SANA EL ALACAĞIM

Nuriye Çakmak

AZ ÖNCE bitirdiğim kitapla bakışıyorum. Kapak resmindeki çocukla göz göze gelmeden. İlk fırsatta okumak için yanı başıma koyduğum üç koca kitaptan biri değil bu biten. Birden araya giren bu kitap, bir hikaye kitabı. Keşke hepsi masal olsa diye dileyeceğiniz gerçek kesitler var içinde. Kitabın ismi ise her şeyi özetliyor zaten; Sana El Alacağım*..

Uzun zamandır gidemediğim derneğe Ramazan bahanesiyle uğruyorum, mahcubum, üzgünüm. Yine sıcacık ağırlanıyorum, hiç ayrılmamışız gibi kavuşuyor, hiç ayrılmayacakmışız gibi ayrılıyorum yanlarından. Bir bahanem de yok aslında, süreyi uzatmak adına. Galiba mazhariyetimi yitiriyorum.. Öncelik sıramı başka şeyler dolduruyor, pek hayırlı olmasalar gerek, bu hayırdan mahrum kalıyorum. Onlar bunu dert etmiyor, zaten eden her zaman kendine ediyor, iyiliği de kötülüğü de.. Elime aylar üzerine çıkan dergiyi, basımına âcizane bir katkıda bulunduğum yeni bir kitabı ve daha önce görmediğim başka bir kitabı tutuşturuyorlar. Okumak için pek yanaşmadığım bu kitabı, okuyayım da kurtulayım hisleriyle okumaya başlıyorum. Beni nelerin beklediğini çok iyi biliyorum çünkü. Bir zaman Victor Hugo’nun “Sefiller”ini okurken akıttığım yaşlara acıyorum. Sefaletin her türlüsünün yanı başımda ve şu anda yaşandığını bilirken, masallara ağlamak komik oluyor zaten..

Kitap ismini, beş aylık hamileyken askere çağrılan kocasının ardından beş parasız kaldığı için kayınpederinin eski kıyma makinesinde konu komşunun Kurban bayramı münasebetiyle edindikleri etleri kıyma yaparken makineye elini kaptıran bir anneye çocuğunun teselli cümlesinden alıyor. Tam elime iki kuruş geçti diye sevinirken, elinden olan, yavrusunu kucaklayamadan elsiz kalan bir anne bu. Askerdeki eşinden habersiz yaptığı bu işle eşine para gönderme hayalinde olan bir kadın. Yavrusu ne zaman üzülürken görse annesini şöyle diyor annesine; “üzülme anne, büyünce SANA EL ALACAĞIM..!”

Ne enteresan şeyler değil mi? Gencecik bir kadında böyle fedakarlık, küçücük bir yavruda böyle bir basiret, tüm bunlar olurken beş parasız askerlik yapan, her şeyin sebebi olarak kendini gören bir acılı eş ve baba. Filmi yapılsa para eder mi acaba? Macid Macidi’nin elinde olsa böyle bir öykü ne güzel işler. İzleyenler her filminde olduğu gibi gözyaşlarını tutamaz, çok etkilenir, bir kez daha izler, birilerine tavsiye eder, sonra nasılsa filmdir der, geçer gider..

Biri protez eline sponsor olana dek bu annenin, sadece slogan bir cümledir bu çocuğun dileği. İyi bir film yada kitap ismidir belki. Oysa o eli siz alabilirsiniz, film mutlu sonla bitmez ama senaryoya katkınız olur, bu cümle içinizde ağrıyıp durmaz, çocuğun hayali gerçek olur. Belki almayı hayal ettiği “el”in parayla satın alınabildiğini öğrenince aklına bir gün mutluluk almak da gelir. Ve bakarsınız alır.

Neden alınmasın ki! Bu, mutluluktan ne anladığınıza bağlı. 1001 dilek projesi dahilinde yerine getirileceğini bildiği en büyük isteği, biricik hayali kurufasulye, süt, soba, annesi hasta olmasın diye çamaşır makinası, hatta bir inek olan çocuklar var. Ve bunlarla karşılaşınca gerçekten mutlu oluyorlar. Onlar için mutluluk satın alınabilir bir şey. Kendileri veya bir iyilik meleği tarafından alınmış olması fark etmez. Nasılsa mutlu olmayı biliyorlar..

Sadece kendilerini düşünmemeyi. Sahip olduklarının kıymetini. Kaybetmedikleri değerleri olduğunu biliyorlar. Hayatı gerçekten yaşıyor, gerçekten mücadele ediyor, o nedenle mutlu olduklarında gerçekten mutlu oluyorlar.

Nerden mi biliyorum. Aynı kitaptan başka bir kesit yeterli bunun için. Bir gün derneğin lojistiğine bir telefon geliyor, yardım etmek isteyen bir aile var ancak araçları yok. Derneğin aracı çıktığında alsa diye rica ediliyor. Derneğin insaniyetini yitirmemiş görevlileri onca işlerinin arasında kırmıyor aileyi. Verilen adrese gidiyorlar. Ancak kesin yanlış geldik diye düşünmeye başlıyorlar sokağa girince. Sokak da ev de dökülüyor tabiri caizse. Yardım isteyen bir aileydi de yanlış mı anladık diye teyid etmeyi düşünürlerken, evden bir bayan çıkıyor; biz de sizi bekliyorduk, diyerek. Yardım da bulunmak için değil mi? Elbette.. Ama beni takip etmeniz gerekiyor bunun için. Sizi de yorduk hakkınızı helal edin. Emanetiniz eşimin yanında ama onun sabit bir yeri olmadığı için size ev adresimizi verdik.. Sizi oraya ben götüreceğim.

Günün ilginçlikleri bunlarla bitmeyecek anlaşılan. Bayan bir süre yürüdükten sonra kör bir adamın simit tezgahında duruyor. Görevliler onca ilginç olay yaşamalarına rağmen onlar bile şaşırıyor bu manzara karşısında. Adam büyük bir heyecanla, hoş geldiniz, diyor. Kırmadınız bizi. Emanetiniz bende değil. Bir yere kadar götüreceğim sizi.. Ve ilginç yolculuk sürüyor, bir mahalle fırınının önüne dek. Fakir bir kadın, kör bir adam, onlara yardım eden küçük bir çocuk, fakir bir mahalle ve iki adet yardım görevlisi. Ama bir fark var, bu sefer yardım almak için bulunuyorlar bu tabloda.

İçeriye sesleniyor kör adam, “usta, şöyle en iyisinden bir çuval un ver bize!”.. Jet hızıyla geliyor bir çuval un. İşte diyor adam, bizim yardımımız bu. Üç kuruşluk şey için yorduk sizi, ama bizim getirmemiz imkansızdı bu yardımı..

Görevliler şoku atlattıklarında sadece “neden” diyorlar, yardım almak için bize başvurmuş olsaydınız, bizim size yardım edeceğimiz bir durumdayken neden yardım etmeyi tercih ediyorsunuz ki?

Haklısınız, evimizde henüz eşya yok ve eşim bu durumuna rağmen çalışmak zorunda, oğlum da ona yardım ediyor, çünkü borcumuz daha bitmedi. Ama biliyor musunuz, o geldiğiniz ev bizimdi! O bizim kendi evimizdi. O bodrum dairesini alana kadar neler çektik. Zaman oldu sokakta yattık, günlerce aç kaldık. O günlerde dedik ki, Allah bize imkan verirde bir evimiz olursa, kurtulursak sokakta kalmak derdinden, açlığın ne olduğunu çok iyi bildiğimizden, her ay bir çuval un vericez bizim gibilere, en güzelinden..

Bu gidişle kapanacak borcumuz, simit satışları iyi gidiyor. Bekleyemedik o yüzden, hemen başlamak istedik yardıma, Allah sizden razı olsun aracı oldunuz. Kendimize kalsa ne zor olurdu..

Ve iki yardım görevlisi alır bu dünyanın en değerli un çuvalını, düşerler yola.. Akıllarında simit satan kör bir adamın, ona okul çıkışlarında yardım eden oğlunun, fedakar ve cefakar karısının yüzündeki kocaman gülümseme kalır. Onlar mutludur.

Birileri yokluğun içinde, bulduğu, bulacağı varlıkla avunur, bulduğunda mutlu da olur. Çünkü gerçekten ihtiyacı vardır, ihtiyacı gidilerince, mutlu olur. Kimi yokluğun içinde, vermenin tadını bulur. Allah ona aradığını buldurur. Kimi yokken de şükreder, mutlu olur. Kimi, kimi zaman varlıkla kimi zaman yoklukla imtihan olur, dertten geçer dermanı bulur, mutlu olur.

Çünkü onlar bu hayatı gerçekten yaşarlar. Mesela o çocuk annesine el almayı gerçekten hayal ediyordur. Elini kıyma makinesine kaptıran kadın gerçekten seviyordur. Kör adam karın tokluğuna gerçekten şükrediyordur. Eşi yuvanın ne demek olduğunu gerçekten biliyordur. Ailesi için inek isteyen çocuk kendini düşünmenin bencillik olduğunu gerçekten hissediyordur.

Ve mutlu olduklarında gerçekten mutlu oluyorlardır.

Parayla mutluluk olur mu?

Eğer hiçbir şeye ihtiyacınız yoksa para sizi mutlu edemez, evet. Bitmeyen depresyonlarınız, hiç geçmez sıkıntılarınız, bir türlü bitmeyen ihtiyaçlarınız, alıp da memnun olmadıklarınız, alsanız memnun olacaklarınız, aldıklarınıza pişman olduklarınız, sürekli hizmetini gördüğünüz varlıklarınız varsa, parayla mutluluk olmadığını söylemekte haklısınız. Sadece parayla mutlu olunmaz ama bazen parayla mutluluk alınabilir.. Açlıktan uyuyamayan bir yetime iki tabak yemek alın da görün. Evet, para her derde derman değildir. Ama parayla derman satın alınabilir. Ağrıdan kıvrandığı halde parasızlıktan doktora gidemeyen birine bir kutucuk ilaç alın, derman olsun.

Hem size de derman olur belki..

Mutluluğun ne olduğunu unuttunuz mu? Vermeniz için size verileni mutluluğu bilen birine verin de gözlerinin içine bakın, o size öğretir…

Çocuklarınız doyumsuz mu, bir çocuk esirgeme kurumuna gidin. Başının okşanmasıyla mutlu olan sevgi yoksunu çocuklar görün, görsün..

İçinizdeki sıkıntı yakanızı bırakmıyor mu, bir Ssk hastanesine uğrayıverin. Koridorlarda ağlayan çaresiz insanlara ameliyat için ne gerekli diyiverin. Gözlerine umut gelsin.

Şifa olun, şifa bulun.

Siz onları mutlu edin, onlar da sizi mutlu etsinler..

Size kocaman gülümsesinler ve “sana mutluluk alacağım” desinler..

Olmaz mı?


*Deniz Feneri Derneği Yayınları

  08.11.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut