İmkânat, vukuat ve malum yasak

Mehmed Boyacıoğlu

İMKÂN “KÜN” (ol!) emrinin kardeşlerinden biri. Mekân da bununla ilgili; kün emrinin hükmünü icra ettiği, mevcudun vücuda getirildiği yer. Kâinat da aynı kökten türemiş; var edilenlerin bütünü.

“İmkân” mütesaviyyetü’tarafeyn’dir. Yani adem ile vücudun; yokluk ile varlığın müsavi (eşit) olmasıdır. Mümkinât dediğimiz eşya (şeyler) bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mucidin iradesi, ilmi, kudreti ile varlık âlemine çıkar. Yani kendilerine harici bir vücut verilir.

İmkân bir şeyin varlığı ile yokluğu arasındaki eşitlik iken; vuku’, onun var edilmesi; duyularımız ile görülür, hissedilir hale getirilmesidir.

Bu mesele Risalelerin önemli bir vurgusudur. Üstad, var edilenlerin vukuat olduğunu, bizim onlardan sorumlu olduğumuzu, onların birer şükür gerektirdiğini, imkânattan ise sorumlu olmadığımızı çok yerde ifade eder.

Vesvese bahsinde imkân-ı zâti ve imkân-ı zihninin farklı olduklarını enfes misallerle anlatır.

Aynı vurgu Risaleler vasıtasıyla iman ve Kur’ân davasının müdafaasını yaptığı Lahikalarda ve Şualardaki mahkeme savunmalarında da belirgindir: o, herkesin birer cinayet işleyebilme imkânı ve ihtimalinden dolayı sorguya çekilemeyeceğini ifade eder.

Vesvese ile ilgili olarak getirdiği enfes misalden hareket edersek, Barla Denizinin (Eğirdir Gölü) şu anda kurumuş olması imkân-ı zati dâhilindedir.

Ama mademki, söz konusu gölün çekildiğine dair, tabanında “tektonik” bir hadise vukua geldiğine dair, taşların gözeneklerinin genişlediğine ve bu yüzden tedricen kurumaya doğru gittiğine ilişkin elimizde herhangi bir delil yoktur… O halde gölün kuruyacağından endişe etmek aklımızın kenarına bile gelmez ve gelmemeli.

Yani düşünülmesi gereken eğirdir Gölünün kuruması imkânı değil; Amik Gölünün, Aral Gölünün ve Sultan Sazlığının hangi iktisadi düşüncelerle kurutulduğudur. Onların yeniden birer göl haline getirilmeleri için çareler araştırılabilir.

İmkân-i zatinin imkân-ı akli ile karıştırılmaması gereğinden dolayıdır ki, hiçbir satıcı mutfak bıçağı almak isteyen bir kadına “senin kocan eve içkili gelir, kavga edersiniz, kavga sonucu o seni bıçaklayabilir, o yüzden sana bu bıçağı satamayız” demez.

Bıçakla eş ve çocuklarını doğrayabilecek olanların bulunduğu bilinse bile, madem bu mevhum bir haldir, ona itibar edilmez. Mutfak bıçağının sağlayacağı kesin fayda düşünülür.

Bu evrensel mantık kuralı hukukumuza “mutlak menfaat mevhum mazarrata feda edilmez” şeklinde yansımıştır. Bir işin yapılmasında kesin bir menfaat, çıkar varsa onun yapılması yoluna gidilir, ortaya çıkaracağı muhtemel zararlar olsa bile, onlar nazara alınmaz demektir.

Bu kadar teoriden sonra, sözü şuraya getiriyorum: Bir partinin iyi niyetli olduğuna inanmak istediğimiz genel başkanının başörtüsü serbestîsi hususundaki “girişim”leri partisindeki bazı yaşlı “cumhuriyet kızları”nın itirazına uğradı.

Sayın ablalarımız da maalesef yukarıdaki sakat mantıktan besleniyorlar: ya başörtüsü üniversiteler ve yüksek okullarda serbest bırakılır da onların çokluğu açık kızlarımız üzerinde bir mahalle baskısı oluşturursa… Görmüyor veya görmek istemiyorlar ki, başörtülü kızlara şu an reva görülen yasak vukuattır, başörtülülerin açıklara gelecekte uygulayacağı olası mahalle baskısı ise imkânattandır.

Kaldı ki, böyle bir baskının oluşacağına dair en küçük bir emare bile yoktur. Ezcümle: endişe etmesinler toplumda maalesef, bize göre maalesef, ciddi bir açılma meyli vardır; yirmi beş sene önce gördüğüm, dininde gayet mazbut bir doğu şehrimize gecen yaz iş icabı bir daha gittim. Sokaklarda, dekolte giyinen kadınların sayısı mütesettirelerinkinden hiç de az değildi. Korkulmasın, ne örtülülerin mahalle baskısı söz konusuydu ne açıkların. Bazısı da kol kola, omuz omuzaydı.

Şimdi, birilerinin bu millete reva gördüğü bu zulüm bir vukuattır: Gerçektir, somuttur, gözle görülüyor. Tedbir bunun üzerinde düşünülür. Başörtüsü serbest olunca, bu serbestinin getireceği mümkün ve muhtemel zararları düşünmek, endişe etmek fikren belki mümkündür, ama olmuş gibi kabul edip bu serbestîye cephe almak akıl kârı değildir.

Böyle olunca, madem ehl-i din çıplak bacakları ve kolları ile masumların ebedi hayatlarını mahveden modern amazonlara tahammül gösteriyor, onları tolere ediyorsa, birileri de onların hanım ve kızlarının tesettürlü olmalarını tolere etmelidir.

Şunu da düşünmeden edemiyorum; bütün bu gürültünün ardında birilerinin iç dünyalarında, dindarlara reva görülen hâlihazırdaki zumlun verdiği endişe yatıyor olmasın?

Bu, biz onlara bunca yıl zulmettik, ya onlar da bize zulmederlerse ne olur sorusunun getirdiği bir kaygı olma-sın?

Korkmasınlar; ehl-i dinin kızları, kadınları, medeniyette, nezakette, duygudaşlık kurmada laik muadillerinden hiç de geri değildirler.

Kendilerini tesettürlülerin yerine koymayı denesinler: Tesettüre çoklukla riayet edilen bir toplumda, biz açılma hürriyeti isteseydik, bunların reaksiyonu ne olurdu diye fikir yürütsünler.

Hem, hiç endişe etmesinler. İslam tarihi, çeşitli inançların ve onların tezahürlerinin serbestîsi hususunda müspet vukuatın sayısız örnekleri ile doludur.

Malum ilke anayasaya girmezden önce de İslâm toplulukları içinde çok sayıda gayrimüslim, dinlerinin dışavurumlarını serbestçe ifa ede geldiler. Anadolu’da, Lübnan’da, Suriye’de, Ürdün’de bunun çok sayıda kalıntısı ile yüz yüze gelinilecektir.

İç savaşın yerle bir ettiği Beyrut’ta bile bir cami ile bir kiliseyi yan yana görebilirsiniz. Ürdün’de bir kilisenin anahtarının Müslümanların elinde olduğu bilinir mi acaba? Müze-kilisenin değil, ibadete açık bir kilisenin. Açmak istediklerinde gelip anahtarı bir müslümandan alıyorlar.

Sözün kısası, biz şu an vuku olmuş bulunan bir zulmü, adaletsizliği kaldırmak durumundayız, ilerideki olası zulümlere ise, zamanı geldiğinde müdahale edilecektir.

Öncelikle, dindar kesimin kanaat önderleri bu mahalle baskısına, bu adaletsizliğe izin vermeyecektir.

Hem de, bütün dinlere eşit mesafede durması gereken laik devlet, tanımı gereği bu adaletsizliği önlemek için vardır.

Özetlersek, imkânatın vukuatla karıştırılması hatalıdır; mahalle baskısı iddiaları yersizdir, temelsizdir.

  19.10.2010

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut