Mihenk mihverinde dönmek

HER SÖZDE tevile yeltenmeli, her cümleyi yorum getirmeli, her kelimeyi, kavramı evirip çevirmeli mi? Mana ap apaçık ortada dururken ona bir şeyler izafe etme, bir yerlerle bağlantı kurma, bir yerleri onunla karalama veya yüceltme nedendir?

Neresinden bakarsanız bakın anlam sağlam bir zeminde yükselmişse ona tabi olmaktan, ona tutunmaktan başka yapacak bir şey yoktur. Silik sözlerin, cilalı cümlelerin cirit attığı hikmetsiz dönemlerde her söylenenin kalbe girmesine mani olmak elbette ki gereklidir ve yerindedir. Zira hiçbir müfsit ben müfsidim demez der Bediüzzaman; kimsenin ayranım ekşidir dememesi gibi. Görüntünün hâkim olduğu günümüzde söylenenleri mihenge vurmamadan almak ve kabullenmek saf hakikate ulaşmayı engeller; müfsitliği aşikâre olmuşları tevil etmekse adaleti gölgeler, hakikati perdeler.

Konunun ehemmiyetini vurgulamak, işin ciddiyetini göstermek için iddialı bir sözle devam eder Said Nursi; “ Hatta benim sözümü ben söylediğim için hüsnü zan edip tamamını kabul etmeyiniz.” Bediüzzaman söylüyorsa tamamını doğru kabul etmeyin demek istiyor olsa gerek.

Devam ediyor Üstad; “ Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsat ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.” Üstad bundan Üstad olsa gerek; açık, net, tevilsiz ve takıntısız konuşuyor; sözünü yaşıyor, yaşadığını söylüyor.

Tevillerle, yorumlarla suyun üstüne yağ gibi çıkmak isteyen biz mihenksizlere, dengeli ve tutarlı bir yol gösteriyor; mihenge vurunuz; “size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, altın çıktı ise kalpte saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.” Cesarete bakınız, bizim gibi cesaretini cahillikten alanlar, bu sözü manayı hakikisiyle anlayamaz. Teneke demiyor bakır çıktı ise gıybet ve beddua ile geri gönderin; Said Nursi’nin neden Üstad ve Bediüzzaman olduğu daha açık ortaya çıkıyor değil mi?

Nefsini dizginlemiş, şandan şöhretten geçmiş saf hakikat peşinde gidenlerin şiarıyla konuşuyor; biz onu anlamamışlıkla mübarekliğine ve tevazuuna verip geçiyoruz. Söylediğinin arkasında bir ömrü geçirmişliğini derk edemiyor, idrak sınırları içerisine tam giremiyoruz.

Bazen risale dairesinde birilerini zimmî olarak rencide etmek için “ hiçbir müfsit ben müfsidim demez” i kullanıyoruz ama devamı olan “belki ben de müfsidim” i es geçiyor, tevil ve yorum yoluna yöneliyoruz, çünkü nefsimizin işine gelmiyor. Onun için olsa gerek saf hakikate erişemiyor tevil gölgelerinde geziniyor, yorum yorgunluğundan ilerleyemiyoruz.

Yazdıklarımı bakır çıktı ise beddua ve gıybetle geri gönderin diyecek kadar cesur değilim; bırakın bakır çıkmayı teneke bile cıksa hayır duayla geri gönderin, zira saf hakikate erişmiş “mihenkli” bir Üstada talebe olmak duasıyla yazılıyor bu yazılar. “Ay Işığı”, güneşe muhatap olan aydan ışık alma duası, Ayın mihverinde mihenkli dönme cabası, size de bu mihvere davet ve hatırlatma gayreti. Kusurlarımızın affı, Ayın karanlık tarafının aydınlanması için bin dua isteğiyle…

  01.11.2010

© 2021 karakalem.net, Hüseyin Eren



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut