Arşiv

İstiğfarı Başarmak

RABBİNİN RIZASINA UYMAYAN BİR HAL VE FİİL üzere bulunduğu, meselâ O’nun emrettiği bir fiili işlemeyip nehyettiği bir fiili işlediği zaman, insanın önünde iki şık belirir: Ya yapılanın ‘yanlış’ olduğu kabul ve itiraf edilerek Rabb-ı Rahîm’den af ve bağışlanma talep edilecektir; yahut kalb ve vicdanın bu yöndeki ikazlarına mukabil, aslında yapılanın ‘normal’ ve ‘doğru’ olduğuna dair ‘rasyonalizasyon’lar üretilmesiyle, işlenen günah mâkul ve mazur görülecektir.

İnsanın bir yanda melâike ilhamına, öte yanda şeytanın desiselerine açık olduğunu hatırda tutarsak; bir günah işlemesi durumunda melekler insana istiğfarı ilham ederken, şeytan avukat gibi yapılanı müdafaa eder durur. Şartları, maslahatı, yapılmaması durumunda doğabilecek daha büyükóama tamamen mevhumózararları düşündürüp, yapılanın o durumda günah sayılamayacağını fısıldar. Bu şekilde, "Yapılan, zaten yapılması gerekendi" diyerek, insanı istiğfar ile aslına rücu etmekten alıkoymak ister.

Son zamanlarda bir bütün olarak toplumun, bu arada özellikle ehl-i dinin umumî tablosuna baktığımızda, ne yazık ki, günahlarımız karşısında ibrelerimizin istiğfardan ‘rasyonalizasyon’a doğru kaydığını itiraf etme durumundayız. Yaşadığımız günlerde,, belki yirmi sene önce de işlenen, ama o gün ‘günah’ olarak kabul edilip istiğfarı edilen fiillerin büyük kısmı, nabza göre şerbet uzmanı bazı sözde din âlimlerinin de gayretiyle, artık ‘günah’ listesinden düşürülmüş bulunuyor. En hazini, dolayısıyla, bu günahlardan dolayıóonlar artık günah diye bilinmediği içinóistiğfar edilmiyor.

Meselâ, dün ‘günah’ olduğunu bilerek başı açık dolaşan ve bundan dolayı iç dünyasında Rabbine karşı istiğfar yaşayan nice insana mukabil, bugün ibre "Aslında Kur’ân’da da başını örtmek diye birşey yok" iddiasına doğru kayıyor. Dün faizi alanın da, verenin de mes’ul olduğu kabul edilirken, bugün ortalıkta "Enflasyonun altındaki faiz caizdir" gibi yahut "Kazanılan para dinî hizmetlere de harcanacaksa, faizli kredi almaya ruhsat var" misali fetvalar geziniyor. Dün israf görülen bazı şeyler bugün listeden silinmiş, dün haramlar listesinde duran bazı kazanç yolları bugün caizler sınıfına alınmış, dün hakkında ruhsat bulunmayan bazı şeyler eğilip bükülerek ‘zaruret’ ve ‘maslahat’ izahlarıyla sözümona ‘meşrulaşmış’ bulunuyor.

Sonuçta, bugün, belki dün de işlenen günahlar işleniyor. Ama dün esasa ilişilmez ve hiç olmazsa esasa aykırı düşmekten dolayı ‘istiğfar’ edilir iken, bugün esasın da tağyir ve tebdil edilmesi yüzünden yapılan artık ‘günah’ sayılmadığı için, istiğfar dahi edilmiyor.

O yüzden de, bir bütün olarak toplumun son senelerde yaşadığı manevî deformasyonun yanında, kötüye gidişe karşı bir manevî set olması gereken ehl-i dinde dahi ciddi bir dünyevîleşme gözlemleniyor. Ancak, bu dünyevîleşmeden dolayı istiğfar edilmiyor. Zira, güya ‘din adına’ dünyevîleşiliyor. Meselâ, evimiz israf sınırlarını zorluyor olabilir. Ama, durun bir dakika: Evimiz, ‘gelen gidene tebliğ için’ bu şekilde döşenmiş bulunuyor! İşimize faiz her yönden bulaşmış olabilir. Ama unutmayın: Bu paralarla ‘hizmetler finanse ediliyor’! Yahut, çalıştığımız kurumda farz namazı dahi kılamaz hale gelmiş olabiliriz. Fakat, dinin imandan sonra bu en yüksek hakikatı, ‘ileride iyi bir mevkiye gelip ortalığı düzeltmek’ için rüşvet veriliyor! Bırakın resmî yerleri ve lâdinî kurumları, ‘İslâmî’ kurumlarda dahi mesture hanımlardan başlarını açmaları istenmiş olabilir. Lâkin, şunu da unutmayın: ‘İslâm’a hizmet için kurulmuş kurumları ayakta tutmak’ gerekiyor!

Emr-i ilâhîye uymayan fiillerimizi ‘günah’ sınıfından çıkarmak için girdiğimiz bu mâkul ve mazur görme ve gösterme çabalarının, şu ülkenin yaşadığı ibret-i âlem nev’inden umumî musibetin ardındaki manevî sebeplerin en önemlilerinden birini teşkil ettiğini düşünüyorum.

Zira, Enfâl sûresinin ilk bakışta yalnızca Mekkelilere bakıyor gözüken 33. âyetini Resûl-i Ekrem (a.s.m.) bir hadisinde bütün ümmetine teşmil ediyor ve şu haberi veriyor:

"Allah, ümmetim için bana iki eman indirdi: (1) Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umumî bir) azab vermeyecektir. (2) Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allah onlara azab vermeyecektir."

Ve, Resûl-i Ekrem (a.s.m.) aramızda olmadığına göre, bize ancak ikinci şıkkın istimali kalıyor. Zaten, sözkonusu âyeti zikrettikten sonra, sevgili Resûl, bize şunu söylüyor:

"Ben aralarından ayrıldım mı, (Allah’ın azabını önleyecek ikinci eman olan) istiğfarı, Kıyâmete kadar aralarında bırakıyorum." (bkz. Tirmizî, Tefsîr, Enfâl sûresi tefsiri).

Madem vâkıa bu, eğer şu diyara mü’minleri de kuşatan umumî bir gazab-ı ilâhî inmişse, bu âyet ve onu tefsir eden bu hadis mucibince, yaşadığımız feci bir sürecin hissesini çıkarmak gerekiyor: günaha karşı istiğfardan, günahı mâkul ve mazur göstermeye doğru meyledişimizin hissesini...

Bir başka açıdan konuşursak; eğer bir daha böyle umumî bir musibet yaşanmasın istiyorsak, istiğfarı kesinkes başarmamız lâzım geliyor.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut