Gençler Ne İstemez?

Nuriye Çakmak

GEÇEN HAFTA güzel bir “ilk”e tanıklık ettik. Türkiye’de hala bir şeylerin hem de böyle önemli bir şeyin ilk kez yaşanıyor olmasının şaşkınlığını ve üzüntüsünü bastırdı bu güzel adım. Bu ilkin ismi, dergi fuarıydı. Sahi ne kadar alışkınız kitap fuarlarına ve bu fuarlarda dergi görememeye. Peki müstakil bir fuar için Yazarlar Birliğinin küçücük salonu yettiği halde, neden bu kadar geç kaldık “dergi fuarı” günlerine?

Olsun. Diyorum ya, öyle sevindik ki gerçekleşmesine hemen unutuverdik geçmişi. Gelecek için hayaller bile kurduk hatta. İlk gün bir ilke daha ev sahipliği yaptı ve Türkiyenin ilk dergi paneli yapıldı. Konusunu dergilerden alan, sadece dergiler için yapılmış bir program.. Oldukça istifadeliydi.

Alanın dışında birkaç stand kapanan dergileri ağırlıyordu. Ve bu birçok kişi için oldukça hüzünlü bir manzara teşkil ediyordu. İçeride ise 20 yılını devirmiş dergilerle, çiçeği burnunda dergiler kol kola yer alıyordu. Hal böyle olunca fuarın konukları da oldukça çeşitlilik gösteriyordu.

Takip edebildiğim kadarıyla çeşitli etkinliklerle dolu dolu geçti fuar günleri. Paneller için ayrılan alanda ülkemizde dergiciliğin öncülüğünü yapmış vefakar büyüklerimiz yer aldı zaman zaman. Veya şu an dergiciliğin yüz akı denilecek başarılara imza atan önemli isimler. Ve henüz orada tanıştığımız yeni isimler, dergiler. Bu rengarenk ortamın içinde bir şey çok dikkatimi çekti. Şimdi ünlü yazarlar olmuş zamanın çilekeş ve heyecanlı dergi emekçileri, bugünün gençleriyle ilgili oldukça kararsız görünüyordu. Bir kısmı “biz artık yapacağımızı yaptık, zamanımız geçti, meydan onlarda” rahatlığı taşıyor, bir kısmı “ geçmişteki değerlere sıkı sıkıya bağlı kalınması” gerektiğini düşünüyor, bir kısmı ise “bu gençlik bizim geçtiğimiz yollardan geçmedi, üslup oldukça kötü, bu kumaştan iyi bir şey çıkmayacak” karamsarlığını açıkça dile getiriyordu.

Bunu en çok Ali Ayçil, Sibel Eraslan ve Hüsrev Hatemi’nin katıldığı panelde hissettim. Sibel Eraslan’ın gelecek olması gözlemlediğim kadarıyla özellikle genç kızları oldukça heyecanlandırmıştı. Ve mekandaki çoğunlukları barizdi. Muhtemelen yaş ortalamaları da oldukça gençti. Hüsrev Hatemi ise elbette ortamda bulunan herkesten daha yaşlı bir beydi. Hal böyle olduğu halde Ali Ayçil’in geçlerle ilgili “iletişim kurabilme” konusundaki endişeli halinin aksine bir ortam vardı bana göre. Sibel ablamız, hepimizden büyük bir abla, hatta orada bulunan birkaç arkadaşımızın anneleriyle akran olma itibariyle anne konumundaydı, ancak o konuşmaya başladığında kimse nasihat dinliyormuş havasına bürünmüyordu. Aksine sanki bir dost meclisindeymişsiniz hissini veren ciddi bir sıcaklık yayılıyordu ortama söz aldığında. Sonra Hüsrev Hatemi, olası bir iletişim problemi oranı en yüksek konuşma ona ait olduğu halde öyle mütebessim ve samimi bir ortam sağladı ki, görülmeliydi! Sürekli göz göze geliyorduk konuşurken, sanki elimde olmadan ona gözlerimle “anlaşılıyorsunuz, oldukça keyif alıyoruz, lütfen kendinizi rahat hissedin” mesajı veriyordum, gülümsüyordu bana, başını sallıyordu. Şiirler okuyor ve oldukça rahat görünüyordu. Salonda kopma olmadı, kimse dağılmadı, fevkalade bir güzellikle bitti sohbet.

Böyle olmaması için bir sebep de yoktu zaten. Ötekileştirme, anlayamadığı için anlamsız bulma, emek vermediği için emeğe değmediğini sanma gibi eğilimleri besliyoruz bazen bazı şeyler için. “Kadınlar ne ister” soru cümlesini sıkça dile getiriliyor oluşu böyle bir zihniyetin ürünü bana göre. Şimdi ise aynı durum gençler için söz konusu olmak üzere veya oldu, “gençler ne ister” veya daha kötüsü “gençler neyden anlar?” cümlelerinin değişik versiyonlarının aynı ivmeyi kazanması an meselesi.

Aslında zihin dünyamda gençlerle ilgili duyarlı ve endişeli fikirler besleyecek kadar –onlardan- yaşlı buluyorum kendimi. Ama doğum kayıtlarına göre çok uzak bir çizgide de değilim. Belki bu sebeple objektif bakabildiğimi düşünüyorum. Toplumu ilgilendiren işlerle meşgul kişilerin, çocuk sahibi duyarlı kişilerin ve tabi bilinç sahibi her müslümanın böyle bir derdi var. Ama hayat bu ya, şimdi gençlerle ilgili fikir beyan edenler de bir zamanlar birilerine göre gençti, şimdi genç gördükleri bir zaman birilerinin büyükleri olacak. Bu sadece bir süreç, herkesin geçtiği, geçeceği. Hayatın bir parçası ve gerçeği. Siz üzerinde dururken, o ilerliyor. Gençlik ve gençler olmamalı mesele, çekirdekten çınara etkisi süren bir reçete bulmalı. Her yaşa uygun, herkes için geçerli. İman gibi.

Yani umutsuz değilim gençlerden. Bu çağın onları başkalaştırdığını düşünmüyorum. Yeni bir yol izlenmesi gerektiğini, bir iletişim problemi yaşandığını, hiçbir şeyin eski tadında kalmayacağını, birçok konuda güncel ve kalitesiz devrimler yapacaklarını.. Hiç sanmıyorum. Suretler değişiyor ama aynı hayatı, aynı imtihanı yaşıyoruz, aynı mücadeleyi veriyoruz, aynı seviyor, aynı üzülüyor, en güzel duamızı çaresizken yapıyoruz..

Hala namazında niyazında efendi gençler pırıl pırıl geliyor gözümüze, size hala aynı mahcup ve güler yüzle bakıyorlar, ellerinde kollarında kitaplar, dergiler, bilgece yürüyorlar. Protestolarda yanı başınızda, etkinliklerde en ileride, namazda önünüzde, toplu taşıma araçlarında ayakta duruyorlar..

Sizinkilerle aynı marşları dinliyorlar, yenilerini aynı ruhtan besteliyorlar. Sizin okuduğunuz kitapları okuyor onlar da. “Çile” deseniz biliyorlar, “Safahat” orijinal baskısıyla oldukça iyi satıyor eskisine oranla. Zarifoğlu için okuma programları, Hasan el Benna için anma günleri yapıyorlar. Onlar da biliyor sahafların yolunu. Kendilerinden önce yazılmış bir kitaba ulaşmak için geçmişe gitmeleri gerekmiyor. Artık birçok şeyi kendilerinden öncekilerden daha rahat yaptıkları için emekleri daha az değerli değil. Usta olacak belki birçoğu. Ama bunun için zaman gerekli, genç olmadan usta olamayan herkes gibi demleniyorlar belki.

Benim için tek bir ayrım söz konusu. Popüler –seküler- sisteme bilerek, isteyerek, farkında olarak entegre olmuş mu, olmamış mı? Hata yapıyor olabilir, doğruyu biliyor mu, içinde ona karşı bir istek duyuyor mu.. İşte tüm mesele bu. Bu eşiği geçen gençler hem de ahir zamanda geçtikleri için tarafımızdan ancak övülebilirler. Birçok gencin hadis bilgisi, ayetlere olan vukufiyeti, İslam dünyasına olan ilgisi, okuduğu yazarlar, edebi tercihleri, yazdıkları çizdikleri son derece sevindiriyor beni. Yetiştikleri bu ortam iyiliğe de kötülüğe de çok verimli. Eşiği geçen öyle semiriyor ki, asr-ı saadet gençlerinden bir farkları olduğunu söylemeye dilim varmıyor asla. Hem ortalıkta amaçsızca gezen gençleri görünce, diğerlerinden ümidimi kesmiyorum ben. Kemiyete değil, keyfiyete bakıyorum.

Hem bence geçmişte de oran böyleydi. Ancak alan kısıtlı olduğundan değerli olanlar ve değerli emekler, aynı çevrelerde duyuluyor, aynı etkiyi yapıyor, korunuyordu belki. Şimdi en az onlarınki kadar güzel düşünceler besleseler, hareketlerde bulunsalar, ürünler çıkarsalar da, oldukça geniş bir ortamda olduklarından sivrilemiyor olabilirler. Bir koruma kalkanının gölgesine girmeye, benzerleriyle birleşmeye gerek duymuyorlar. Zaten daha ferdi bir zamanda yaşadığımız her alanda gayet belli. Şimdi oldukları yerde ışıtıyorlar bulundukları yeri. Belki küçük ama sessiz adımlar atıyorlar, kendi tercihleri içinde tek başlarına üretiyorlar. Rastladıkça fark ediyorsunuz, görmediğiniz için yokmuş zannettiğinizi anlıyorsunuz

Üslup ve iletişim sorunu yaşandığını da sanmıyorum. Samimiyetin yaşı olamaz, zamana ihtiyaç duymaz. Mekanlar, şartlar hele de zamanlar, onu bozamaz... Gençlere nasıl ulaşacağız diye bir derdiniz varsa, ulaşamazsınız. Onları genç olarak değil, bir Müslüman, bir insan olarak görmeniz yeterli. Siz kendinizce bırakın kıymetli sözlerinizi, onlar alır alacağını. Şahsen ben genç olsam gözlerini üzerimde gezdirip, “şimdi acaba bu salondaki arkadaşlar kaç yaşlarında, sohbetimizi anlayacaklar mı, sıkılacaklar mı, neden geldiklerini biliyorlar mı.. “ der gibi bakan ve konuşan biri, hangi perdeden konuşursa konuşsun almazdım vermek istediğini. Ama biri sıcak bir gülümsemeyle kendiyle hasbihal eder gibi dökerse kelimeleri meydana, alan elbet olur, kendiden bir şey bulan olur.. Buna çok inanıyorum. Yaşlı bir amca ile uzun uzun sohbete dalan gençleri görmediniz mi hiç. Ben çok gördüm, hatta gençlerin kendilerinden yaşlılarla daha iyi anlaştığını düşünürüm ve gözlemlerim. Bunun da sırrı şefkattir sanırım, ilgidir. Kafa kağıdı oranları değil.

Gençler sadece sizden daha sonra genç oldukları için değişmediler, başkalaşamadılar. Zamanın ilerlemesiyle değişmeyen sabiteler içinde yaşıyorlar. İlk insandan beri aynı olan duygularla besleniyorlar. Şahsım adına gençlere ulaşma derdi taşıyanlardan hoşlanmıyorum. Bunu samimi de bulmuyorum. Kelimelere ve üslubuna heyecan katıp, yüksek ses ve tempoyla yapılan esprili konuşmaları yani kişisel gelişimden beslenmiş sahte gösterileri oldukça itici buluyorum. Gençlerin de kısa süre sonra aynı duyguya sahip olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan kelli felli amcaların çok değerli fikirlerini vermek için veya tecrübelerini sunmak için yani ne kadar yukarda olduğunu göstermek için sizin bulunduğunuz seviyeyi indirgercesine bakışlar atmalarını, beden dillerinin bunu bağırmasını, hatta bunu sürekli geçmişten ve kendi hayatından uzun alıntılar ve örneklerle beslenen konuşmalarına dökmelerini ise bir seviye zafiyeti olarak görüyorum.

Oysa başaklar gibi, doldukça başı tevazuyla eğilen birinin sözleri okşar geçer gönülleri. Sıkılacak sandığınız gençlere bir bakın, ışıl ışıl olmuştur gözleri.

Gençlerin imanına yatırım yapın, samimiyetinizi takının ve onları dışlamayın, ötekileştirmeyin ya da özel muamelelere girmeyin, bence iş bu. Eğer aklınıza gelip duruyorsa “gençler ne ister” sorusu, sadece birazcık geçmişe gidin, hepsi bu.

  01.11.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut