GÖZLERİNİ İNDİRDİ. Hıçkırıklarının üzerine ılık göz yaşlarını salıverdi. En son hoşnut olunacak o haberden hoşnut olması bekleniyordu. Dudakları titredi:
“O mutluysa, ben de mutluyum…”
Sustu sonra…
***
Dudağında kaldı susuşlar. Yüreği çığlıklar attı. İçinde ateşten denizler büyüttü. Yüzünden derin gölgeler geçti; umutlarını cılız nefeslere bağladı. Ders kitaplarında, ödev kâğıtlarında yazılmayan acıyı kıymık gibi içinde taşıdı. Küçücük yüreğine kocaman adamların hafif bir uykuyla kenara ittikleri yakıcı sancıları sığdırdı.
***
Sevindiği de oldu. Gündelik telaşlar arasında ezilen ne kadar küçük mutluluk varsa, yüreğinin dağarcığında topladı. Bir monitör çizgisiyle bayram etti. Bir hemşire tebessümü yüreğini hoplattı. Ezberlenmiş mutlulukların ardında gizli saklı minik mutlulukları tanıdı, tattı: Donuk bir çift gözden belli belirsiz bir bakış. Uykusuz geçirilmiş bir gecenin sabahında sıra dışı bir hırıltı.
***
Adı Fatma. Lise öğrencisi.
***
Bizim pusulu kıyılardan çekildiğini bildiğimiz o gemi Fatma’nın yüreğinde homurdanıyor aylardır. Utanmalarını boş yere beklediğimiz korkakların, pişman olduklarını hiç göremeyeceğimiz hainlerin zalim kurşunları yüreğini kanatıyor hâlâ. Yırttığımız her takvim yaprağında biraz daha savruluyor Fatma’nın hayalleri. Yarın sabahki güneşin altında sımsıcak bir baba bakışını özleyecek Fatma. Bu akşamın loş yüreğinde derinliğini asla kavrayamayacağı anne hüznüyle kucaklaşacak. Ama ne isyan edebilecek ne ağlayabilecek.
***
Mavi Marmara’yı kendi sularımıza çektik. O sancılı günlerin ateşini söndürdük. Nefretimizi susturduk. Öfkemizi yuttuk. Gaziler evlerine döndü. Şehitleri ebediyete uğurladık. Yükümüzü attık omuzlarımızdan. Ancak Fatma’nın cılız yüreğinde apansız bir veda korkusu büyüdükçe büyüdü. Bizden uzakta bir yerlerde, loş odalarda, ıssız yoğun bakım ünitelerinde ödlek ve uğursuz adamların kurşunları yeni yaralar açtı. Her gecenin sabahına yeni acılar taşıdı Fatma.
***
“Bak babacığım, tam da senin istediğin gibi giyindim” dedi geçenlerde. “Hep derdin ya hani... Yeni aldık bu uzun eteği…” Bir kerecik olsun kıvrılsa dudağı; mecalsiz bir tebessüm uğrayıverse yüzüne. Bir küçük ayak parmağı hareketiyle “aferin”deyiverse! Cevap olarak solunum cihazının körük sesini aldı Fatma.
***
Fırsat buldukça gündelik haberleri anlatıyor babasına. Hava durumunu. Mevsimi hatırlatıyor. “Ramazan geldi, bak; oruçluyuz.” Soğuk ellerini öptü mü babasının bayramda; bilmiyorum. Ama referandum sonuçlarını haber vermiş olmalı. Babasının donuk göz bebeklerinde kendi yüzünü görmek için tırmandığı ilaç kokulu merdivenleri ezberlemiştir. Hayatın kendisini ödev olarak çalışıyor şimdi. Bizim sıradan sayıp unuttuğumuz kıpırtıları mutluluk sayıyor. Bizim telaşla üzerine basıp geçtiğimiz detaylarla heyecanlanıyor. Anlamını bilmediğimiz rakamlardan, tahlil sonuçlarından, ultrason görüntülerinden ümit devşiriyor.
***
Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara’da İsrail askerlerinin başından vurduğu Uğur Süleyman Söylemez hâlâ yoğun bakımda… Hatırlayalım: Önce şehit olduğuna dair haberler gelmişti. Sonra ağır yaralı olduğu için İsrail’de bir hastanede tutulduğu öğrenildi ve Ankara’ya nakledilen son yaralı oldu. Eşi Tuğba Hanım, bizim yaşadığını unuttuğumuz Uğur Süleyman için Ankara’nın günübirlik ve alışıldık telaşlarını yararak tutuyor hastanenin yolunu. Her gün. Düzenli. Mütevekkil. Vakur; iki dünyası olan her mümin gibi. Sabırlı; bu dünyanın öte dünya adına yaşandığına inanmış bir mümin edasıyla. Ümitli; eşini bu hayatta zahmetle ağırlamaya da ebedi hayata uğurlamaya da razı bir teslimiyetle…
***
Uğur Süleyman’ın şehit olduğuna dair ilk haber geldiğinde Tuğba Hanımın en küçük evladı Fatma’yı teselli ederken kurduğu o cümle dudaklarına belki de yeniden değecek:
“Babacığın şehit olmak isterdi ya hep, kızım. Dünyada kalıp seni mutlu etmesini mi isterdin yoksa babanın ebedi mutlu olmasını mı?”
O gün, Fatma’nın titreyen dudaklarından dökülen cevap da işte öyle yakıcı, öyle acıtıcı, öyle sarsıcı, öyle diriltici, öyle zor hecelenesi:
“O mutluysa, ben de mutluyum…”
***
Uğur Süleyman Söylemez ve ailesini nasıl yalnız bırakırız şimdi! Fatma’nın mahzun yüreğini teselli edecek bir sözümüz yok mu? Yüreğimizle heceleyeceğimiz bir dua yok mu?