Davet

Hatice Özyalvaç*

“Zira Biz İbrahim’e, Beytullah'ın yerini belirlediğimiz zaman: “Sakın Bana hiç bir şeyi ortak koşma, evimi tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secdeye varanlar için temiz tut!” demiştik…” “ İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse uzak yollardan her türlü binekler üzerinde, kendilerine ait bir takım yararları görmeleri için, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine, belli günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kâbe'ye) gelsinler…” Hacc suresi 22.26.27.28


DAVET EDEN O, imkân veren O, kabul eden O.

Şu günlerde milyonlarca kişi tatlı bir telaş içinde. Her milletten, her sınıftan çok sayıda insanın gönlü, asırlar öncesinde olduğu gibi bugün de o kutlu mekâna akıyor. Gönüller ki, tarif edilmesi güç bir mıknatısın çekim alanına girmiş durumda. Bırakmak zorunda oldukları düzenleri akıllarına bile gelmiyor. İbadetlerini en güzel şekilde ifa edebilmek için bilmediklerini öğrenme çabasındalar. Belki de üzerlerinde taşıdıkları yükleri, yerine ulaştırmak için hak sahiplerini arıyorlar.

Hacca gitmek için bu kutlu daveti alan kişiler arasında, farklı telaşlar içinde olan da var. Ellerindeki kocaman listelerle oradan oraya koşuşturanlar. Alınacaklar, götürülecekler derken… Oysaki son birkaç güne sıkıştırdıkları, genelde kısa ve olabildiğince yavan bir telefon görüşmesiyle halletmeye çalıştıkları şeyin, gerçekten çok önemli olduğunu unutuyorlar. Her şeyi geride bırakmak… Kısaca helalleşme dediğimiz şeyin bir formaliteden ibaret olmadığını, aslında gönüldekileri geride bırakma, yüklerden arınma olduğunu kaç kişi kavrayabiliyor dersiniz?

Neyse ki, biz ne yaparsak yapalım, yani böylesi büyük ve çok güzel bir ibadeti gövde gösterisine çevirsek de, telaş içinde özü kaçırsak da haccımız kabul olacaktır inşallah. Biliyoruz ki şu üç şeyde niyetin tesiri azdır. Şehit olunca, zekât verince, hacca gidince -aksi bir niyette ısrar etmiyorsak- ibadetimiz sahih olmuştur.

Bütün kolaylaştırıcı unsurlara rağmen yine de zor bir ibadet olan hacca giderken unutmamalıyız ki; adı şu veya bu olan bir ülkeye değil, Hazreti İbrahim’in hizmetini gördüğü Beytullah’a ve onun sahibinden gelen davete icabet ederek gidiyoruz. Giderken bizden beklenen ise gönlümüzün tamamını oraya götürebilmek. Birazını burada bırakmak olmaz. Helalleşmeli, aynı zamanda biz de gönülden helal etmeliyiz haklarımızı. Kırgınlıklarımızı bir yük olarak taşımamalıyız sırtımızda.

“Lebbeyk. Allahümme lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnnel hamde venni’mete leke vel mülk la şerike lek.”

Vazife büyük, yük ağır. Bir kişiye nasip olan hac, onu kendi toplumunun seçilmiş bir üyesi yapar. Seçilen oraya, o kutlu mekâna kendisini değil, seçildiği topluluğu temsil etmek için gider. Haccı, İslam’ın yüksek bir konseyi gibi düşünürsek, hacca giden kişi hem kendi toplumunun bir temsilcisi olarak bulunur orada, hem de bütün insanlığın. O artık Müslümanların ettiği dua, döktüğü gözyaşıdır.

“Onların her biri bir yörüngede yüzerler.” Yasin suresi, 36.40.

Hiç tanımadıkları insanların arasına karışıp bir girdabın içinde kaybolacaklar. Bir damla iken nasıl derya olduklarını görecek, kelime anlamının dışında gerçek ümmetin ne olduğunu kavrayacaklar. Başladıkları yere geri dönecek ama yine de vazgeçmeyecekler. Ta ki başka bir çağrı alana kadar. O sesle birlikte duracak, yan yana, omuz omuza saf tuttukları kardeşleriyle birlikte tekbir getirecekler. “Allahu ekber.” Secdeye varan alınlar, hepimizin alınları. Edilen dualar, hepimizin duaları. Semaya uzanan eller hepimizin elleri.

Bizler, nasıl olsa temsilcimizi oraya gönderdik diye yan gelip yatamayız, onu orada arkasız, bir başına bırakamayız. Oradakilerle hemhâl olmalı, burayı unutmalıyız. Onlar orada “Allahu ekber” dediğinde biz de burada demeli, “Allahu ekber” nidalarıyla arşı titretmeliyiz.

  14.11.2010

© 2021 karakalem.net, Hatice Özyalvaç



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut