Ezik

Nuriye Çakmak

“SERMAYE” DEDİĞİMİZ şey, ticaret içindir değil mi? Yani söz gelimi sair ihtiyaçları karşılamak için gereken para oradan alınmaz. Önce sermaye ile ticaret edilir, ticaretten kâr elde edilir, sonra masraflara sıra gelir.

Oysa hayat sermayesi dediğimiz şey ne ilginçtir. Daha kâr edip etmediğini bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz, son derece başarısız olması kuvvetle muhtemel ticaretimizin en önce kârını yeriz. Lüzumlu veya lüzumsuz, masrafların tümünü temin ederiz, kalan olursa onunla da ticaret ederiz. Hiç risk yokmuşçasına rahat, çok çalışmışçasına tembel, işini en iyi yapmışçasına korkusuz değil miyiz! Mesela büyük bir hızla geçip giden hayatımızın imanla buluştuğu zaman dilimlerinden söz edemez miyiz? Hangi birimiz önce ticaretine odaklanıyor, uzun vadede.. Hangimiz masrafları kıstıkça kısıyor zor günlere! Hangimiz kârın burada elimize geçmeyeceğinin bilincinde, ekiyor de ekiyor.. bu dünyaya bunun için geldim dercesine..

Yaşadığımız hayatın çoğu zaman bizim inşa etmediğimiz bir tarzı var. Çoğunluğun da etkisiyle semiren ve hepimizi yutan bu “tarz” temel niteliklerini ve önceliklerini semavi dinlerden almıyor. Putperest kavimlerin nedeyse tüm unsurlarını ise büyük bir başarıyla sürdürüyor ve ona yeni katkılarda da bulunuyor. Söz gelimi bu yaşam tarzının tam içinde olduğunuz bir zaman diliminde imanla randevunuz var. İman sizi amele davet etmiş. Aslında evinizde olsanız hemen icabet de edeceksiniz ama ahir zaman yok mu! Öyle ya, kuralları koyan siz değilsiniz. O zaman sorumlu olan da siz değilsiniz.

Üzgünüm, gelemeyeceğimi bildiririm. Zira;

Tam da o saatte toplantım var!

Otobüsü kaçıramam, seferim var!

Bırakıp da çıkamam, dersim var!

Ölsem bırakamam, sınavım var!

Başımı kaşıyacak vaktim yok, misafirim var!

Tam da alışverişin ortasındayım, mescit mi var!

Veya..

Çok sıcak, hastayım zaten!

Çok zor, kalbim temiz zaten!

Çok fazla, hepsini bi ara toptan yapıcam ben!

Şeytanın sponsorluğunda, nefsin başrol oynadığı bu filmde tek bir suçlu var, şartlar. Mesai saatiyle çakışır namaz, sınavla, toplantıyla. İftar saatiyle de bir türlü uyuşamaz, oruç için yılın hiçbir ayında müsait olmazlar. Hele başörtüsü için, tüm şartlar imkansızdırlar.

Münzevi olup dağa çıkamazsınız değil mi? Zor olan zaten bu hayat şartlarında “mücadele” etmektir. Herkes şahsi ibadetini düşünse meydan “diğerleri”ne geçecektir. Böyle tutucu olmanın alemi yoktur. Şartlara uymayanlar, şartları kendilerine uydurmak için alternatif arayanlar, sistemi sorgulayanlar, çare bulunlar, farklı olanlar, susmayanlar.. Gericiler yani. Ortamı gererler, huzuru kaçırırlar, nefislerini ön plana çıkarırlar, takvalık taslarlar, abartırlar, diğerlerini aşağılarlar, iticidirler aynı zamanda.

Aslında onlar da bu hayatın içinde yaşar, ama ellerini verip de kollarını kaptırmazlar. Hiç de zor değildir, “burada mescit var mı” diye sormak. Olanını tercih etmek. Olmayanına bir form doldurup şikayet etmek. Sefere çıkmadan önce saatleri ve mola yerlerini öğrenmek, muavinden bilgi temin etmek. Gerekirse saatlerce abdestini tutmak zorunda kalmak ve yanında ince bir seccade taşımak. Otoparka boylu boyunca serip, mescid yoksa bu var diye kıyama durmak..

Çok mu itici görünüyor, bence değil. Tarife gelmez hafiflikte sebeplerle namaz ravdevusunu yutanların, kaza genişliği bence çok daha itici. Suya sabuna dokunmayanların ak pak temizliği..

İşin en güzeli de şu ki, biz bu iticiliği Müslüman ülke haklarından değil, “gavur” memleketinde, İslam dışı sistemlerde yaşayan dindaşlarımızdan temin ettik.. Şartların pişip de ağızlarına düşemeyeceği mekânlarda yaşayanlardan yani. Din özgürlüğü adına bizden daha özgür olsalar da, şartları dinsiz ya! Bizim şartlarımız en azından milliyetçi ya!

İşe girerken, namaz kıldığını belirtmek yobazlık mıdır? Namaz için oda istemek. Ya da “ben bakarım başımın çaresine ama bu da böylece biline” demek. Rızkı Allah’tan bilmek yani. En basitinden. İşsiz kalırdım ama diye, bir namaz için çocuklarımı aç mı bırakayım diye düştükçe düşmek yerine.. Kazası da var değil mi, bir de fıkıh üstadı kesilmek üstüne..

Sahi ne çok kaza yapılıyor değil mi günümüzde. Trafik canavarı utanır, bilançoyu bir bilse! Namaz, oruç, zekât kazaları, helal faiz – fetvalı kredili helal kazanç kazaları, furuattan tesettür kazaları. Ayrıca kazalardan kalanlar için rezerve edilmiş, gıybet savaşları, fitne kazanları, iftira borazanları, fetva enflasyonu, ruhsat yağmuru..

Ne ticaret ama, öyle değil mi?

Ne de eminiz, amelle icabet etmediğimiz imanımızdan. Nasıl da rahatız, sebeplerin bizi kurtaracak olmasından. Ne de iyiyiz, gerici olmadığımızdan. Çok mutluyuz, her defasında yolumuzu bulduğumuzdan.. Bu yolla iki dünyayı da hallediyor olduğumuzdan..

Ne garip, insanlar dinleri yüzünden ezilirlerdi. Dinleri güçlenirdi. Sonra dinleri ile kendilerini ezer oldular, ezik oldular, dinleriyle ezilir oldular.

Ahireti satmadan, dünyaya talip oldular. İkisini de bırakmak gelmedi içlerinden. Dünyayı bırakıp ahirete talip olan, dünyayı da Allah’ın avuçlarına koyduğu Müslümanları anlamaz oldular, kıskandılar. İşin içinde bit yeniği aradılar. Bazen Allah gerçekten vermedi dünyayı, Ahireti verdiğine, o zamanda dünya zengini olmakla kendilerini başarılı saydılar.

Tanımlarını yitirdiler, içlerini ithal ettiler. Mihenk taşlarını kârla süslediler. Sustular en çok, en çok sustular.

Düzen onlara rağmen kurulmuştu, sonra düzene uydular, düzene uydurdular, düzeni bozanlardan rahatsız olur oldular…

Ne garip.

  15.11.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut