne kadar yırtıldığına basit bir örnekle bakalım: saadet asrından nasibimizi az buçuk aldığımız dönemlerde, gerçek velinin kerametini gizlemesi kadının kürsüfünü gizlemesine benzetilirdi. Şimdi bu benzetme anlamsızdır. Zira kürsüf artık kadın vasıtası ile reklamı yapılan sıradan bir metadır.

İhtiyaçların, hayâ perdesinin de kalkmasının katkısı ile çoğalmasından başka bir hayâsızlığa kapı açılır (Hangisi sebep, hangisi sonuçtur pek bilemem; belki kul borçlanmaktan sıkılmaz, utanmaz hâle geldiğinde, Allah önüne bazı hayırsız vesileleri çıkartır.):

Faizin kapı ve kapları olan bankalar borçlanmaktan çekinmeyen, akşam başını yastığa koyduğunda borçlarından nasıl kurtulacağı hususunda vicdan muhasebesi yapmayan birilerine çare (!) olmuştur. Çaresizlikten beter bir çaredir bu.

Çare bulunmuştur. Kapitalizmin kredi kartı adlı mucizesi (!) vardır: Peşin almaya gücün yetmiyorsa taksitle al der. Peşin almaya gücümün yetmediği bir malı hangi hayâ, hangi utanma duygusu ile alayım, diye soramayız çoğumuz. Zira banka uzakta, bankadaki yüzler görüşülmekten, görülmekten uzaktadır. Yani, “yüzsüz” bir alışveriştir kredi kartıyla yapılan. Taksitleri zamanında ödeyemiyorsan, ekstrenin bilmem kaçta birini bu ay öde, kalan kısmını diğer aylarda ödersin. Vicdanının derinlerinden gelen “oysa ben etrafı camlarla kaplı dar bir odadayım, geniş göründüğüne bakma, gelecek aylar benim için yok hükmündedir; borçlanmayayım” sözlerine aldırma. Sen borcunun bir kısmını bu ay öde, kalanını gelecek aylarda kapatırsın. O da mı olmadı, banka, ‘borçlarınızı yapılandıralım’ teklifi ile gelir. Ne kadar çürük bir yapı! Olmadı, bu konuda hükümet yeni bir düzenleme yapar…

Uzatmayalım, dostlar, yanlışa bir girildi mi ondan çıkmak çok kolay olmasa gerek. Trafikte yanlış yola girildikten sonra ister saatte elli kilometre hızla gidin ister iki yüz yirmi ile… Çok fazla bir şey fark etmiyor. İşte büyüğümüzün otuz yılda öğrendiği kelimelerden birinin; “ben kendime malik değilim”in tersine bir yola girildiğinde varılan menzil. Herkes bu neticeye varır demiyorum, tövbe ile ayılanlar bahsimizin dışındadır.

İman esaslarının kavranılmasından, izan edilmesinden sonra yaşanacak İslamî hayat bir bütün olduğu gibi, ondan uzaklaştıran unsurlar da birbirine bakıyor.

İşte bu yazıda bunu göstermeye yarayacak, biraz üstünkörü bir gezinti yaptım.

Mükemmeli için, sahasında derinleşmiş ehl-i himmeti göreve çağırıyorum.

  08.01.2011

© 2021 karakalem.net, Muhammed Şeviker



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut